Bitmeyen hırs, İstanbul’u fethederken… [Kemal Ay]

Malumunuz İstanbul Doğu-Batı ekseninde büyüyen bir şehir. Çok değil 1950’lerde ‘sayfiye yerleri’ olarak görülen Avrupa yakasında Bakırköy, Florya tarafları, Asya yakasında Samandıra, Tuzla sahilleri şimdilerde şehrin ‘göbeği’ konumunda. İki yakayı birbirine bağlayan her köprü inşaatı, daha fazla nüfusun bir birine bağlanma ihtimali, yani şehre daha fazla nüfus eklenebilmesi demek. ‘Trafik sorunu’ dediğimiz şey de zaten aslında mevcut altyapının sürekli artmakta olan nüfusa cevap verememesi anlamına geliyor.

Kuzey Ormanları olarak adlandırılan ve şimdilerde 3. Havalimanı ve 3. Köprü projeleriyle ‘oturuma açılan’ kısım ise, bugüne kadar İstanbul’un ‘korunan’ yerleriydi. Şehri bir insan bedenine benzetecek olursak, Kuzey Ormanları şehrin akciğerleriydi. 2000’lerde başlayan projelerle genişleyen ‘mide’ kısmı, şimdi o akciğerlere baskı yapacak. Aşırı kilolu insanların nefes almakta zorlandıkları o anları hatırlayın, İstanbul tam da öyle olacak. (Sosyal medyada 1453 tane damperli kamyonun mahvedilen Kuzey Ormanları’nda poz vermesi, obezleşmeyle birlikte ahmaklaşma da olduğunu gösteriyor.)

İSTANBUL’U ANLAMADAN FETHİ KUTLAYABİLİR MİSİNİZ?

Dün Osmanlılar tarafından şehrin fethedilişinin yıldönümü kutlandı Türkiye’de. Bölük pörçük, hiçbir sembolik değer taşımayan, adeta her önüne gelenin derme çatma bir şeyler yapmaya kalktığı bir ‘şenlik’ bu fetih yıldönümleri. Ülkenin durumunu çok iyi anlatıyor. Evvela 29 Mayıs tarihi tartışmalı. Osmanlı’da ilk olarak 1914’te, savaşlardan yorulmuş bir ülkede, İttihat ve Terakki’nin ‘toplumda coşku uyandırmak’ gerekçesiyle yaptığı kutlamalar Rumî takvime göre 29 Mayıs’a geliyor. Bu da, Miladî olarak 11 Haziran demek.

Öte yandan sembolizmi kullanmayı çok seven ama bir türlü beceremeyen bir iktidar var Türkiye’de şu an. Osmanlı’yı ‘diriltmek’ maksadıyla hareket ettiğini söyleyenler, ciddi anlamda tarihî bilgilerden yoksunlar. Bu da bizi, üç beş slogana ve birkaç parça görsele mahkûm ediyor. Mehter Marşı ile başlayıp Yeniçeri kıyafetleriyle İstanbul’u fethediyoruz ve akabinde Ayasofya’da namaz kılıyoruz. Bu kadar. Oysa şehri fetheden genç hükümdar Fatih Sultan Mehmet, burayı bir ‘imparatorluk başkenti’ yapmak üzere harekete geçmiş, sadece Türk-İslam geleneğinin değil Roma İmparatorluğu’nun kültürel mirasına da sahip çıkmak istemişti.

Bu sebeple İstanbul’a farklı dinlere mensup, farklı milletlerden insanları getirip yerleştirmiş ve burasını ‘kozmopolit’ bir kültürün beşiği hâline getirmeyi amaçlamıştı. Ardından gelen Yavuz Sultan Selim’in Doğu seferlerini saymazsak, Osmanlı uzunca bir süre hep yüzünü Batı’ya dönmüş, burada sadece ‘fetih’ değil siyasî bir denge unsuru olmayı da amaçlamıştı. 1400’lerin başında Kastilyanlar Endülüs’ten geride ne kaldıysa, Müslüman ve Yahudi ne kadar insan varsa, İberya’nın dışına sürdüklerinde İstanbul bu sebeple onlara sahip çıktı. İngiltere ile Fransa arasındaki sonu gelmez savaşlarda İstanbul, kimi zaman ‘politika belirleyici’ bir destek noktası olabiliyordu.

MİRASI ÇARÇUR EDEN HAYIRSIZ EVLAT

Tarihten öğrendiğimize göre, her milletin bu türlü ‘ikbal’ dönemleri oluyor. Onu iyi değerlendirebilenler, gelecek kuşaklara sürekli kendini yenileyen bir miras bırakabiliyor. Bunun misalini şu hadiseye benzetmek mümkün: Malumunuz, Hazreti Hacer (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) Safa ve Merve tepeleri arasında kucağındaki küçük çocuğa su ararken, zemzem kuyusunu bulmuş, oradan alabildiğine tazyikle zemzem suyunun çıktığını görünce de birkaç taş parçasıyla onun etrafına set çekmiş. Rivayet edilen bir hadis-i şerife göre Peygamber Efendimiz (sav) bu hadiseyi naklettikten sonra, Hazreti Hacer’in bu davranışını örnek göstererek, aksi takdirde zemzem suyunun ziyan olacağını belirtmiş.

Yani su kuyusuna denk geldiğinde orayı herkesin istifadesine olacak şekilde imar eden milletler, nesiller boyu fayda sağlamışlar.

Bunun tersi örnekler de var. Belki de ibret demeli. İslam’ın zuhuruyla birlikte etkileri hâlen hissedilen devasa bir medeniyet kuran Arapların bugünkü halleri ortada. Bir tarafta Bağdat, Kûfe, Şam gibi bilim, kültür ve sanat merkezleri, diğer tarafta Endülüs gibi kısa sürmesine ve zorbalıkla yok edilmesine ‘gök kubbede hoş bir sadâ’. Sadece buralar da değil, İslam’ın o ilk yayılma hamlesi esnasında, Buhara’nın ve Semerkant’ın ortaya çıkışı, buralarda yetişen âlimlerin Anadolu’ya gelişi ve burada bir kültür havzı oluşturması… Türkler, Farslar ve Araplar (daha geniş manada Hindistan’a kadar uzanabilir) hem İslam öncesi gelenekleri hem de İslam’la birlikte göz kamaştırıcı biçimde çağlayan kültürleriyle Binbir Gece Masalları’nın beşiği hâline gelmiş. Ancak bugünkü hâl, vaziyet sanki o günleri yaşayanlar başkalarıymış dedirtiyor.

Yine de bu medeniyetlerin şehirleri bugünlere kadar, şöyle böyle gelmişti. Şam, Halep, Bağdat, Beyrut, Kahire, İstanbul… Hadi diğerleri savaşlarla, çatışmalarla yıkıma uğradı. Belki olmaz ya, aklıselim, vizyon sahibi bir idareci gelir ve önce savaşları sona erdirir ardından şehirleri tarihî dokusuna uygun yeniden imar eder. Peki ya İstanbul ne olacak? (Belki Kahire’nin durumu da benzer biraz İstanbul’a…)

İSTANBUL’UN ASIL HİKÂYESİ

Daha 16. ve 17. yüzyıllarda bile payitahttaki âlimlerin en büyük şikâyetlerinin başında İstanbul’daki derme çatma şehirleşme geliyor. Anadolu’dan düzensiz göç İstanbul’daki en eski meselelerden biri. İstanbul’da ortasında kilise olan semtlere bakın, eğer 1950’lerden sonra ekstra nüfus yoğunluğu yaşamamışsa, daha az tahrifat göreceksiniz. Bakırköy, Kadıköy, Kuzguncuk… Buralar Osmanlı zamanında Anadolu’dan fazla göç alan yerler değil zira sakinleri evvela gayrimüslimler. Ancak Müslümanların yaşadığı yerler, Anadolu’dan gelenlerin yama yapar gibi kalacak yer inşa ettiği mekânlara dönüşmüş. Cumhuriyet dönemi de farklı değil. Bir mimari tahayyül kurgulayamamış Cumhuriyet eliti, İstanbul’un tarihi bölgelerini ‘korumakla’ yetinmiş. Geri kalanına ‘kutu kutu evler’, apartmanlar inşa edilmiş. Sonra gecekondu mahalleleriyle, sürekli değişen imar planlarıyla, ‘oy almak’ için göz yumulan tapu çıkartmalarıyla, İstanbul 2000’lerin başındaki hâline bürünmüş. (Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık romanı, bu dönüşümü çok güzel anlatıyor.)

Sonrası bambaşka bir hikâye. 1800’lerin sonlarında petrol, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş nasıl büyük ekonomik dönüşümlere ve yeni zenginler sınıfı oluşmasına sebebiyet verdiyse, 1900’lerin ikinci yarısından itibaren de inşaat benzeri bir etkiye sahip oldu. Arazi rantı, şehirlerin yeniden inşası, restorasyonlar, nüfusun şehir merkezinden önce uzağa, sonra yeniden şehir merkezine hareketi, kentsel dönüşüm… İncelikli bir teknoloji gerektirmemesi ve yükselen orta sınıflarla birlikte konut ihtiyacının ortaya çıkmasıyla inşaat sektörü özellikle gelişmekte olan ülkelerde ve nakit parası çok olan Körfez ülkelerinde en önemli belirleyici hâline geldi.

BİR İMPARATORLUK BAŞKENTİNİN İNTİHARI

Şehirlerin yeniden imarı, boş alanların inşaata açılması ve bu arada yeni zenginler sınıfının oluşturulması, İstanbul’a ya da Türkiye’ye has bir durum değil yani. Özel güvenlikli siteler, ‘yaşam alanı’ olarak pazarlanan rezidanslar, şehirlerin değişen imar planları ve burada dönen rüşvet, inşaatın ekonominin can damarı hâline gelmesi yeni değil. Ancak bunun ‘sürdürülebilir’ olmadığı da açık. Arz sürekli büyürken, talebin de aynı oranda tutulması neredeyse imkânsız. ‘Emlak balonu’ denilen ve şiştikçe patlama sonrası etkisi büyüyen bu arz-talep dengesizliği, İstanbul’un en önemli problemlerinden biri. Diğeri, obezleşen şehrin altyapı imkânsızlığı (yetersizliğinden bir sonraki aşama). Kuzey Ormanları’nın yok edilmesi ise düpedüz intihar…

1453’te İstanbul’u fethedip ardından burasını bir ‘imparatorluk başkenti’ olarak kurgulamaya çalışan Fatih Sultan Mehmet, işte o zemzem kuyusunun etrafını taşlarla örmüştü kendince. Asırlarca İstanbul’dan istifade edildi. Bugün, o kuyuda taş üstünde taş bırakılmamaya ant içilmiş. Zira oradan akan su ‘yetmiyor’ iktidara. O suyun geldiği kaynağı bütünüyle, bir anda, şimdi, hemen elde etmek istiyor. Bu ‘hırs’ her şeyi yakacak…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin