Bizimkisi Meddah Tipi Başkanlık…

Yorum | Bülent Keneş

Söyledikçe sergüzeşti verir bezme eziyet,

Dinle imdi bende-i âcizden nahoş bir hikâyet.

Gönül isterdi ki, hikayemiz nahoş değil de hoş olsun. Meclisimize eziyet değil de letafet versin. Ama neylersiniz ki, şöyle dönüp de ülkenin haline bakanın eziyet verici haller dışında bir şey görmesi artık mümkün olmuyor.

Yaşanan eziyetlerin müsebbibi olan nev-i şahsına münhasır yeni rejimin adına ise, kimileri “başkanlık,” kimileri “partili cumhurbaşkanlığı” diyor. Oysa bendeniz, deve kuşunun ne deveye ne de kuşa benzemesi gibi, bu sistemi, hakkında iddia edilen hiçbir şeye benzetemiyorum. Siyaset bilimi literatürünü karıştırıp duruyorum da mevcut hali, taşı gediğine koyuyormuşçasına, tanımlayacak bir kavrama denk gelemiyorum.

Evet, İslamofaşist Erdoğan rejimi diktatörlük olmaya bir diktatörlük. Ama, nasıl bir diktatörlük? Neticede ‘diktatörlük’ kavramı, herbiri kendine has bazı nitelikler taşıyan baskıcı rejimleri tanımlayan bir çeşit kategori ismi. Yani bir cins isim. Bu yüzden diktatör tanımı, Erdoğan’ın dayattığı sistemi tanımlamakta aciz kalıyor. Neticede bize bir cins isim değil, milleti aldatmakta Erdoğan’ın çok işine yarayan hem eşsiz oyunculuk kabiliyetini, hem de aldattığı amorf kalabalıklardan aldığı destekle inşa ettiği zulm düzenini aynı anda tanımlayacak bir özel isim lazım.

BİR TOPLUMA ANCAK BİN YILDA BİR GELEBİLECEK BİR ‘POLITICAL ANIMAL’

Bu rejimi adlandırmakta siyaset bilimi kifayetsiz kalınca farklı alanlardan yardım almak haliyle kaçınılmaz oluyor. Çoğularının bir topuma ancak bin yılda bir gelebilecek kabiliyetli bir ‘political animal’ (Savcılara mühim not: Sözlükteki Türkçe karşılığına bakıp, ‘siyasi hayvan’ı görüp de ‘Vay, adam Erdoğan’a ‘hayvan’ diye hakaret ediyor,’ deyip hemen dava açmayasınız. Bu yaygın kullanılan bir siyaset bilimi terimi.) şeklinde tanımlamayı tercih ettiği Erdoğan, bir political animal olmanın da çok ötesinde dört dörtlük bir oyuncu. Vaziyet böyle olduğu için, ben de şimdilik onun adıyla anılan rejime belki bir ad bulabilirim umuduyla sahne sanatlarına bir göz atayım dedim.

Bingo!.. Aradığım o kavramı şıpın işi buldum da. Hem de öyle Rönesanslara dönmeme, Venediklere, Cenevizlere, Romalara falan gitmeme gerek kalmadan. Aradığım o kavram meğer pek yakınımızdaymış. Adamın kurguladığı sistem(sizlik) ve düzen(sizlik), meğer geleneksel seyir sanatlarımızdan başlıcası olan o bildiğimiz meddahlıktan başkası değilmiş… Hani elinde bir sopa, omzunda mendilden hallice bir bez parçası bulunan, sadece o mendili ve sopayı kullanarak kılıktan kılığa, kişilikten kişiliğe bürünen, büründüğü kişiliklerin konuşma ve davranışlarını hakkıyla taklit eden Meddah var ya, ha işte o!.. Son örneklerini Levent Kırca, Yılmaz Gruda, Erol Günaydın, Münir Özkul vb tiyatro sanatçılarıyla gördüğümüz meddahlık…

Malumunuz olduğu üzere, klasik bir meddah, seçtiği bir konu içerisinde geçen farklı karakterlerin seslerini taklit eder, mimiklerini ve hareketlerini canlandırır. Genelde kahvehane gibi halkın topluca bulunduğu alanlarda, küçük bir sahne üzerinde güldürme amaçlı oyunlar sergiler. Bizim mevzumuza konu ettiğimiz Meddah ise, her türlü karaktere bürünme becerisini ve her türlü Ali Cengiz oyununu 80 milyonun ve tüm insanlığın önünde sergiliyor.

BU MEDDAH, MİLLETİN YÜZÜNÜ GÜLDÜRMEK YERİNE ANASINI AĞLATIYOR

Bizim Meddah, öyle bir-iki saatlik oyunla da yetinmiyor ha… Yıllardır şekilden şekle, kılıktan kılığa girerek oyununu kesintisiz 7/24 sürdürüyor. Duruma göre doğaçlama oyunlar kuran meddahımız, ağzının, gözünün içine bakan, dikkatle izledikleri her hareketine, her mimikine türlü anlamlar yükleyip bir hikmet arayan, böylece şeyinde boncuk bulacağını sanan milletin yüzünü güldürmek şöyle dursun, yedisinden yetmişine hepsinin anasını ağlatıyor. Ama varsın olsun be!.. Adam çok iyi oynuyor…

Elindeki değneği bir iki yere vurup omzundaki mendili bir iki sallayınca bir bakmışsınız ki en hümanist, en barışçıl, en demokrat, en özgürlükçü adam oluvermiş. Meğer ondan başkası Kürt sorununu çözebilecek değilmiş… Öyle bir oyun öyle bir oyun oynayış ki sormayın gitsin. Gürcü babasından sanki Kürt olmuş. Gürcü anasından sanki Kürt doğmuş… Sahneye ne kadar da hakim baksanıza. Gören dudaklarını ısırıyor… Öyle bir güzel oynuyor ki hınzır, Kürtten çok Kürtçü, Apo’dan çok Apocu sanırsınız alim Allah. Bakın hele bakın, iyice bakın!.. Ayaklarının altına alıp çiğnediği de ne öyle? Ne olacak tabii ki milliyetçilik…

O da nesi, elindeki değneği bir iki yere vurup omzundaki mendili bir iki sallayınca bakın anında milliyetçi oluverdi şimdi de. Bir eli hala Rabia işareti yapadursun, diğer eli nasıl da güzel Bozkurt işaretine dönüşüverdi. Daha dün ayağının altına aldığı milliyetçilik, sanki ezelden ebede amentüsüymüş gibi ne güzel de oynuyor maşallah. Aman Allah’ım o nasıl bir oyun kabiliyeti… Sanki Gürcü bir babadan olmamış, sanki Gürcü bir anadan doğmamış gibi en ırkçı Türkçü’nün pabucunu dama atacak şu oyunculuk kabiliyetine bakın hele. Maşallah, maşallah!.. Adam, benim diyen değme oyuncaya taş çıkarıyor…

Kürtler mi? Ha şu Kürtler… Kendisinin yazıp-oynadığı tek kişilik oyunda Kürtlerin başına bombalar yağdırma zamanı artık… Yaşadıkları bin yıllık şehirleri yıkıp yerle bir etme, kadınlarının, çocuklarının başlarına evlerini geçirme zamanı. Sınırlarımız içindekilerin iflahını kesmek yetmez tabii, sınırların ötesindeki Kürtlere de hayat hakkı tanımama zamanı. Ölen ölüyor, yıkılan yıkılıyor, yakılan yakılıyor, yok olan yok oluyor… Ama iki dakika elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin: Ne kadar da güzel oynuyor? Halden hale girilen tek kişilik bir performans bu kadar mı maharetle sergilenir? Vallahi aşk olsun…

‘DR. JEKYLL & MS HYDE’I OYNAYAN HOFFMAN KISKANMASIN DA NE YAPSIN?

Epeyce bir zaman önceydi, yine bir temsilini izlemiştik hep birlikte. Meddahımız elindeki değneği bir iki yere vurup omzundaki mendili bir iki sallayarak Şamgen mi ne bir şeyler demişti. Ne demişti doğrusu tam anlayamamıştım, ama eminim ki sizin de benim gibi çok hoşunuza gitmişti. Vizeleri, sınırları kadırmak, halkları kucaklaştırmak, ekonomileri entegre etmek falan deyip ne güzel de oynamıştı. Sadece bizim mi, bu oyunculuk performansıyla Suriye’deki 26 milyonun da kalbini fethetmişti. Alkış kıyamet, coşkulu tezahüratlar eşliğinde ne güzel de oynamıştı.

Ama sahne aynı sahne, seyirciler aynı seyirciler olduğu halde, hepimizin gözleri önünde elindeki değneği bir iki yere vurup omzundaki mendili bir iki sallayarak nasıl da bambaşka bir karaktere bürünmüştü öyle. Elinde, tırnaklarında, dişinde masum insanların kanı damlayan bir Kont Drakula’ya dönüşmüştü işte. Ama asıl maharet Kont Drakula’yı oynamakta değil. Asıl maharet hem Kont Drakula’yı hem de Rahibe Teresa’yı aynı anda ve aynı başarıyla oynayabilmekte. Şimdi sorarım size, hangi Oskarlı aktör bizim Meddah’ımızın bu başarısını egale edebilir? Dr. Jekyll & Ms Hyde’ı oynayan Dustin Hoffman kıskanmasın da ne yapsın?

Ne yani, kolay mı sandınız? Adam, zihniyet akrabalığı içerisinde bulunduğu el-Kaide, IŞİD türevi radikal İslamcı terör gruplarını aldı bir güzel eğitti, silahlandırdı, donattı, maaşa bağladı ve Suriye’nin içlerine saldı. Güya, bu el-Kaide, ISİD kalıntılarıyla Esed rejimini yıkacaktı. Bir taraftan azdırıp silahlandırdığı katilleri başka ülkenin insanlarının üzerine salıyor, diğer yandan üzerlerine saldırttığı insanların hamisi olan rejimin en büyük destekçisi İran ve Rusya’yla mercimeği fırına veriyordu. Nasıl da başarılı oynuyordu. İki yüzlülük ahlaksızlığını muhteşem oyunculuk becerisiyle ne güzel de sahneliyordu. Bir ülke yok oluyor, insanlar ölüyor, evsiz barksız yurtsuz kalıyordu. Meddahımız ise, kanlarına girdiklerinin nazarında kendisini, canlarını kurtaran bir kahraman olarak gösterecek muazzam bir oyunculuk sergiliyordu. Kafasına göre dekore ettiği sahne, keyfince şekil verdiği seyirci ve keyfince kaleme aldığı senaryo kendisine ait olunca, oyuncumuzun kabiliyetleri de zirve yapıyordu…

Bak işte şimdi yine elindeki değneği bir iki yere vurdu omzundaki mendili bir iki salladı ve anında ‘Ümmet’in umudu,’ ‘gerçekleşen rüyası’ olmayı başarıverdi meddahımız. Hayır hayır yanılıyorsunuz. Kanlarının eline bulaştığı yüzbinlerce Suriyeli için çırpınıyor gibi yapmakla, bir iki Filistin lafı etmekle, bir iki İsrail sövgüsüyle, dört parmağını açıp elini havaya kaldırarak benzerlerinden binlercesini Türkiye’de bizzat kendisinin içeri tıktığı Mısırlı Esma için bir iki timsah gözyaşı dökmekle elde edilebilecek bir başarı değil bu. Hiç şüpheniz olmasın ki, çok daha büyük bir oyunculuk, çok daha büyük bir kabiliyet gerektiriyor bu başarı.

MEDDAHIMIZIN OYUNCULUK KABİLİYETİNİ HİÇ HAFİFE ALMAYIN!

Bu başarıyı sakın ola ki hafife almayın. Çünkü, bu oyunculuk başarısını elde etmek hiç kolay değil. Mesela, borç için daha yeni el açtığınız Çin’in, toplama kamplarına doldurduğu milyonlarca Müslüman Uygura zulmetmesini kimseye göstermemeyi başarmanız gerekiyor bu başarı için. İçtiğiniz suyun, teşaşür ettiğiniz pisuarın ayrı gitmediği Suudilerin binlerce Yemenli çocuğu katletmesini gözlerden gizlemeyi başarmanızı da içeriyor. Darfur’da yüzbinlerce Müslüman muhalifi katleden Ömer el-Beşir’i Ümmet’in bir başka umudu olarak bağrınıza basmasınızı kapsadığı gibi… Çin’in şarkısını söyleyip, Suudilerin türküsünü çığırıp, Rusya’nın kucağında İran’ın eteğine tutunup Beşir güzellemeleri yaparken ‘Ümmet’in umudu’ rollerini oynayabilmek her oyuncunun harcı mı?

Sorarım size, yüzbinlerce masumu gözaltına aldırıp, bebeğiyle kadınıyla onbinlercesini zindanlara attırıp, mallarını mülklerini gasp ettiği binlerce insanı hürriyetlerinden, işlerinden, aşlarından, evlerinden, yurtlarından, hayatlarından mahrum bırakmışken hala mazlum ve mağduru oynayabilmek hafife alınacak bir oyunculuk kabiliyeti mi ?

Ahlak tanımaz, acımasız, gaddar ve alçak bir zalimken şefkat timsali merhametli lider rolleri kesmek, adi bir fırsatçıyken kitlelere kendini ilke insanı gibi sunabilmek, yularını dün yüzlerine tükürdüklerinin eline kaptırıp tükürdüklerini iştihayla yalarken şecaat arz edip, bu kepazeliği sanki adil olmanın bir gereğiymiş gibi pazarlayabilmek ‘aman sen de” deyip geçilebileceğiniz bir oyunculuk kabiliyeti midir? Hiç sanmam…

Bu başarıyı açıklamak için “N’olacak canım, bildiğin zagon genişliği, sıradan bir yanar dönerlik işte!” deyip geçemeyiz de. Meddahı öldür ama hakkını yeme. Kabul edelim ki, meddahımız çok kabiliyetli ve esnek. Mesela, Ergenekon’un hem savcısı hem avukatı olabiliyor. Hem Kürtçü hem Türkçü olabiliyor. Aynı anda hem zalimi hem mazlumu oynayabiliyor. Hem milliyetçi hem ümmetçi olabiliyor. Tırsakken kahraman havaları basabiliyor. Her şeye burnunu sokan, kontrol manyağı derecesinde detaycı bir muktedirken muhalefeti bile oynayabiliyor. Eli kanlı katilken en insancıl en babacan rolleri kesebiliyor. Kılıktan kılığa giriyor, kisveden kisveye bürünebiliyor…

HAY HAK! YIKTI PERDEYİ EYLEDİ VİRAN…

Elindeki değneği bir iki yere vurup omzundaki mendili bir iki salladımıydı Kavuklu’yken Pişekar’a, Pişekar’ken Kavuklu’ya dönüşebiliyor. Bir Hacivat, bir Karagöz olabiliyor. Hatta yeri geliyor Beberuhi’den bile daha bir Beberuhi olabiliyor. Aynı anda hem İbişliğe, hem de Abdi Beyliğe soyunabiliyor. Abdi Beyliği belki şöyle böyle ama, takdir edersiniz ki İbişlik kendisine ne kadar da çok yakışıyor.

Erdoğan, 80 milyonun gözleri önünde yıllardır tek kişilik bir oyun oynuyor. İşinde ustalaştıkça sahneye de, salona da sığmaz hale geliyor. Herşeyde kendisini görüyor, kendisinde ise herşeyi. Kendi kendisini sürekli yeni bir şeylere yakıştırmaya bir türlü doyamıyor. Gözünü toprak doyurasıcanın gözü hiç doymuyor. Cehaletine bakmadan başöğretmenliğe soyunuyor, paçozluğuna aldırmadan başkomutanlığı oynuyor. Başkanlık, tiranlık, sultanlık derken peygamberlik ve ilahlık sırasını bekliyor.

Son olarak Türkiye Varlık Fonu başkanlığına kendi atamasını yaptığı gibi kendisine layık gördüğü her yere kendisini yine kendisi atıyor. Ama tüm onlar ona yetmiyor. Sadece muktediri oynamakla da tatmin olmuyor. Muhalefetin rolünü gasp ediyor. Hukuk ve demokrasiyi baltalayarak batırdığı ekonominin bir kalemde birkaç kademe faiz artırımına kendisinden başka karar verebilecek hiçbir irade bırakmadığı halde, dönüp o faiz artırımına sanki başkaları karar vermiş gibi, hiç utanmadan, ne güzel de veryansın ediyor.

Hakikaten ne güzel de oynuyor. Elindeki değneği bir iki yere vurup omzundaki mendili bir iki sallayıp da kişilikten kişiliğe geçiş yapmakta ustalaştıkça oyunculuk kabiliyeti eşsizleştikçe eşsizleşiyor. Ona buna aldırmadan, din-iman, ahlak-ilke takmadan içinden geldiği gibi doğaçlamalar yaparak keyfini çıkara çıkara ne güzel de oynuyor…

Of, hay Hak!

Yıktı perdeyi eyledi viran,

Varayım sahibine haber vereyim heman!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin