Biz İranlı’nın bahşiş verenini severiz

YORUM | BARBAROS J. KARTAL

 

Ali Gharavi İran doğumlu İsveç vatandaşı.

Reza Zarrab İran doğumlu Türkiye, Azerbaycan ve Makedonya vatandaşı.

Reza aileden zengin elini kolunu sallayarak dolaşmış, Ali mütevazi bir aileden bin bir macera ile İran’dan kaçabilmiş.

Ali Türkiye’de, Reza Amerika’da gözaltına alındı.

Ali’yi İsveç’te kimse tanımıyordu, Reza’yı Türkiye’de tanımayan yoktu.

Gözaltı duyulduktan sonra İsveç dışişleri vatandaşı için bir açıklama yayınladı, rahatsızlığını iletti. Bizim İranlı yakalandı diye dışişlerinden bir açıklama yapılmadı. Derin bir sessizliğin ardından Cumhurbaşkanı “Bizi ilgilendiren bir mesele değil” dedi.

Ali de Reza da tutuklandı.

İsveç dışişleri Türkiye büyükelçisini dışişlerine davet etti, izahat istedi. Bizim dışişlerinden kimse Amerikalılara vatandaşımız neden tutuklandı diye bile soramadı.

İddianameler açıklandı.

Ali ajanlıktan, Reza hırsızlıktan yargılanacaktı. Elin İranlısı için ne olduğu bile anlaşılamayan daha sonra diller haritası olduğu ilan edilen bir kağıt parçasından başka elde delil yoktu. Bizim İranlı için deliller klasörlere sığmıyordu.

Bizimkiler İranlı’nın telefon şifresini bile çözemediler.

Adam şifreyi mahkemede bir kağıda yazıp hakime verdi. Amerikalılar Reza’nın telefon konuşmalarından maillerine, SMS’lerinden WhatsApp yazışmalarına, hangi gün ne kadar para götürmüşe kadar ortaya  döktüler.

İsveç iddianame ortaya çıkınca bir kez daha bizim büyükelçiyi çağırdı, terör örgütü üyeliği komik ve kabul edilemez dedi. Bizimkiler iddianame için de sessiz kaldı.

Bütün dünya Ali için ayağa kalktı.

Dünyanın her yerinden Ali için insan hakları aktivistleri eylem yaptı, serbest bırakılması için imza topladı. Hayırsever Reza Bey için kimse sokağa çıkmadı. Milyonlarca lira verdiği vakıfların elemanları bile ortadan kayboldu.

Ali’nin karısı İsveç’te bütün gazetelere, televizyonlara konuştu. “Tedirginim, bu nasıl bir suçlama, başına bir şey gelmesinden korkuyorum, haber alamıyorum” dedi. Bizim İranlı’nın karısı sessiz kaldı. Boşanmak istediği basına yansıdı.

Elin İranlısı konuştu, “Neden tutuklandım hiçbir bilgim yok, üyesi dedikleri örgütlerin adını bile duymadım” dedi.

Bizim İranlı da konuşmaya başladı: “Her şeyi Türk hükümetinin bilgisi dahilinde yaptım” dedi.

Bu arada dava yaklaşırken İsveç bir kez daha büyükelçiyi çağırdı ve son kez rahatsızlığını iletti.

T.C. tarihinde bir büyükelçi belki de ilk kez 3 ay içerisinde 3 kez çağrıldı.

İsveçliler sabırla aynı şeyleri tekrar tekrar söylemeyi tercih ettiler. Bu arada bir Alman vatandaşının da içeride olmasından dolayı Almanlar Erdoğan’ın anladığı dilden nasıl olsa konuşur diyerek perde önüne pek çıkmadılar.

Ama bizim devlet İsveç gibi sessiz ve sakin değilmiş.

Meğer Obama’dan başlayarak Trump’a kadar en üst seviyede bizim İranlı’yı bırakın diye her ziyarette talepte bulunmuşlar. Lobi şirketlerini paraya boğmuşlar. Tam Türk işi, savcıyı kovdurmaktan, yerine gelecek olanın tanıdığı adama para yedirmeye kadar ellerinden geleni artlarına koymamışlar. Yetmemiş Emine Erdoğan bile topa girmiş. Vatandaşımızı kurtarmak için hiçbir masraftan kaçınmamışlar.

İsveçliler ne kadar toz kaldırmamaya çalışmışsa, bizimkiler dünyayı ayağa kaldırırız diye tehditler savurmuş. Yakında, ‘Yakarız bu gezegeni, yakarız!’ diyecekler neredeyse.

İsveçliler bizim İranlıyı itirafçı yapacaklar diye hiç paniklemedi, ama bizimkiler nedense bizim İranlı ya daha fazla konuşursa diye her gün hop oturup hop kalkıyor.

Ne İsveç başbakanı ne dışişleri bakanı Türkiye’ye yönelik aşağılayıcı sözler söylediler.

Başbakan ağzına almadı, bakan dahi açıklamasını Facebook sayfasından yaptı. Bizimkiler Amerika’ya esti gürledi. Obama’nın Kenya’daki sülalesine kadar küfrettiler. Trump gelince biraz sevindiler, neticede işadamı fiyatı neyse anlaşırız sandılar ama işin ayağı öyle olmayınca ona da hafiften sövmeye başladılar.

İsveç “Madem öyle, ben de senden birilerini tutuklayayım o zaman” deyip kara listesindeki UETD’li mücahitlerden kimseyi içeri almadı. Bizimkiler, güçleri bir Türk vatandaşına yetebileceği için yerel bir konsolosluk görevlisini içeri aldılar. Adamın evinden “Amerikan ajanı sık sık buralarda görülürdü” diye yayın bile yaptılar.

İsveç medyasında Erdoğan ve Türkiye hakkında hakaret dolu çarşaf çarşaf manşetlerin atıldığı bir kampanya olmadı. Hükümet gazetelerinin Amerika ile ilgili yayınlarına baksanız savaşa girmemize saatler var sanırsınız.

İsveç’ten alt düzey teknik yetkililer dışında kimse Türkiye’ye gelmedi. Bizden Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Enerji Bakanı ve Cumhurbaşkanı bizim İranlı için ABD’de seferber oldu.

Eee n’oldu son tahlilde? Elin İranlısı serbest kaldı. Bizim İranlı halen hapiste.

Herkese yurtdışı yasağı koyan mahkemeler Elin İranlısı ile Elin Almanına yasak koyamadı. Adamlar havaalanından el sallaya sallaya gittiler. Senin gariban vatandaşın binde bir tahliye olursa haftada 3 gün karakolda imza veriyor.

Elin İranlısı serbest kaldı. Çünkü adam hayatını mağdurlara adamış bir insan hakları aktivistiydi, daha fazla tutamadılar. Ama bizim İranlı Türkiye’de bakanları sıraya dizmiş tescilli bir hırsız. Erdoğan ailesinin finansörlerinden. Onun yüzünden onlarca kişi mağdur ve halen cezaevinde işkence görüyor. Elin İranlısı kimse işkence görmesin diye ülke ülke geziyor.

Elin ecnebisi vatandaşına sahip çıkıyor, hapisten çıkarıyor. Senin devletin masum vatandaşını terörist diye başka ülkelere ispiyonlayıp, hapse atıyor.

Sonuçta hiçbir saygınlığı olmayan, insanları rehine olarak kullanmak için tutuklayan, hukuku bir kişinin iki dudağı arasında olan haydut bir ülke olarak görülüyorsun. Turizmden yabancı yatırımlara, diplomasiden ekonomik ilişkilere yansıyan fatura da kucağında kalıyor.

İçerde kükreyip kapalı kapılar ardında para dilenmek de arkandan bağlanan teneke oluyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin