Çalışan eş ve aile bütçesine katkısı (2)

YORUM | AHMET KURUCAN 

(Boşanmada yenilenmemiş fıkhi içtihatların rolü-3)

Kendi gerçekliğimizi inşa etmek ve o gerçeklik içinde yaşamak mecburiyetindeyiz. Mazide değil şimdide, dünde değil bugünde, hayal dünyamızda kurguladığımız hayat şartlarında değil hazır, verili hayat şartlarında, paralel bir evrende değil içinde yaşadığımız, taşına toprağına dokunduğumuz, havasında nefes alıp yaşadığımız gerçek evrende. Şunu unutmayalım, basmakalıp düşünceler, şartlanmışlıklar, nedeni ve niçini nasılı kadar düşünülmemiş örf ve adetler gerçeği tüm çıplaklığı ile görmeyi engeller.

Çalışan eşin aile bütçesine katkısı meselesini iki yazı halinde ele aldım ve zeminine yazıları okuyanların hatırlayacağı gibi yenilenmemiş fıkhi içtihatları koydum. Şu gerçeği kabullenelim: Müslümanların kahir ekseriyeti ulemamızın kendi dönemlerinde üretmiş oldukları hukuki bilgilerle hayatlarını düzenleyebileceği hatta düzenlemesi gerektiği inancı içindeler. Dini, imani, itikadi ve ahlaki değerlerden bahsetmiyorum, sosyal hayatı düzenleyen kuralları konuşuyorum ki aile hukukunu ilgilendiren meseleler ve onun en önemli bölümlerinden biri olan boşanma meselesi de buna dahil.

Şimdi bakın şu cümleye: “Evliliğin ‘müşterek hayat’ olduğunu düşündüğümüzde, kadının da kazandığı parayla evin geçimine katkıda bulunması makul görünüyor. Ancak erkeğin bunu bir mecburiyet olarak düşünmesi dinimizce uygun değildir.”

Neden uygun olmasın? Neden makul gözüken şey mecburiyet düzleminde kabul edilmesin? Makul olan bir şeyi kadına yönelik bir tavsiye makamında bulunan kişi, “Artık bundan sonra böyle ve bu bir mecburiyet” diyebileceği yerde erkeğe dönüp “Böyle ama sen bunu böyle farz etme” demenin ne anlamı var?

Kaldı ki ironik olan bir şey daha var bu satırların sonunda, kocası Abdullah b. Mes’ud’a ve ailesine maddi destek olmak için ticaret yapan Hz. Zeynep’e Efendimizin teşviki ve ardından şu cümleleri anlatılıyor metinde: “Kendilerine tasaddukta bulunmana en lâyık kişiler, kocan ve çocuğundur” (Ebû Dâvud, Zekât, 44). Buradan “Kadın kazancı ile aile bütçesine katkı sağlıyorsa sevap kazanır ama mecbur değildir” hükmü o günkü toplumda cari olan sosyo-ekonomik şartları, kültürel kabulleri ve İbni Mes’ud ailesinin maddi durumunu esas alırsanız belki çıkartabilirsiniz ama bunu genelleyebilir misiniz? Ben öyle aileler tanıyorum ki kadının kazancı kocasının kazancının iki katı, üç katı. Şimdi bu kadın sözünü ettiğimiz hadis ve bu hadis üzerine yapılan yorumları delil göstererek “Hem çalışırım, hem kazanırım, hem de kazancımdan beş kuruş bile aile bütçesine katkıda bulunmam, çünkü aile masrafı kocaya aittir,” diyebiliyor.

Evet ben de kabulleniyorum, dünden bugüne bütün insanlığı içine alacak şekilde aile geçiminin erkekler üzerinde olması konusunda külli bir değişiklik yok ama olan ülkelerde ve ailelerde de aynı hükümler geçerliliğini devam ettiriyor, kadının ailede hiçbir maddi mükellefiyeti yok demek, benim ilk yazımda söylediğim yenilenmemiş fıkhi içtihatlar aile geçimsizliğine sebebiyet veriyor tespitimi doğrulamıyor mu?

İlk yazımın sonunda bir okuyucu “Ne gerek var bu kadar uzatmaya, kadın çalışıyorsa tabii ki hayat müşterek, şartlar değişmiş” demek yeterli diyor. Ben de öyle diyorum zaten ama uzatan ben değilim, bu kadarlık bir açıklama sözünü ettiğimiz inanç ve düşünce sahibi olan insanlar için yeterli olmuyor. Nisa 34 diyor, hadis diyor, İmamı Azam diyor, Şafii mezhebi diyor, siz de mecburen o ayetin, o hadisin, o fıkhi görüşlerin dayandığı delilleri incelemek zorunda kalıyorsunuz.

Başka bir zaviyeden ele alayım: Hukuk statik değerler, ilkeler, prensipler ve kaideler üzerine otursa da hükümleri dinamiktir. Başka bir ifadeyle hukuki hükümler değişken ama ilkeler sabitedir. Hükümlerin değişmesini sağlayan unsur ise sosyal taban ve o zeminde yaşanan hayattır. Bu zaviyeden bugün yürürlükte olan medeni kanunların dününe bakın isterseniz. Dün evlilik hayatında  haklar ve yükümlülükler üst başlığı altında yer alan genel hükümleri belirten kanun maddeleri ile bugünkü kanun maddelerini mukayese ederek okuyun ve nasıl değişikliklere uğradığını görün. Konut seçiminden, soyadını belirlemeye, aile birliğini temsil yetkisinin kimde olduğundan bu yetkinin sınırlanmasına, meslek seçiminden aile bütçesine karı-kocanın katkısına kadar bir çok şeyin değiştiğini görürsünüz. Doğrusu budur, normali budur. 2018 yılında değişikliğe uğrayan şekliyle Türk Medeni kanununun 196. maddesini aynen aktarayım: “Eşler birlikte yaşarken, eşlerden birinin istemi üzerine hâkim, ailenin geçimi için her birinin yapacağı parasal katkıyı belirler. Eşin ev işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması, katkı miktarının belirlenmesinde dikkate alınır. Bu katkılar, geçmiş bir yıl ve gelecek yıllar için istenebilir.”

Bazı ailelerde yaşanabilecek ve mahkemeye kadar intikal etme ihtimali olan bu hadiseyi kanun yapıcı iradenin kanun maddesi haline getirmesi ayrıca ele alınması gereken bir mevzu ama maddenin içeriğine dikkatinizi çekerim: “Ortak bütçe, parasal katkı zorunluluğu, katkı miktarı belirlenirken ev işlerinin değerlendirilmeye alınması ve müddeti.”

Şimdi sorum şu: Değişen ve gelişen sosyo-ekonomik ve kültürel şartlara bağlı olarak bu değişiklikler neden İslam hukukunda yapılmasın? Neden yapılmasın sorusu yanlış burada. Yapılmalı, yapılmak zorunda, daha doğrusu yapılmak zorundaydı. Fakat kendimize de haksızlık etmeyelim. Yapılmaz ve yapılamazdı çünkü yürürlükte olmayan hukuk olmaz. İslam hukuku ibadetler bir yana asırlardan beri yürürlükte değil. Yürürlükte olsaydı hayatın tabii akışı içindeki değişikliklere bağlı olarak o değişikliği yapabilir hatta buna süreklilik kazandırabilirdi.

Evlilik hayatı müşterektir. Kadının kocası ile anlaşmalı olarak ev hanımı statüsünü seçtiği ve sadece erkeğin çalıştığı bir zeminde evet mali yükümlülük kocaya aittir ama karşılıklı anlaşma ile karı da çalışıyorsa mali yükümlülük ortaktır. Ortaklaşa bir bütçe yapılacak, gelirler bir havuzda toplanacak ve giderler yine anlaşmaya bağlı olarak yapılacaktır, yapılmak zorundadır. Doğrusu budur. Fıkıh kitaplarında var olan o içtihadi yaklaşımları üretildiği zeminden kopartamazsınız. Sadece o hükmü alıp o hükme gerekçe teşkil eden arka plan şartlarını yok sayamazsınız. O içtihatlar o zeminde geçerlidir.  Zaten üretilmiş beşeri bilgilerdir ve bugünkü şartlarda toplumsal karşılığı yoktur. Hukuk tarihinin konusudur. Bir okuyucumuzun somut sorular bölümünde yazdığı gibi Alman ve Türk hukukunda böyle dediğiniz şey, “Eğer bugün İslami değerlere göre bir yasamada bulunulacak olsa bu konu nasıl kanunlaştırılırdı?” sorusunun da cevabıdır. Aynen böyle kanunlaştırılırdı. Seçici okuma yapılmamalı, bütüncül bakış ufku kaybedilmemeli derim.

Son olarak, yemek, çamaşır, ütü, çocukların bakımı, temizlik vs. konuları ne olacak sorusu akla gelebilir? “Geleneksel anlamda kadının vazifesi olan bu işler çalışmasına rağmen hala kadının sorumluluğu altında mıdır? Erkeğin ev işlerinde hiç mi katkısı olmayacaktır?” 3 yazıda dile getirmeye metodolojiyi kullanarak bu soruya cevap arayın, karşınıza çıkacak cevap bellidir. Tabii ki ev işleri de tıpkı aile bütçesinde olduğu gibi ortak olacaktır. Orada da eşler karşılıklı oturacak, kendi aralarında adil iş bölümü yapacak ve hayatı birlikte götüreceklerdir. Erkek yemek, çamaşır, ütü vb. kadının görevidir dayatmasında bulunmayacak ve bulunamayacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

10 YORUMLAR

  1. Inandigi gibi yasamayanlar, yasadigi gibi inanmaya mahkumdur!

    Ayrica din meselesi eninde sonunda kisinin bildigi, anladigi, isine geldigi, hosuna gittigi ile sinirli! Ister eskisini al, ister egip buk bugune uygun hale getirdim de, insan ‘ene’sini ve Rabbini; kendi acz, fakr, noksan ve kusurunu bilmedikce anlasmazliklar hep icimizdeki ‘firavunlasmis’ nefsimiz kaynakli olacak ve onun tarafindan cozum tikanacak. Kimimiz eski hukumleri, kimimiz yeni yetme hukumleri isimize geldigince kullanmaya calisacagiz.

    Yavas yavas Isevilesme surecinde bir muslumanlik etrafta( icimizde Mormonlasmaya tesne bir suru tip), o da ne kadar muslumanliksa iste! Mu’minlik mi? O eski kitaplarda hos bir sadâ olarak kalmis!

    Bedevîler “inandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama “İslâm olduk.” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Hucurat 14- Elmalili mealinden

  2. Yazarimizin ilk ve kalin puntolu paragrafini bir okuyunuz ve düsününüz: Bugün bütün ruhu ve akliyla 1400 öncesinde yasayan hangi kadin evin gecimi sana ait diyordur? Hepimiz biliyoruz ki o kadina bunu söyleten modern zamanlarin simarikligidir. Böyle bir seyi söyleyebilen bir kadinin icinde yasadigi tek evren sosyal medya olabilir.

    Yazarimiz resmen „verili durum“ söylemi üzerinden bugüne ayar vermek icin yanlis örnekler seciyor ve bunu „Şu gerçeği kabullenelim“ gibi cümlelerle bize bunu dayatiyor. Söylediklerinin hepsi dogru ama bunu „dün dündür bugün bugündür“ söylemine yapistirmak istiyor. Sen bunu yaptiktan sonra istedigin kadar kadina „Böyle ama sen bunu böyle farz etme“ de. Cin siseden cikmistir artik. Gecmisler olsun!

    Yazarimiz günümüzün sosyal hayatini cok iyi kavradigini düsünüyor ve bunun üzerine fikir beyan ediyor maalesef. Bugün icinde yadadigimiz toplumda erkekler zaten ev gecindirme yükümlülügü ile yetismiyorlar. Cogunun böyle bir derdi yok.

    Özellikle Avrupa´da yetisen kizlarimiz neden erkeklere nazaran okullarina, mesleklerine asiliyor zannediyorsunuz? Olur da evlenemezlerse, evlenir de bosanirlarsa kendi ayaklari üzerlerinde durmak icin. Cok malesef ki bircok Müslüman kiz kendi gibi mesleginin pesinde kosan, o mükellefiyeti yüklenecek Müslüman genc bulamadigi icin akli basinda gayrimüslimlerle evlenmeyi bile göze alabiliyor.

    Günümüz kadini dini acidan su veya bu yönde ikna edilmeye müsait degil artik. Bu konuda yatirim yapilacaksa bu erkeklere yönelik olmali. Mesleki acidan güclenen erkek sayisinin artmasi evde güclü bir erkek figürünü de destekler ve cocuklar da baba otoritesinin yararlarindan faydalanarak, simarmadan yetisirler.

    Ama bu kimin umrunda. Evlilik müessesinde imamin, reisin erkek olduguyla ilgili tonla hadis orda öylece dursun. Biz yeter ki her seyi verili duruma baglayip bugünümüzü dünden koparalim. Tekrar etmek zorundayim sanirim: Ictihat gerektiren cok konu var. Ama insanin her zaman insan ve her zaman sasar oldugunu unutarak ayar vermeye kalkmak tehlikeli.

    Bizim meselemiz hükümlerin iyi anlasilmasi degil, simariklik ve terbiyesizlik. Kadin icin de erkek icin de.

  3. Raci C. nın görüşlerine katılıyorum. Sayın Kurucan, görüşlerine değer verdiğim bir fakihdir. Ancak bu yazı serisinin özellikle 2. Bölümündeki dayatmacı üslubu hoş bulmadığımı belirtmek isterim.
    İçtihat kapısını eğer bu şekilde aralarsanız o zaman başka sorunlar ortaya çıkacaktır. Örneğin, sayın Kurucan’ın yaşadığı toplumda erkek mühendis ve yılda 30 bin dolar kazanıyor ve kadın ise doktor ve yılda 200 bin dolar kazanıyor. Erkek sorumluluk sahibi değil, iradesiz ve tembel. O zaman söylediğiniz nasıl olacak. Eğer yükümlülük erkekte kalırsa mecbur hisseder ve gücünü zorlar. Hayat müşterek derseniz o zaman erkeği atalete iter ve sorumluluklarını yerine getirmenin ağırlığından kurtarır asalak haline getirmiş olursunuz.
    Diğer yandan Allah fıtratları farklı yaratmıştır. Erkek güçlüdür. Bu sadece fiziki anlamda değil, ruhsal olarak da böyledir. Kadın ise tam tersi. Eğer her iki cinse aynı yükümlülükleri yüklerseniz bu kadına haksızlık olmaz mı?
    Öte yandan örf, adet ve gelenekleri nereye koyacaksınız. Efendimizin ASM Neşet ettiği toplumun ananevi durumunu kıstas olarak alıyorsunuz ama günümüz şark toplumlarının yapısını gözardı ediyorsunuz. Bizim toplumumuzda kadın, çalışarak eve maddi katkıda bulunsa dahi erkek tarafından yine de, ev işlerini yapan, çocuk doğuran ve çocuğuna bakan, eşini memnun eden bir obje olarak görülmektedir ki kabiliyetler ve yaradılış da böyledir. Erkeklerin kahir ekseriyeti yemek, bulaşık, çamaşır, ütü, ev temizliği ya bilmez ya da yapmak istemez. Eğer bunları da kadının üstüne yıksanız zulüm olmaz mı? İnanın bu nedenlerle kadın tarafından başlatılan hukuki mücadeleler sonucu olan boşanmalar daha fazladır. Eğer hâlâ Türkiye haberlerini izliyorsanız hem boşanmaların nedenini görür ve hem de basit sebeplerle meydana gelen kadın cinayetlerinin ne kadar fazla olduğunu görürsünüz. Tam da bu nedenlerle İslam dini kadına pozitif ayrımcılık tanımıştır. Sizin yazınız ise bu farklılığı yok ediyor. Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu erkeklerinin yapısını, kadınların çilesini bilmiyor olabilirsiniz. Temsili bir dindarlığın olduğu bu yerlerde içtihadınızı esas kabul eden erkeklerin zulmünü artırması size vebal yüklemez mi?
    Kadın doğuran varlıktır. Ya doğum sıkıntılarını nereye koyacaksınız. Beşer adaleti olan pozitif hukuktan örnek veriyorsunuz ve içtihadınıza bağlam yapıyorsunuz ama çalışan hamile ve doğum yapan kadına pozitif ayrımcılık yapılmasının onun fıtrat özelliğinden kaynaklandığını gözardı ediyorsunuz.
    Yazınız sanki, kadınlardan kaynaklanan maddi anlayışsızlık sorunlarına karşı bir öfke patlamasının tezahürü gibi. Oysa bu durumda dahi erkekler üzerinden konunun ele alınması gerekmez miydi? Gerek Kur’an’ı Kerim’de ve gerekse Hadisi Şeriflerde kadını önceleyen onca delil varken boşanmaların kadın maddiyatına indirgenmesi şaşırtıcı.
    Kavvam tayin edilen erkeklere Efendimiz gibi tavsiyelerde bulunarak tersten fıkhi çözüm üretmeli ve nasihatte bulunmalı değil miydiniz?
    Sizin bu yazınızla amel edilmez umarım, eğer edilirse sorun katmerlenir. Yüzyıllardır devam eden İslam fıkhı elbette sizin 3 yazınızla değişecek değil ama yara almadan görüşünüzü tashih etseniz iyi olur diye düşünüyorum.
    Kaldı ki o dönemde de ticaret yapan kadınlar vardı. Elbette bunların en meşhuru Hatice Validemiz. O zaman sizin ileri sürdüğünüz o dönemin şartları ibaresi geçersiz mi? Ayrıca siz de söylüyorsunuz; hadiste geçen tasadduk ifadesi bir zorlamayı değil iradeyi yansıtır.
    Alemşumül olan Kur’an ve Sünnet ortadayken zorlama bir içtihat yeni sorunları beraberinde getireceği için bu kaydı buraya düşmeyi görev bildim. Saygılarımla.

    • Merhaba, yazdıklarınıza katiliyorum. İfadeler çok net. Ama şu erkeklerin bedenen ve ruhen daha kuvvetli olduğu konusu biraz kişilere göre değişkenlik gösteriyor. Ya da erkekler kendilerini is yapmamak için o hale meyilli gösteriyor. Ben bu zaman ki sartlarida göz önüne alarak (yine de nasip diyelim) çocuk sahibi olmak istemedim. Biliyorum ki hem çalışıp hem çocuk bakıp hem de ev işleri üzerime kalacak. Bu adaletsizliği erkeğin görmesi lazım. Türk kadını o kadar şartlanmış ki her işi omuzlanmaya. Bu da genel bir cümle olmasın. Yine herkesi kapsamaz. Ekseriyet diyelim.

      • Ayse hanim, erkeklerin önünde iki büyük engel var. Birincisi ev islerini yapacak sekilde yetistirilmediler. Cogu ev isleriyle evlenince tanisiyor. Ve onu asmak cok zor. Düsünün bi gün hesabinizda olmadan ac kalsaniz kendinizi hasta gibi hissedersiniz ama Ramayan ayinda bu aclik duygusunu o kadar hissetmezsiniz.

        Ikincisi, 30 yasina geldiginde ilk defa böyle bir sorumlulukla karsilasan erkek bu konuda baski görürse gücünün sorgulandigini hisseder ve bu haliyle ters teper. Güclü olsun veya olmasin erkek gücünün, forsunun, fiyakasinin cizilmesini hazmedemez, aksine takdir edilmesini ister. Bunun daha iyi anlasilmasi icin söyle diyelim: Bir kadin da güzel olsun, cirkin olsun, güzelliginin sorgulanmasini istemez, her halukarda takdir bekler.

        Dediginiz gibi bazen gercekten kadin daha güclü olabilir erkekten, evet bazi erkekler de var ki simetri hastasidir, bulasik bezi eline yakisir, bos dururken veya sizinle konusurken bi yeri temizler. Simdi böyle bir evlilikte karsi tarafi eksikligi üzerinden degerlendirmek ise yaramayabilir. Herkes istiyor ki, karsi taraf mükemmel olsun, ben karsi tarafin eksigini kapatayim diyen yok, halbuki evliligi n özü bu, amaci bu. Burda iki insanin birbirini insan yapmasi gibi harika, sihir dolu bir güzellik var.

        Bir insan sizi insan ediyor, siz de bir insani insan ediyorsunuz. Bundan güzel bir sey mi var? Yoksa biz vefadan, ikramdan, ihsandan nasil bahsedecegiz. Bunlar önce evde basliyor. Kendimi patronumun hirsina feda edecegime esimin kusurlarina feda ederim daha iyi. Elbette istismar edilmemek, aptal yerine koyulmamak sartiyla.

        Ücüncü bir sorunumuz daha var: Eskiden iyi-kötü toplumsal bir mekanizma vardi ve karakteri birbirine uygun insanlarin evlenmesi daha kolaydi. Bugün evlenen insanlar her seyi kendi yapmak istiyor ama böyle bir mekanizmadan da yoksun. Kendi kriterlerini öne aliyor, kafasina göre evleniyorlar ve sonuc hüsran oluyor. Bu da bizim modern dünyada alternatif bir toplum üretememis olmamizdan kaynaklaniyor.

        Üretemeyiz de, cünkü toplumu tanimiyoruz. En kötüsü de, toplumu tanidigimizi zannedip hüküm güncellemeye cesaret ediyoruz. Mesela bakiniz herkes erkeklerin ev islerindeki yoklugundan bahsediyor. Halbui bugün ev isleriyle evlendikten sonra tanisan ve ayni zorlugu yasayan kadinlar da var. Ve kavganin siddetlenmesi de aslinda bundan. Yani kadinlarin kendini feda etmesi dönemini de gectik artik. Ikisi de yapmak istemiyor.

    • Bunun bir diger zarari da Hizmet mensubu insanlari yanlis yönlendirme potansiyeli tasimasi. Bu gibi konulara Hizmetin diger ilahiyatcilari ya deginmiyor ya da medyatik bir dille hitap etmedikleri icin asil kitleye ulasamiyor. Sonuc olarak Ahmet Kurucan bu gibi konularda yazdigi zaman bunun Hizmetin görüsü gibi algilanmasi ihtimali cok yüksek. Cünkü biz toplu olarak ayni seyi düsünmeye, ayni seye inanmaya talimli bir topluluguz. Mikrofon sadece yazarimiza ait ve rakibi yok. Bu konuda diger ilahiyatcilarin görüsünü alacak bir gazetecilik de maalesef henüz yok.

  4. “Bir Müslüman, Allah’ın rızâsını umarak ailesinin geçimini sağlarsa, yaptığı harcamalar onun için birer sadaka olur.” (Buhârî, Nafakat 1; Müslim, Zekât 48)

    “Bir kimsenin kendisi ve ailesi için yaptığı harcamalar da bir sadakadır ve harcamaya öncelikle kendi ailesinden başlamak, akrabasını ve yakınlarını gözetmek gerekir.” (Buhâri, Zekât 18; Müslim, Zekât 38, 95, 97; Ebû Dâvûd, Zekât 46)

    “Bir kimsenin sarfedeceği en faziletli dinar, kendi aile fertlerine infak ettiği dinarla, Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcadığı dinardır.” (Müslim, Zekât, 38; Tirmizi, Birr, 42; İbn Mace, Cihâd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 279, 284).

    “Akrabaya yapılan yardım, akraba olmayana yapılan yardımdan iki misli daha sevaptır.” (Tirmizi, Zekât 26; Nesâî, Zekât 82; İbni Mâce, Zekât 28)

    “Hanımlarınızın sizin üzerinizde, durumlarına uygun olarak yiyecek ve giyecek hakları vardır.” (bk. Ebu Davud, Menasik, 56; İbn Mace, Menasik, 84)

  5. Din, güzel ahlaktir. “Benim kazandigim bana, senin kazandigin bize” diyen bir kadina veya “ikimiz de aksama kadar calisiyoruz ama eve gelince sen calismaya devam edeceksin” diyen erkekle ilgili hüküm aramak, onu reforme etmek, güncellemek, yoksa gelistirmek o kadar sacma ki.
    Bu insanlarin öncelikle iyi bir terbiyeden gecmesi gerekiyor veya iyi bir toplumsal pilot proje üzerinden yetismeleri gerekiyor. Güclü erkek, donanimli anne bunlar özellikle bu devrin olmazsa olmazi. Bu projede eslerden birinin yarim gün calismasi elzem. Baska türlü bu isin cözümü de yok.

    Dinin güzel ahlaki her zaman verilebilir, ama bugün dinin hükümlerini vermeye kalksak zaten resmi bir baglayiciligi yok ve tartismaya, istismar etmeye son derece acik. Kaldi ki, iste böyle bugünü kavradigini zannedip güncelleme yapinca isler sarpa sariyor.

    Bence bu konuda istahi olan ilahiyatcilarimizin maddi konulara egilmesi gerekir. Misal Avrupa´da mihir vermek, zekat vermek. Bugün bi kadin kocasindan bosansa onu insan olarak ayri, anne olarak ayri, cocugunu yalniz basina yetistiren anne olarak ayri, maasi az insan olarak ayri destekleyen sosyal yardimlar var.
    Zekatin miktari örnegin: Calisan insanlar vergileriyle calismayanlarin gecimini üstleniyor devlet eliyle. Böyle bir ortamda zekatin miktari, önceligi gibi bi dolu yeni soru var.

    Bunun disinda bilim ve teknolojinin hayatimiza soktugu yenilikler var, bunun da ötesinde belki de su saatten sonra günah veya mekruh sayilmasi gereken alanlar var. Insanlarin 16 saat köle calismasi sonucunda satin alinmis ürünler, hayvanlarin cok kötü sartlarda beslenmesi ve tasinmasi, reklam sektöründeki yeni uygulamalar, bunlarin mekruhu, müstehabi, vacibi, farzi yok. Bu gidisle de olmayacak.

  6. Ahmet Kurucan beyin tam olarak ne demek istediğini ve tezinin ictihadi delillerinin yeterliliğini anlamadım.

    Sanki yorum yapanlar meseleyi daha net anlatmışlar.

    İlginç bir durum..

  7. Ahmet abinin yazılarını takip etmeye çalışıyorum.Fakat bu yazı serisine katılmıyorum. Son paragrafta “Tabii ki ev işleri de tıpkı aile bütçesinde olduğu gibi ortak olacaktır. Orada da eşler karşılıklı oturacak, kendi aralarında adil iş bölümü yapacak ve hayatı birlikte götüreceklerdir. Erkek yemek, çamaşır, ütü vb. kadının görevidir dayatmasında bulunmayacak ve bulunamayacaktır.” Denilmiştir. Öyle bir şey Türk müslüman erkekleri için olmayacağına yemin bile edebilirim. Türk erkeklerinin yüzde 80’ni (bu bence çok iyimser) maalesef aşırı derecede rahatına düşkün. Çoğunun el kabileti yok çoğu konuda. Hadi yemek ütü yapamıyor, çocuğuna bakamıyor. Ama evdeki sıradan tamiratları bile yapamıyorlar. Eğer kadın hem çalışmayı hem ev işlerini yapsa teşekkür edip akşama kadar telefona bakıp boş bir vakit geçirme potansiyeline sahipler. Şimdiki zaman koşulları içinde söylüyorum. Son paragrafta dayatmada bulunmayacak bulunamayacaktır denilmiş yazıda, evet dayatmada bulunulmuyor. Akşama kadın yemek yapmamışsa ikisi de eve geliyor ve erkek akşama ne yiyeceğiz diyor. Neden yapmadın demiyor fakat umurunda da olmuyor. Prof. Dr. İbrahim Canan’ın bir kitabında rastlamıştım tam olarak net ifade edemeyebilirim. Bir erkek eve geldiğinde evde hanımı yemek yapmamışsa, tekrar çıkıp sıcak bir çeşit yemek getirmek zorundadır derken bunu çalışan hanımlar için bile değil, evde oturan hanımlar için ifade etmiştir. Keşke kitaplarıma tekrar kavuşsaydım da size net bilgiler yazabilseydim. Özür dilerim. Ben orta yaşta bir insanım. Çevrem hep kendisini dindar zanneden insanlarla dolu. Yemin edebilirim çalışan ailelerde erkeğin hiç yemeği düşündüğünü görmedim, ya da çamaşırı makineye atıp, çıkarıp katladığını, eve geldiğinde çocukları ile bir Hasbihal etmeyi aklettiğini, kadın akşama kadar çalışıp, evin işini de yükleniyor, çocukları ile de ilgileniyor, eve de misafirine de yetiyor. Koca da arada bir karısına ev işlerinde destek oluyorsa kusura bakmasın o da kocanın zaten arada yapması gereken bir şey. Kadın yükün çoğunluğunu kaldırabiliyor ve para kazanıyorsa, parasını evin geçimine vermek zorunda olduğunu düşünmüyorum. Kadın zaten sürekli ailesini her anlamda düşünmek zorunda ve Türk hanımları çok yıpranıyor. Bu şu demek değil, kadın için isterse mehrini bağışlayabilir ifadesi bile kullanılırken kazandığından yardım etmek istememesi düşünülemez. Maalesef yurt dışında evlerini geçindirmekte zorlanan erkeklerin, evliliklerinin yarısından çoğunda çalışmamış hanımlarından gayret ve yardım beklediğini duyuyoruz. Ve evliliklerin çatırdadığını hatta boşanmaların olduğunu. Bu konular bence müslüman toplumlarda bile ülkelere göre değişir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin