Bize müstehaktır!

Yorum | Naci Karadağ

Türkiye’de kime sorsak olan biten hakkında net olarak bir şey bilmediğini her akşam TV ekranlarına kurulan geyik masalarından anlamak mümkün. İktidar yalakası, muhalefeti, solcusu, ülkücüsü tek düşman karşısında birleşmiş gibi. Tüm kötülüklerin tek kaynağı var şimdiki Türkiye gündeminde: FETÖ.

Bu ortak şeytan konsensüsüyle başlıyor tartışmalar. Sonra fikirler o kadar çatallaşıp, zıtlaşıyor ki bir şey anlamak mümkün değil. Bizzat anlatanların da bir şey bildiğini ve anladığını zannetmiyorum.

Oysa başkaları için durum böyle değil.

Mesela yaşı başı yerinde, saçı ağarmış, aklî melekesi yerinde olan bir İtalyan’ı yoldan çevirip sorduğunuzda size çok net bir tablo çiziyor. “Ha sizin ‘Reis’ ha bizim ‘Duçe’, fark yok” diyor örneğin.  Üniversitelerde Mussolini’yi koruyacağına yemin etmeden işe başlatılmayan akademisyenlerden, gazete editörlerinin bizzat Duçe tarafından atanmasına kadar yaşanan benzerliklerin altını çiziyor. Zamanla faşist parti sertifikası olmayana yaşam hakkı tanınmamasını anlatıyor İtalyanlar. Şirketlerin, derneklerin nasıl devletleştirildiğini, agresif milliyetçiliğin nasıl adım adım yüceltildiğini naklediyor aklı başında her İtalyan. ‘Faşizmin sözlük tanımına bakın’ deyip gösteriyorlar ayrıca: “Faşizm: Demokratik bir düzen yerine otoriter ve milliyetçi bir düzen kurmayı amaçlayan rejim.”

Bir Rus’a sorduğunuzda çok farklı tepki almıyorsunuz… “Stalin’in ne anlama geldiğini biliyor musun?”diye sorarak başlıyor mesela tarih bilen bir Rus. Gürcistan’da küçük bir kasabada fakir bir ailenin çocuğu olarak doğan Losif Vissarionovich Djugashvili’nin nasıl Rusça’da “Demir Adam” anlamına gelen “Stalin” ismini aldığını anlatıyor özetle. Annesinin dindar oluşundan ve oğluna din eğitimi aldırmasından bahsettikten sonra bir toplumu nasıl uçuruma sürüklediğini anlatıp, Türkiye’de bugün yaşananlarla paralellikler kuruyor.

Bu kadar mı?

Değil elbette…

Örneğin İngiliz tarihçi Alan Bullock, Stalin ile Hitler’in hayatını beraber incelediği kitabı “Hitler and Stalin: Parallel Lives” (Evet evet, kitabın ismi bu!..) ideolojinin iki farklı ucunda görünen bu iki diktatörün hemen hemen aynı kaynaklardan beslendiklerini ve aynı hedefe benzer motivasyonlarla halklarını perişanlığa sürüklediklerini anlatır. Hitler’in savaşı kaybetmeye yakın bir anda yaşadığı en büyük pişmanlığı ise, “Ben de Stalin gibi tüm yakın arkadaşlarımı idam etmeliydim” cümlesiyle nakleder.

Dolayısıyla Avrupa coğrafyasında herhangi birine sorun, size hemen şu cevabı verecektir: “Türkiye’de oynanan filmi çok iyi biliyoruz, çünkü biz daha önce yaşayarak izledik!”

Hele de Almanlar…

Bu nedenle, havuz medyası tetikçileri ve iktidarın angaje entelektüelleri yabancı basının tepkilerini komplo teorilerine yahut lobi çalışmalarına bağlıyorlar ama gerçek öyle değil, bunu görememeleri de doğal, çünkü tüm diktaya giden serüvenin idrak kilitlenmesi yaşayan güruhu benzer şaşkınlığı yaşamış. Kimsenin ekstradan bir halkla ilişkiler çalışması yapmasına gerek yok. Çünkü hemen her Alman bu filmi canı yanarak izlemiş, hala etkisini yaşayanlar var hatta.

Bir Afgan’a sorarsanız şayet, Taliban Rejiminin doğuş süreciyle, Türkiye’nin son beş yıllık toplumsal yarılma süreci arasında benzerlik kuracaktır size. Afgan Devleti’nin 94’te nasıl ırk, toplumsal farklılık ve mezhep üzerinden bölünüp, kendi içine kapanan bir toplum oluşturulduğunu; katı ve bağnaz rejime koşar adım gittiklerini anlatırken şaşırtıcı benzerlikleri göreceksinizdir emin olun.

İsterseniz Afrika’ya geçip oraya soralım. Hatta bizzat günümüz iktidarının stratejist ve teorisyenlerinin kaleme aldıkları raporlara bakalım: “Afrika ülkelerinin ve bölgesel örgütlerin geliştirdiği güvenlik odaklı politikalar kıtaya sürdürülebilir bir barış, güvenlik ve istikrar getiremedi. Bölgesel güvenlik merkezli ve sürekli düşman üretmeye yönelik politikalar Afrika ülkelerinde siyaset, ekonomi ve sosyal istikrar üzerinde olumsuz etkilere yol açtı ve yeni radikal hareketlerin ve terör gruplarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Örneğin; Nijerya’da Boko Haram ve Somali’de Eş-Şebab terör örgütleri 2000’li yılların başından itibaren Afrika’daki en tehlikeli ve radikal terör grupları olarak ortaya çıktı.”

İktidar böyle de muhalefet denilen kesimin farklı mı olduğunu sanıyorsunuz.

Öyle çamlar deviriyorlar, o kadar duyarsızlaşmış durumdalar ki, meseleyi sadece “Aptallar işte” tepkisiyle geçiştirmek mümkün değil.

İktidar değişse Erdoğan’a rahmet okutacak kadar zalimleşme potansiyeli var başta MHP, CHP hatta HDP’de…

Çünkü prensipler, demokrasi, özgürlük ve haklar üzerinden değil, “FETÖ ile mücadele öyle olmaz ama” cümlesiyle başlıyorlar.

Bakın CHP’nin Meclis’teki politika ürettiğini zanneden vekillerine. Şaklabanlığa varan soytarılığı muhaliflik adı altındoa millet yedirmeye çalışıyorlar.

Bir densiz vekil “Maklube denen FETÖ’nün kutsal yemeği” gibi aklı sıra mizah bile yapmaya kalkışıyor.

Medya deseniz durum daha vahim.

Bakınız dünyanın en sayfın 8 yayın organı ortak olarak ülkedeki çete-mafya devletini çok ciddi ve tarihi bir haber yaptı. Başkentin göbeğinde kaçırılan insanlar, işkence ve yok ediş…

Bu kapkaranlık tabloyu bugüne kadar ucundan bile ele almayan ve utanmadan kendine “muhalif” diyebilen basın, hadi kendisi haber yapamıyor ama bu yapılmış hazır habere bile tek satır vermedi…

Bakınız veremedi demiyorum vermedi diyorum. Çünkü Havuz’dan farkı yok Cumhuriyet’in Birgün’ün, Evrensel’in filan…

Kendine demokrat süsü veren bir kaç çakma muhalif haber sitesi de dahildir buna.

Hasılı kelam bu ülkede olan bitenler sadece bir kaç islamcı zalimin millet sulmetmesi değil; medyasıyla, siyasetiyle ve hatta halkıyla zalimleşen, insanlıktan çıkan, otoriterleşip, kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan bir tablonun neticesidir ve ülke olarak hak edilen bir noktadır.

Hatırlayacaksınız…

İktidar yetkilisi “Başımıza ne geldiyse yanlış Suriye politikası yüzünden geldi” itirafı bir dil sürçmesi değildi, bir sürecin neticesinin bilinç dışı itirafıdıydı. Çünkü bir düşmana odaklanıp bütün enerjinizi nefret merkezli olarak buraya yönlendirirseniz, bir süre sonra düşmanınıza dönüşmeniz kaçınılmaz oluyor. Bu sebeple Suriye’nin Türkiyeleşmesini beklerken Türkiye Suriyeleşmeye başladı.

Esad’ın demokrat olması talebiyle çıkılan yolda, bizim yöneticilerimiz ‘Esadlaşma’ güzergâhına girdiler.

Halk Suriye halkına dönüştü…

Medya havuzuyla, diğerleriyle Suriye medyası oldu..

Siyasetçiler zaten hiç bir zaman değil democrat, normal sıradan bir Afrika ülkesi politikacısı düzeyinde bile olamadılar.

Tarih ve günümüz bize, ülke olarak aldığımız yolun adım adım bir felakete doğru olduğunu söylüyor…

Biz ise, iktidar ve gizli ortaklarının birbirine gösterdikleri şeytanı taşlamakla meşgulüz.

Ve biz, bizzat mazlumlar da müstehakız, çünkü geçmişten ders çıkardığımız gibi, bugün de ders almaktan uzak saçma sapan şeylerle kalmayan enerjimizi harcamakla meşgulüz…

Hasılı kelam:

Müstehaktır başımıza her ne geliyorsa ve gelecekse!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Sevgili Hocam, yaziniz cok guzel. tesekkurler.
    Sizden ricam; son paragrafi biraz daha acabilir misiniz?

    `Ve biz, bizzat mazlumlar da müstehakız, çünkü geçmişten ders çıkardığımız gibi, bugün de ders almaktan uzak saçma sapan şeylerle kalmayan enerjimizi harcamakla meşgulüz…`

  2. Sayın yazar bu paragrafı da açabilir mi siniz.
    Ve biz, bizzat mazlumlar da müstehakız, çünkü geçmişten ders çıkardığımız gibi, bugün de ders almaktan uzak saçma sapan şeylerle kalmayan enerjimizi harcamakla meşgulüz…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin