Bu filmi kaç kez gördük?

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Geçmişten adam hisse kaparmış.. 

Ne masal şey!Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?..”

M.A.E

Allah binler rahmet eylesin, Aykut Barka tanıdığım en aklı başında, akl-ı selim ve duygularının bilimsel putlaştırmalara teslim olmasına izin vermeyen bir bilim insanıydı. 

Başka ekran şaklabanları gibi değildi rahmetli Prof. Barka..

Bir televizyon konuşmasında Celal Şengör sallayıp savurdukça Aykut Hoca arkasını toplamaktan neredeyse fikirlerini ifade etmeye fırsat bulamamıştı. 

İşte o günkü konuşmasından aklımda kalmış. 

Aykut Barka şöyle demişti: 

“Aslında öldüren deprem değildir, insanlardır! Yaptığımız çürük evler, yanlış şehirleşme, altyapısız yollar ve yanlış zemine kurulan yapılar maalesef büyük acılara sebep olmaktadır. Deprem bu dünyanın bir gerçeğidir. Bunu idrak ettiğimiz gün, büyük acılar yaşamayız…”

Dikkat buyurun, neredeyse çeyrek asır, 25 yıl önce söyledi bunları rahmetli. 

99 Depremi’nden bu yana ne millet, ne devlet olarak neredeyse hiçbir şey yapmayan Türkiye, maalesef yine büyük bir acıyla sarsıldı. 

Rahmetli Prof. Aykut Barka

Rakamları, mekanları biliyorsunuz. 

17 Ağustos sonrasında devrin siyasetçileri deprem bölgesine gitmiş ve sadece “Allah daha büyüğünden saklasın” demiştiler. 

Bugünküler ise “Bu işin fıtratında bu var” diyorlar. 

Evet, deprem kaderdir ama tedbir almamak, binlerce, on binlerce kurban vermek kader değildir sevgili dostlar. 

“Efendim deprem 7.4, Kur’an-ı Kerim’de 7. Sure, 4. Ayete baktığımızda tam da zelzeleyi anlatıyor” diyen zevzeklere de kanmayın.

Haddizatında depremin şiddeti de 7,8’dir. 

Gerçeklerden ziyade rakamlarla uğraşmayı, oynamayı seven iktidar ve devlet her şeyde olduğu gibi deprem konusunda da maalesef gerçekleri kendilerine uygun olan ve olmayan şeklinde sınıflamaktadırlar. 

Klasik ifadeyle Türkiye bir deprem ülkesi. 

Bakın size hemen bir örnek vereyim. 

1999 Ağustos’unda Türkiye, tarihinin en büyük depremlerinden biriyle sarsıldı. Devlet günlerce ortalıkta görünmedi. ABD Başkanı Clinton bizim başbakan ve bakanlardan önce bölgeye geldi. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, depremin üzerinden neredeyse bir ay sonra bölgeye gitti. Şimdi o günü anlatan bir haberden takip edelim: 

“Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, dün deprem bölgesinde incelemelerde bulundu. Ankara’dan askeri helikopterle yanına Devlet Bakanı Hasan Gemici ile Bayındırlık ve İskán Bakanı Koray Aydın’ı da alarak deprem bölgesine hareket eden Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, önce Yalova’ya uğradı.

Cumhurbaşkanı Demirel, depremzedelerin kış gelmeden çadırlardan kurtulacağını söyledi. Demirel, ‘Bu şehirleri bir daha yıkılacağı yere yapmayacağız’ dedi.”

Araya gireyim… Bırakınız yıkılan yerlere tekrar binalar yapılmasını, belediyelerde çürük evlerine sağlam raporu verilsin diye rüşvetler havada uçuşmaya başlamıştı. 

1999 depremi sonrasında ekonomik kayıpları azaltmak amacıyla çıkarılan altı vergi arasındaki ÖİV, günümüze kadar alınmaya devam eden tek vergi oldu. Bu yüzden ‘deprem vergisi’ adını aldı.

Uzmanlara göre 2002 ile 2020 arasında yaklaşık 70 milyar lira tutarında deprem vergisi toplandı. Bunun yıllık kurlar dikkate alındığında 30 milyar dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor.

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Meclis’te kürsüye gelip “2002-2020 arasında deprem vergilerinin nerelerde kullanılmıştır?” diye sorunca Bakan Elvan şöyle cevap vermişti: 

“Belirli gelirler karşılığı olarak belirli harcama kalemleri veya projeler için ödenek tahsis edilmemekte, Hazine birliği kapsamında tüm gelirler halkımıza hizmet için yapılan tüm giderlerin karşılanması amacıyla kullanılmaktadır.”

Türkçesi şu; hepsini iç ettik. Deprem felaketi için toplanan 30 milyar doların üzerine bir bardak su içiniz!

Hatırlatayım, 2011’de 644 kişinin hayatını kaybettiği Van depremi sonrasında da “Deprem vergileri nerede” sorusu gündeme gelmişti. Dönemin Maliye bakanı Mehmet Şimşek toplanan vergilerin kullanıldığı kalemler arasında duble yollar ve havayollarını da saymıştı.

İstanbul tarihi boyunca çeşitli depremlerle sarsıldı. 

Bunlardan bilinen en büyük ilk deprem 1509 yılında Sultan II. Bayezid döneminde meydana gelmişti. Bu depremlerle ilgili sahih bilgileri kısmen Ahmet Cevdet Paşa’dan ama özellikle Yunan sismolog Nicholas Ambraseys ve İngiliz tarihçi Caroline Finkel’in çok mühim “The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas: A Historical Review, 1500-1800” araştırmasından öğrenebiliyoruz. Araştırma daha sonra TÜBİTAK tarafından “Türkiye’de ve komşu ülkelerde sismik etkinlikler: Tarihsel bir inceleme 1500-1800”  ismiyle yayınlandı ama ne tarihçilerin ne de yer bilimcilerin bu çalışmayı önemsediklerini zannetmiyorum.

Önce zamanı epeyce geriye sarıp 2. Bayezid Dönemi’ne gidelim. 

10 Eylül 1509 sabahı erken saatlerde İstanbul büyük bir sarsıntıyla sarsıldı. Sakinleri ne olduğunu anlayamadan, tüm şehir yok olmuştu adeta. Uzmanlara göre, İstanbul’da meydana gelen 1509 depremi, Doğu Akdeniz’in ilk binyıldan beri gördüğü en büyük depremdi ve Bolu illerinden Edirne’ye kadar uzanan bir bölgede hissedildi. Bursa, İznik, Gebze, İzmit Körfezi, Bolu, Gelibolu (Gelibolu), Edirne ve Dimetoka (Didimoteicho) gibi geniş yerleri de etkiledi. O dönemde yerli ve yabancı kaynaklara göre, depremde 5.000-13.000 kişi öldü ve 10.000’den fazla kişi yaralandı. O dönemde İstanbul’un nüfusunun150.000 civarında olduğu düşünüldüğünde, bu, kent sakinlerinin yaklaşık %10’unun ya öldüğü ya da yaralandığı anlamına geliyor.

Tarih-i Cevdet’e göre, Padişah ve saray halkı bilinçsiz bir şekilde İstanbul’dan kaçıp Edirne’ye gittiler ama depremin bir sonraki hamlesi Edirne’deydi. Burada yaşanan depremde saraydan bazı devlet adamlarının öldüğü de söyleniyor. 

Deprem gece meydana geldiğinden ölü sayısı yüksekti ve hayatta kalanlar ne olduğunu anlamadan evlerinden kaçtılar.

Deprem, denizde de büyük hareketliliğe sebep olmuştu. Belki bir okyanus tsunamisi kadar değildi ama, Marmara’nın dalgaları surları aşıp evlere doğrudan girmişti. Galata-Balat hinterlandında pek çok insan boğularak öldü ya da deniz sularına kapılarak kayboldu. 

Depremin en vurucu etkisi ise insan psikolojisine olmuştu. İnsanlar iki aya yakın süren artçılar neticesinde kafayı yeme noktasına geldiler. Galata Köprüsü üzerine koşan İstanbul halkı, köprünün zeminini denize batıracak kadar fazlalaşmıştı. Birçok insan aklını yitirdi maalesef. 

150-160 bin nüfuslu İstanbul’da 150’ye yakın ibadethane yerle bir olmuştu. 35 bin konut olan şehirde binden fazla ev, 50’den fazla kule yıkıldı veya harab oldu. Fatih ve Bayezid camileri ağır hasar aldı. 

Deprem Topkapı Sarayı’nı da es geçmemişti. Bayezid’in yatak odası sarsıntıda çökmüş ve padişah dakika farkıyla ölümden kurtulmuştu. Daha sonra saray bahçesinde kurulan çadırda on gün kaldıktan sonra II. Bayezid, konaklamak için Edirne’ye gitti. Tarihçiler ve halk bu deprem için “Kıyamet-i Suğra” veya “Küçük Kıyamet” dediler.

Ekmek, su kıtlığı yaşandı, salgın hastalıklar baş gösterdi. Bu kuraklık ve salgın yaklaşık 20 yıl sürdü. 

Saray elemanları halkın arasına girip tıpkı Süleyman Demirel ya da günümüz iktidarı gibi işi kadere ve fıtrata bağlamışlardı. 

İstanbul’un yeniden imar edilmesi ve bu iş için her haneden “22 akçe” ek vergi alınması kararlaştırılmıştı. Tarihimizdeki ilk deprem vergisi buydu.  

Yalnız hakkını teslim etmek lazım, o dönem toplanan vergiler gerçekten de tekrar İstanbul’un imarına harcandı. 66 bin işçi 3 bin ustabaşı ile 29 Mart 1510’da başlayan imar çalışmaları 1 Haziran 1510’da tamamlandı. İyi hazırlanmış planlar sayesinde sadece iki aylık bir sürede şehrin surları, köprüleri, Anadolu ve Rumeli’nin zarar gören kısımları yıkıldı. Surlar, Kız Kulesi, evler, camiler, medreseler, hanlar ve çeşmeler başarıyla yeniden inşa edildi veya onarıldı.

Başa dönecek olursak; Türkiye bir deprem bölgesi. 

Ancak başta devlet, iktidar ve yöneticilerin tamamı olmak üzere millet olarak bunu çok umursadığımız söylenemez. 

Ve ne yazık ki bundan dolayı her deprem sonrası aynı manzara, aynı hamaset ve aynı acıyla karşılaşıyoruz. 

Diyebileceğimiz – ne yazık ki- tek şey var: Allah masumları korusun!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. yara büyükken genel olarak 7 /24 yazarlari hassasiyet ile yazmanizi ve elestirileri acılar biraz dindikten sonra yazmanizi sizleri seven bir kardesiniz olarak yaziyorum. Anlayisiniz icin Aro. gazeteci ve uzman oldugum konu degil sade bir insani olarak yaziyorum. suan önceligimizi dua ve elimizden geldigi kadar yardim. 🤲

  2. ne zaman ki afetlerde fakirler yerine zenginler ve güç sahipleri ölmeye başlar işte o zaman tedbirler alınır. yoksa gerisi anlat anlat boş.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin