Bırakalım Davutoğlu da konuşsun!

YORUM | BÜLENT KORUCU

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun konuşmaya başlamasıyla birlikte  tartışma yeniden alevlendi. Kim konuşmalı, ne zaman konuşmalı ve ne konuşmalı diye kısaca özetleyebileceğimiz bir şablon var. Sadece Davutoğlu değil, ağzını açan herkesi pişman etmek ister gibi şablonu önüne koyup saydırmaya başlıyoruz. Biz derken lafın gelişi sanmayın, gerçekten kendimi katarak söylüyorum. Sosyal medyadaki ‘biz susmadık’ kampanyasına destek verdim, bağımsız olarak da sorguladım, bu geç kalmış çıkışı. Yine de içimdeki ‘yanlış yapıyorum’ duygusunu yenemedim. Lunaparklardaki bir oyun aklıma geliyor; hani elinde balyozla bekliyorsun kafasını çıkaranı vurarak içeri sokuyorsun. Ne kadar çok vurursan o kadar puan topluyorsun. O oyunu oynuyormuşuz hissine kapılıyorum.

Şablon kelimesi biraz itici ve negatif anlamı yüksek. Bununla birlikte ‘kim konuşmalı, ne zaman konuşmalı ve ne konuşmalı’ parantezinin haksız ve yersiz olduğunu iddia etmek zor.

‘Bak şu konuşana, bugüne kadar neredeydin?’ Sorusuna haksız diyebilir miyiz? Hele de konuşan “şimdiye kadar sustuk, işler kötü gitmese yine susardık ama…” cümlesiyle söze başlıyorsa…

“Eleştirdiğin şeylerin pek çoğunun hayata geçmesinde vebalin var” itirazına da dayanaksız diyemeyiz. Davutoğlu, basit bir aparat gibi kullanıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, selefi Abdullah Gül’ün önünü kesmek için onu ortaya attı. Kafasındaki emanetçinin Binali Yıldırım olduğu biliniyordu. Hatta Yıldırım mavi boncuğu alamayınca az daha Meclis’te basın toplantısıyla tepki gösterecekti. Patronun işaretiyle vaz geçip beklemeye başladı. Misyonu tamamlanınca Davutoğlu kendini kapının önünde buldu.

Bütün bunların hepsine imzamı atıyorum ama bir açık kapı da bırakmak zorunda değil miyiz? Adına ne derseniz, ister tövbe hakkı, isterse özeleştiri fırsatı tanımak gerektiğini düşünüyorum. ‘İlk taşı hiç günahı olmayan atsın’ şartı koştuğumuzda imkansızı istediğimizin farkında olalım. Ahmet Davutoğlu’nu sadece öne çıkmış sembol olarak söylüyorum. Hasan Cemal konuştuğunda da birileri çıkıp demokrasi ve hukuk devleti yolundaki adımlardan kaynaklanan desteğini öne sürerek susturmaya çalışıyor. Ertuğrul Günay, bakanken de eyyamcılık yapmaz ve müteahhit lobisine direnmeye çalışırdı. Ama nihayetinde milletvekili ve bakandı. Ona da mı ‘sus’ diyeceğiz. Sosyal medyada vaktiyle trolluk yapanların bazıları da şimdi eleştirenler safına geçti. Koro halinde pişman etmeye girişiyoruz. Onların kafa karışıklığı içerdeki nabza göstermesi açısından bile önemli. Hatta hayatını Erdoğan karşıtlığı üzerine kurana bile ‘körü körüne düşmanlıkla bu adamı siz büyüttünüz’ denebilir. Kısacası masum değiliz hiç birimiz.

Yanlış anlaşılmasın her ağzını açanı ‘insanlığı kurtaracak mehdi’ diye omuzlarda taşıyalım demiyorum. Bir orta yolun gerekliliğine dikkat çekiyorum. Elbette samimiyet sorgulamasına gitmeliyiz. Eski veballerin farkında olduğumuzu ve unutmadığımızı gösterelim. Zor zamanda konuşmayıp, risklerin azaldığı dönemleri kollamanın faturasını da keselim. Lakin kimseyi susturmaya çalışmayalım.

Erdoğan, aksi izlenim verse de Atatürk’ü fazlasıyla modelleyen biri. Onu taklit edip muvazaalı muhalefet kurgulamak isteyebilir. Atatürk’ün başına geleni yaşamaktan ve halkın konuşmaya başlamasından korkuyor. O halde sadece ilkesel değil stratejik düşüncenin sonucu olarak da konuşana set çekmemek lazım. Baksanıza bu kadarcık muhalefet bile onu harekete geçirmeye yetti. Sıfırladığı parlamentonun üyelerini toplayıp gazlarını alıyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin