‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar’ devri kapandı… Artık sadece çalıyorlar!

YORUM | TUĞBA DEMİR*

Bugün itibariyle 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonunun üzerinden 8 yıl geçti. 8 koca yıl…

Elimizde kalan son hukuk kırıntılarına veda ettik. Daha iyiye gider miyiz diye bekledik ama olmadı. Hukuksuzluk pandemiden hızlı yayıldı.

Türkiye’deki hukuksuzlukları yeni yeni inceleyen AİHM’ in bunda rolü büyük olsa da asıl sorumluluk başta hukukçular olmak üzere bizim insanımızda.

Yargı birkaç istisna dışında çalana ‘hırsız’ diyemedi.

Halk “çalıyorlar ama çalışıyorlar” demekle yetindi.

“Yolsuzluk hırsızlık gibi değildir” diye fetva veren sözde din alimleri hükümetin yolsuzluk yapmaktaki azim ve kararlılığını desteklemiş oldu.

17 Aralık sabahı Savcı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç’in talimatıyla başlatılan operasyonlarda 89 kişi rüşvet, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık gibi suçlarla gözaltına alındı.

Operasyon başladığında telaşla birbirini arayan kişilerin ses kayıtları aylar sonra medyaya düştü. Dönemin başbakanının sonradan “sıfırlama tapesi” olarak adlandırılacak ses kaydı günlerce medyayı meşgul etti.

CHP bu tapeleri bilirkişiye inceletmiş ve hiçbirinde montaj ya da hile olmadığını açıklamıştı. Muhalefete göre yolsuzluk hem vardı hem de yoktu! Evet, hükümet yolsuzluk yapmıştı ama bu operasyonları yaparak yolsuzluğu ortaya çıkaranlar görmezden gelindi ve şimdiye kadar cezaevinde kalmalarına hiçbir ses çıkarılmadı.

Ama burası Türkiye… Tapeler gerçek olarak kabul edilse de hayatları karartılan, cezaevi hücresine atılan, eşleri ve çocuklarının bile tutuklandığı polislere sahip çıkan olmadı.

Operasyondan bir gün sonra iktidar yargıya doğrudan müdahale etti ve 18 Aralık 2013’te İstanbul Cumhuriyet başsavcılığındaki dosyaya iki ek savcı daha atadı.

Bu savcılardan biri olan Ekrem Aydıner, dosya muhtevasını görünce şüphelilerin tutuklamaya sevk kararlarını imzaladı ancak sonrasında, aniden karar değiştirerek 17 Aralık dosyasını takipsizlikle kapattı. Aynı dosyada bir gün arayla tam ters istikamette karar vermesinin altında geçmişte yaşadığı gayri ahlaki bir durum yüzünden aldığı kınama cezası etkili olmuş mudur bilemiyoruz. Ama bu tutum değişikliğinden sonra Savcı Ekrem Aydıner’in kirli sicili temizlendi ve terfi ettirildi. Aynı savcı daha sonra Reza Zarrab’ın yurtdışı yasağını kaldırarak yurtdışına kaçmasına da zemin hazırlayacaktı.

Bütün ülke yolsuzluk iddialarıyla çalkalanırken, 4 bakan istifa ettirildi. Onlardan birisi olan Erdoğan Bayraktar, 25 Aralık öğlen saatlerinde NTV’nin canlı yayınına bağlanıyor, ne yaptıysa Başbakan’ın emriyle yaptığını, onun da istifa etmesi gerektiğini söylüyordu.

Aynı gün İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş, çok sayıda üst düzey siyasetçi ve bazı iş adamlarını ifadeye çağıracaktı. Ancak cumhuriyet tarihinde ilk kez kolluk kuvvetleri cumhuriyet savcısının emrini yerine getirmeyecekti.

Yaptıkları yolsuzluk operasyonları nedeniyle iktidarın hedefi olan savcılar 17 Aralık savcıları Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç daha sonra, silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, görevi kötüye kullanma, evrakta sahtecilik, iftira ve suç uydurma gibi birçok suçlamayla karşı karşıya kaldı. 25 Aralık savcısı Muammer Akkaş ise dönemin başbakanı tarafından mitinglerde ‘militan savcı’ olarak adlandırıldı.

17-25 Aralık soruşturmalarında görev alan 115 polis, amir ve emniyet müdürlerinin bir çoğu tutuklandı. O operasyonun şüphelileri hakkında tutuklama, gözaltı ve arama kararlarını veren hakimlerden Süleyman Karaçöl, 15 Aralık 2015’te; bu yüzden tutuklanmış polislerin tahliyesine karar veren hakimler Mustafa Başer ve Metin Özçelik 1 Mayıs 2015’te tutuklanarak hücreye atıldılar ve halen tutuklular.

Sıfırlanamayan paralar, para sayma makineleri, çikolata ve ayakkabı kutularına saklanan rüşvetler, bu dönemin sembolü oldu. Her şey ortadaydı ama “arsız hırsız” ev sahibini bastırdı! Dönemin başbakanı bu operasyonu seçmenine “yargı eliyle hükümete darbe” diye pazarladı. 

Adı yolsuzluğa karışanların hiçbiri yargılanmadı. Yolsuzluğa bulaşan iş adamları büyük ihaleleri aldı. Vergi borçları affedildi. Şimdi ülkenin en zenginleri arasındalar.

Muhalefetin 17-25 Aralık’ı araştırma komisyonu kurulması teklifi AKP oylarıyla reddedildi. Yasama da yürütme de yargı da güçlünün elindeydi. Cezalar sadece halk içindi.

Acıdır ki o günden bu yana yolsuzluk, hükümetin her kademesine sirayet etti. O günlerde üzeri kapatılan yalnızca yolsuzluk olmadı. Hukuk öldürüldü ve kimsesizler mezarlığına gömüldü. Ülkede ağır aksak da olsa işleyen bir yargı sistemi vardı. 17-25 Aralık’tan bu yana, umutla düzelir mi diye beklediğimiz her şey daha da kötüye gitti. Zira AKP iktidarı ne kadar büyük yolsuzluk yaparsa yapsın ses çıkarılmayacağını anlamış oldu.

Hukuk adına en kötü günler henüz gelmemişti. 15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek 5 binin üzerinde hâkim savcı meslekten çıkarılınca, geriye ‘pir-u pak’ hakim ve savcılar kaldı. Onlar da sanki ülkede artık yolsuzluk olmazmış gibi bir daha asla yolsuzlukları ortaya çıkarmayacak, aksine bir kısmı çeşme akarken ceplerini dolduracaklardı. Hakim maaşıyla asla sahip olamayacakları arabalara binecekler, lüks otellerde tatil yapacaklar. Zira cezası olmayan suçlar, bu insanları kolay paraya lükse teşvik etmişti.

Şimdilerde yerle bir olan ekonomiyi, ekmek kuyruklarındaki insanların gözyaşlarını, evine ekmek götüremediği için intihar eden garipleri, maruz kaldığı adaletsizlik yüzünden intihar eden Garibe’leri görünce, 17-25 Aralık soruşturmasına sahip çıkılsaydı, kendi ceplerini doldurmak için milletini açlığa mahkûm edenler bunca şeye cesaret eder miydi diye düşünüyorum.

“Çalıyorlar ama çalışıyorlar” devri ardında büyük bir enkaz bırakarak sona erdi. Artık sadece çalıyorlar!

*İhraç hâkim, Cross Border Jurists Yönetim Kurulu Üyesi

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. İnsanlar kendileri ile tayyip arasında bir engel istemedi. Bütün engellerin kaldırılmasını istiyorlardı. Çünkü tayyipe tamamen kavuşmak istiyorlardı. Çünkü tayyip için onlar konserde şarkıcıyı delicesine arzulayan insanlar gibiydi. O yüzden aralarındaki sınırı kaldırmak istediler. Benliklerin bütünleşmesini istediler. Yargı, yasama, yürütme kaldırılmıştı. Artık sadece tayyip ve insanlar vardı. Tıpkı anne ile bebek ilişkisi gibi. Tek taraflı bağımlılık söz konusuydu. Bir taraf bütün gücü elinde tutarken diğerleri bebek gibi aciz vaziyetteler. Kendilerini birşey olursa tayyipe karşı savunacak bütün mekanizmalardan mahrumlardı. Bu ilişki tarzını kendileri seçmişti. Çünkü tayyip onlardan zorla yetkiyi almadı. İnsanlar tayyipe bütün gücü devletin güçler ayrılığını sonlandırarak vermişti. Çünkü bütünleşmek istedikleri kişinin bütün güçlere sahip olmasını istiyorlardı. Başkalarında güç olmasını tahammül edemiyorlardı. Aslında bu ilişkide insanlarda ikiyüzlüdür. Çünkü bol keseden verdiği şey devlettin gücüydü. Kendisinden birşey vermiyordu. Zaten kendisinde birşey yoktu. Başkasının malını yani hepimizin malı olan devleti hepimiz adına tayyipe veriyordu. Bu, tayyiple bağımlı ilişki kurulurken aslında insanların çok saf olmadıklarını göstermektedir. Zaten bu ilişkiyi de kendi hoşlarına giden bir insanla kurmaktadırlar. Çünkü bu insan kendilerini övmektedir. Siz fatihin torunlarısınız diye onları şımartmaktadır. Hatta sevmedikleri kişileri de kötülemektedir. Hep o insanların duymak istediği şeyi söylemektedir. Demek ki bu bağımlı ilişkide çıkar da söz konusudur. Yani çıplak gözle görülmeyen çok garip bir ilişki geliştirdikleri görülmektedir. Bu ilişkiden olgunlaşarak çıkmaları için bu ilişkinin özelliklerinden biri olan çıkarcılığı kabul edecekler, şımarılma ihtiyacını farkedecekler, hepimiz olan devleti sırf şımartılmak için tayyipe peşkeş çektiklerini itiraf edecekler. Bırakalım biraz tayyiple başbaşa kalsınlar.

  2. Biraz bencillik de var. Hep onlar övülecek, başkaları hep kötülenecek. “Onlar var ya onlar” diye başlayan cümle karşıt görüşü kötülemektedir. Aralarında sanki dedikodu yapmaktadırlar. Haksız da değiller. Karşı tarafta sürekli müslümanları küçümsedi. Yok karanlıkmış, geriymiş diyerek. Eziklik var tabi. E tayyipte bu durumdan istifade etti. Kendine taban buldu. Onların istediği gibi göründü. Tek sorun şuydu; o aslında onlara görünmeye çalıştığı kişi değildi. İnsanlar onu o kadar sevdi ki onun kusurlarını görmezden geldi. Çalıyor ama yapıyor diyerek sanki küçük bir çocuk hırsızlık yapmışta onu teselli ediyorlar. Sanki şirin birşey yapmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Meseleyi hafifletmeye çalışıyorlar. Haramı sulandırıyorlar. Kuranı yok sayıyorlar. O zaman suçu kendi üzerlerine aldılar demektir. Zaten o yüzden yüzleri yok. Seslerini çıkaramıyorlar. Hangi yüzle sesini çıkaracak?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin