Bugünün Kehf Ashabı [Hızır çeşmesine doğru-1]

Yorum | Veysel Ayhan

Hızır çeşmesine doğru-1

Kur’an-ı Kerim kapağı kapalı bir kitap değildir. Tarihsel de değildir.  Ezeli ve ebedi olduğu için kıyamete kadar olmuş ve olacak her hadiseye işaret eder. Bediüzzaman Hazretleri, “sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikin miftahıdır” Yani her devirdeki hadiselerin ve olayların arka planındaki hakikatlerin anahtarıdır, der. Ama bunu bilmek yetmez. Şu sözü de çok önemli: “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim” der ve o kelimelerden biri olarak “nazar”ı anlatır. Nazar ve bakış açısı çok önemlidir. Hatta “im’an-ı nazar” diyerek “mübalagalı bir şekilde dikkat etme, kendini verme” zikredilir. Bu dikkat ve titizlik, hedeflenen gayenin bize açılması için bir “dua”dır. Hocaefendi, Kur’an’a “nazar”ımızın şöyle olmasını ister:

“Bir mü’min, Kur’an-ı Kerim’in hemen her sûresinin, her maktaının, hatta her ayetinin bir manada kendisine baktığını nazar-ı itibara almalıdır. Bu zaviyeden, Kehf Sûresi’nde anlatılan kıssaların bizimle çok ciddi alakası vardır.”

Seyyid Kutup da aynı noktaya dikkat çeker: “Kur’an’da yer alan kıssaların asıl amacı, tarihi tespit değildir. Amaç, kıssalardan yararlı netice çıkarmaktır.” der.

Kehf Suresi bugünlere bakan müthiş bir hazine. Şu bölümleri var: Ashab-ı Kehf’in kıssası, iki bahçe sahibinin hikayesi, Hz. Musa’nın Feta’sı ile yolculuğu, Hz. Musa’nın Hızır’la yolculuğu, Zülkarneyn kıssası.

KEHF’E ÇEKİLME

Kehf Ashabı olmak bir “dua”nın neticesidir. Surenin başlarında “feta”nın duası vardır. Suredeki tüm imtihanlar bu duanın tabii gerekleridir. “O yiğit gençler mağaraya sığınmış ve şöyle dua etmişlerdi: Rabbimiz, katından bize hususî bir rahmet ver, bize yardım et, önümüzü aç ve şu işimizde doğru ve rızana uygun olan ne ise onu bize nasip eyle!”(18/10) Sürekli etmemiz gereken bir duayı Kur’an bize telkin eder. Bu duanın en çok tekrar edilmesi gereken yer uzlet yeri olan mağaradır. “Kehf”dir. Duanın kabulü Kehf süresinin devamını getirecektir.

Kehf ashabı “Devlet gücü zalim ve gaddar insanların eline geçince, Neronlara rahmet okutacak zulüm ve işkence inanan insanların mukadder akıbetleri olmuş ve bu mâkus tali’ değişeceği ana kadar da görmedikleri zulüm ve çekmedikleri çile kalmamıştır.”(Prizma)

Zalim kralların ve avenelerinden kaçıp “Mağaraya çekilme ve gaybubette bulunma” dönemi Hz. Hızır’la yolculuk öncesi yaşanması gereken bir zaman dilimidir.

O günün fetası (yaş önemli değil, ruhen genç ve dinç olanlar da “feta” tanımına girer.) şerli ve zalim bir idareyle mücadele etmeye güçleri yetmeyince şehir ve saray hayatını terk ederek mağaraya çekilmişlerdi. Romalı’lar da oradan bir daha kurtulamasınlar diye mağaranın ağzını kayayla kapatmıştı. Yani mecburi bir saklanma dönemi olmuştu. Bu gençler Allah’ın lütfuyla orada uzun süre uyanmayacakları derin bir uykuya dalmışlardı.

“İnsanların kimi, ‘Onlar, üç kişi, dördüncüsü de köpekleri idi.’ diyecekler. Bazıları da, ‘Beş kişi, altıncısı köpekleri idi.’ diyecekler. Bunların hepsi gayb hakkında tahmin yürütmekten başka bir şey değildir. Kimileri de, ‘Onlar yedi kişi olup sekizincisi köpekleri idi.’ derler. De ki: ‘Onların sayısını ancak Rabbim bilir.” (18/22)

ZORUNLU UZLET

Her devirde zulümden kaçıp böyle mağara hayatı yaşayan ya da yaşamaya mahkûm edilen insanlar olmuştur. Kur’an, betahsis kaç kişi olduklarını belirtmez. Muğlak bırakarak her devrin “Kehf ashabı”na işaret eder. “Feta” için mağarada uzlet, istikbal için bir zarurettir. Hz. Hızır’a vasıl olmanın yolu buradan geçer:
“Ciddî bir tecerrüt, uzlet ve halveti olmamış, iradî veya gayri iradî böyle bir çile devrini doldurmamış insanların “vâsıl” olmaları elbette mümkün değildir. İşte bu merhale, bir şekilde katedilmelidir ki, Hızır’la buluşma yoluna girilebilsin.” (Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar)

NİMET SAĞNAĞI

Ashab-ı Kehf’in mağarada kalma dönemlerinde art arda nimetler sağnak gibi yağar: “Biz de onların hidâyetlerini ve yakinlerini artırdık.(18/13) Bu inziva ve uzlet döneminde hidayet ve yakinleri artar. Sonra “Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabt ettik…”(18/14) Kalpleri sabır ve kararlılık kazanır.

Ve  Allah’ın rahmetiyle kuşatılırlar: “…haydi öyleyse mağaraya çekilin ki Rabbiniz rahmetini üzerinize yaysın…” (18/16) Son bir işaret dikkat çekicidir. “…sizi koruyup gözetsin, işinizde size kolaylık ve fayda ihsan etsin.” (18/16) Bu ayette Kehf ashabının daha sonraki misyonlarına ait işin veya mesleklerine ait bir kısım ledünni donanımın kazanılması melhuz olabilir.

Ashab-ı Kehf kadri “anlaşılmamış” bir topluluktur. “Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne yapacaklarını tartışmaya girişti. Bazıları: -Onların anısına bir anıt dikin, biz gerçek durumlarını anlayamadık…” (18/21) Ashab-ı Kehf’in kıymeti, yaptıklarının değeri çok sonra, yani “Kehf” sonrası anlaşılacaktır. Önce onları gerektiği gibi takdir edemeyen belki de yanlış takdir eden halk sonra onların gerçek çehrelerini görünce onlar için anıt dikmek ister.

Surede mekanla ilgili kapalı bir ifade var: “Baksaydın, güneşin mağaralarının sağ tarafından doğup yalayıp geçtiğini, sol tarafından onlara dokunmadan battığını, onların da mağaranın genişçe bir yerinde bulunduğunu görürdün.”(18/17) “Kehf” sözlükte büyük ve geniş mağara anlamına gelir. Güneşin sabahları sadece dar aralıklardan, açılmayan perdelerden şua olarak girebildiği sonra “onlara temas etmeden” kaybolduğu “büyût”a işaret eder mi bilmiyorum. Eğer Kehf ashabı olmak pek çok devirde mukadderse bir devirde mağarayla temsil edilen hakikat bir başka devirde bir başka şekilde temsil ediliyor olabilir.

SU YERİNE ZEHİR İÇMEK

Ashab-ı Kehf olmak, Hızır (as) ile yolculuğa çıkmak cebren yani bir zorunluluğun neticesi olarak da ortaya çıkabilir.

“Dünden bugüne bunu iradesiyle yapanlar yapmış, bazıları da iradesi dışında bu yola sevk edilmiştir. Düşünün ki Asrın Çilekeşi, seksen küsur senelik hayatında dünya zevki namına bir şey tatma imkânı bulamamıştır. Evet, o ömrünü ya harp meydanlarında ya esaret zindanlarında ya memleket mahkemelerinde ya hapishanelerde ya da sürgünde geçirmiştir. Bu da onun için gayri iradî bir Ashab-ı Kehf hâline gelme ve ardından gidenlere de bu mevzuda tam bir örnektir. Allah’a ulaşma istikametinde yürünen yolun muktezası budur. Ateşten hendeklerin içine girmeden, su yerine zehir içmeden, birkaç defa cendereden geçmeden, Yunus’un ifadesini az değiştirerek söyleyeyim: Sen vâsıl olamazsın… ” (Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar)

“Mağaraya çekilme, toplumdan kaçma şeklinde düşünülmemelidir. O sadece bir gerilime geçme devresidir ki, başta Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) olmak üzere bütün büyükler hep böyle bir dönemden geçmişlerdir. Efendimiz, Hira dağında bir mağaraya çekilmiş. İmam Gazzâlî belli bir devreyi mağarada yaşamış. Zaten tasavvuf ehlinin hemen hepsi de böyle bir gerilime geçiş devresini şart koşmuş ve her fert kendi ihtiyacı nispetinde bir çile devresinden geçmiştir. Hem her zaman toplumu irşada hazırlama için günahlardan teberri ile böyle bir uzlet devri geçirme büyüklerce kaçınılmaz görülmüştür… Evet, tebliğ ve irşad insanları önce tıpkı Ashab-ı Kehf gibi dolmalı ve ciddî bir metafizik gerilime geçmelidirler.” (Zihin Harmanı)

Yarın: Hızır çeşmesine doğru-2

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Şu ifade ne kadar zarif bir ifadedir değil mi?

    “sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikin miftahıdır”

    telaffuz ederken sanki suyun boğazınızdan süzülüp midenize ulaşması kadar akıcı.

  2. Vefa nedir?
    24 yıl h…..çesitli kurumlarında bir mücahir gibi memleketimden hep uzaklarda çalıştım.
    Hasbel kader son yıl okulda çalıştım ve ön izin belgem iptal oldu.
    Dur dediler durdum. İş durumu olmadı. İş durumu bu sene de olmadı.
    Bir oğlum üniversitede okuyor. Bir oğlum kurs merkezine gidiyor. Bir kızım 11. sınıfa gidiyor. Eşim gaybubet yaşıyor. Ben iki yıldır iki çocuğuma bakıyorum.
    Eşimin ailesi beni evden kovdu.
    Benim ailem hayatta değil.
    Ve şu anda bulunduğum yerde, kibarca eşimin ailesinin yanına git deniyor. Yani kavuluyorum.
    Bulunduğum yer yaklaşık oraya 900 km uzaklıkta.
    Vefa bu mu? Vefa buysa şimdi ben yaklaşık 30 sene kandırıldım mı?

  3. Muhterem “İB”..
    Vefa; inandığı dava uğruna, kandan irinden deryaları geçmeye azimli ve kararlı olmaktır.. Ve bunu yaparken, ah etmemektir.. Hakiki Vefiyy olan Zât’tan başkasından ve dahi sebeplerden medet beklememektir..

    “Dertliyim dersen, derdinden ah eyleme;
    Ah edip ağyarı derdine âgâh eyleme”

    “Derman arardım derdime,
    Derdim bana derman imiş..”

    demektir vefa..
    Vefa sabitkadem olmaktır..
    Vefa, şekva etmemektir..
    Herkes darmadağın olmuş.. Çoğunun çoğundan haberi yok.. Kimin derdi nedir, bilen yalnızca Allah’tır.. O biliyorsa ne gam.. “Allah var gam yok!”

    Musibetler sağanak olmuşsa, aynen hastalıklar gibi birer vazifedar memurdurlar.. Vazifelerini yapıp gideceklerdir..
    O gün gelene kadar, sabır fonunu zamana yayıp tüketmemeli.. günlük yaşamalı belki de..

    Siz de -bir yönden- haklısınız.. Fakat arkadaşların durumunuzdan haberdar ol/a/madıklarını zannediyorum.. Birilerine ulaşamadınız mı acaba?

    Modern harici kafalar, sizi evlerinden kovuyorlarsa, evinden kovulan Mus’ab’ı ve yanlış hatırlamıyorsam Huzeyfe’yi hatırlayın.. “Her zaman için aynı sıkleti (yani ağırlığı) aynı kuvvet kaldırır” fehvasınca, ashabın talip olduğu ve kavuşmak için yüksek bedeller ödediği mazhariyetlere ulaşabilmek için, bizlerin de aynı bedelleri ödememiz, bu işin yani hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’nin ruhunda vardır.. bunu baştan müdrik olmalıyız bir kere..
    Ayrıca he diyor ki: “Son asrın müceddidi, gelecek olan tazyik hususundaki endişesini ifade ederken ‘dilerim Cenâb-ı Hakk bize pahalıya satmasın’ der.”

    Belki bu güne kadar -bu günlere nisbeten- rahat ile bu günlere gelen hizmet/hizmet insanı olma/Allah’a sadık kul olma, belki de bu günlerde gerçek pahasıyla satışa çıkmıştır demeliyiz ki, ödediğimiz bedeller bize ağır gelmesin..

    Çekilen her sıkıntının, ahiret adına günahlara keffaret ya da yeni lütuflara kapı aralayan mukaddimeler hükmünde olduğunu düşünelim ki ferahlayalım..

    Ayrıca, adak kurbanın etini, sahibi yiyemez.. Aynen öyle de, “adanmışlar”, kendi ömürlerinden, nefisleri adına kam almak gibi bir hedefleri olamaz.. Kalben terk-i dünya etmişlerin, dünyaya dair beklentileri olamaz.. Adanmış bir ömür, sahibinin değildir. O ömür Allah’a aittir.. Sahibine ahiret vardır.. Allah dilerse, dilediği kadar dünyadan da tattırır.. Tattıklarımıza şükür, tatmadıklarımıza isyan değil hamd gerekir..

    Rabbim hepimizi görüyor. Halimizi biliyor. O halde ne gam.. Onun yakınlığı her şeye değer.. her bedel o yakınlık uğruna azdır.

    Önce biz her halimizde Allah’tan razı olalım ki, sonra da O bizden razı olsun..
    Çünkü seyr-u sülukta bile önce râziye, sonra marziyye makamı gelir..
    “İrci’î ilâ rabbiki râziyeten merzıyyeh” (Sen Rabbinden razı, O da senden razı olarak dön.”)

    Selametle..
    (Boş beleş bir kardeşin de, hiç bir hizmet edemiyorum diye, kendini böyle oyalıyor işte.. Kimseye faydası olmayan fakat elinden de bu geliyorsa, yapmalıyım diyen, kaderdaşınız.. inanın nefsime dediklerimi dedim size de..
    “Cemâlinle ferahnak et ki yandım ya Resulallah!”)

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin