Bir aşk hikâyesi (4)

BABACANLAR | BEKİR SALİM | @BekirSalim

Aşk…

Ne kadar anlatırsan anlat… Bitmez tükenmez şey…

Çok kıymetli bir ağabey vardı; şair yazar, gönül insanı… Ben görme imkânı bulamadım ama yanında yıllarca kalmış gibi yakın hissediyorum. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu… Verdiği bursun, yetiştirdiği öğrencilerin sayısını hesaplamak zor… Kimle konuşsam, “ben onun bursuyla okudum” diyor. Bir televizyon programında, Allah selâmet versin, Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan Üstatlar beni konuk ettiler. Programın adı Temkin Durağı ama ben de ne temkin var ne durak; aklıma geleni anlatıyorum. Bir ara Gemuhluoğlu Üstattan bahsettim, ikisi bir ağızdan, “rahmetli bana da burs verdi” dediler.

Bakın hele o burslarla yetişen insanlara; Türkiye’de on tane fikir adamı, entelektüel ismi sayın desem eminim ki, sağcısı solcusu, inançlısı inançsızı, her türden insan, listelerinde her ikisinin adına da yer vereceklerdir. Bu vesileyle Ahmet Turan Beye de Ali Bulaç Beye de Allah’tan imdat diliyorum. Toz zerresi kadar suçları olmadığını içeriye attıranlar da, atanlar da biliyor. Ülkemizin, dini inancı, ırkı, mezhebi, siyasi görüşü hiç fark etmez, böyle “düşünen” insanlara çok ihtiyacı var…

Konuyu dağıttım…

****

Gemuhluoğlu burs verirmiş vermesine ama önce bir mülâkat yaparmış öğrenciyle…

 

Sorduğu tek soru:

“Evlâdım hiç âşık oldun mu?”

 

Bizim delikanlı da, biraz edepten biraz da “yanlış cevap veririm, burstan olurum” endişesiyle mübarek bir edâ, kıpkırmızı bir yüzle, boynunu sağ aşağı doğru büküp ayak parmaklarının ucuna bakarak, yalnız kendi duyacağı kadar kısık ve titrek bir sesle cevap vermiş:

“Estağfurullah efendim, hiç öyle şey olur mu!”

 

Üstadın da burs veremeyeceği için boynu bükülmüş, sesi titremiş:

“Peki evlâdım, güle güle…”

 

Bir mülâkatta benim gibi az deli bir dadaş denk gelmiş. Soru hiç değişmiyor:

“Evlâdım hiç âşık oldun mu?”

 

Dadaşımın da yüzü kıpkırmızı olmuş ama, sinirden:

“Ağabeyi niye ambele sori sorirsan ki? Beni neye benzettin? Tebi ki âşık oldum. Âşık olmayan adamın boş bir telisten (çuvaldan) ne farkı var! Vermirsen verme bursi!” deyip bir hışımla odayı terke etmiş ama Gemuhluoğlu peşinden… O gün burs alan tek kişi dadaşım olmuş…

Hadiseye, “madem soru aynı, beklenen cevap da aynı, herkes ‘evet, âşık oldum’ der bursu kapar” gibi kopyacı bir mantıkla yaklaşanlara cevabım şudur:

“Âşık adam gözbebeklerinden belli olur…”(Bu ifademi başka zaman detaylandırırız…)

******

Aşka tekrar döneceğiz, ama malûm, Kurban Bayramı… Hepimize, bütün İslâm âlemine, ülkemize, ailemize, şahsımıza kutlu olsun… Allah, bayram vesilesiyle bütün mazlumlara merhamet buyurup kurtuluş nasip eylesin. Hiç birimiz gönlümüzce bayram yapamıyoruz. Istırap büyük…

Aklıma takılıyor; “Şeytan bile bayramda Allah’ın rahmetinden ümitvâr oluyor da bazı zavallılar daha mı mel’un ki o rahmetten bütün bütün ümit kesmişler…”

Neyse…

Sizinle bir Kurban Bayramı anımı paylaşmak istiyorum:

Ben, fakir de, dünyaya “sevgi” taşıyan bu gönüllüler hareketinde yıllardır yer almaya gayret ediyorum. Vakıa, bu güzel insanları çok sevmenin dışında bugüne kadar bir katkım olduğunu söylersem kocaman bir yalan olur. Evet, çok seviyorum… Hizmet etmeyi beceremediğim için hizmet eden insanları canımdan bile çok seviyorum. Çünkü dünyayı “sevgi”nin kurtaracağına inanıyorum.

Hanıma vaktinde demiştim ki;

“Hanım, Ramazan Bayramı senin, ne istersen iste benden, uçan halıda dünya turuna çıkar de, bir yolunu bulup Allah’ın izniyle çıkarırım. Ama, benim Kurban Bayramıma dokunma…”

Çok uzun zamandır, her sene, arkadaşlarla anlaşıyor, dünyanın özellikle maddi açıdan durumu iyi olmayan bir ülkesini seçiyor, kurban paralarımızı cebimize, hediyelerimizi valizlerimize koyup Kurban Bayramını o ülkede geçiriyoruz. Dini, dili, ırkı, rengi, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun oradaki insanlarla kucaklaşıyor, ülkemiz insanının selâmını iletiyor, sevgi alıyoruz sevgi veriyoruz…

Yola çıkmadan bir süre önce organizasyonu yapan arkadaş herkese ne kadar kurban parası vermesi gerektiğini iletiyor… Öyle arkadaşlar vardı ki yüz elli- iki yüz hisse söz veriyorlar, bir miktarını kendi ceplerinden kalanını da eşten dosttan isteyerek tamamlıyorlardı. Bana, her sene, genelde gücüm ölçüsünde yirmi veya otuz hisse düşüyordu ki, biraz zorlayarak kendi imkânlarımla altından kalkabiliyordum. Zira, askerlik gururu mu dersiniz, dadaşlık vakarı mı, san’atkârlık hassasiyeti mi… Ben kimseden isteyemiyordum; utanıyordum.

O sene bana yüz hisse düşmüştü. Hesapladım, çok para ediyor. Benim o kadar verme imkânım yok, ama diğer arkadaşların duyguları zedelenmesin, o fakir insanlara daha fazla kurban (Hiç unutmuyorum, Etiyopya’da bir kadıncağız, “çocuklarım ilk kez et yiyecekler, Allah sizden razı olsun” demişti) götürelim diye kabul ettim. Ama, bir yandan da çok tedirginim. “Nereden bulacağım ben bu kadar parayı?”

Geçtim aynanın karşısına, yakamdan tuttum, epey salladım:

“Yahu! Sen kimsin? Kendini ne sanıyorsun? Koskoca kâinatın Efendisi (SAV) yanakları al al,  utana sıkıla himmete müracaat etmiş. Sen kendinde ne vehmediyorsun? Bırak gururu, git insanları hayra davet et, bu sevaptan onlar da nasipdar olsun, bu lezzeti onlar da tatsın…”

Yarı yarıya iknâ olmuşum ki, gene kendim isteyemedim, yardımcımı çağırdım, ona talimat verdim:

“Git filancaya selâmımı söyle, Bekir Ağabey kurban istiyor de…”

Çok, ama çok zengin, genç bir arkadaştı; rakam da belirtip sınırlamadım ki fazla versin…

Biraz sonra yardımcım geldi, ama sesi hoş değildi:

“Ağabey, bu sene çok vermiş, inşallah seneye dedi…”

Seneye kim öle kim kala… Hayatımda ilk defa birinden bir şey istiyorum ve ret cevabı geliyor. Yıkılmıştım… Biraz da kızdım hakkım olmadan… Cep telefonunu aldım, mesaj bölümüne doğaçlama olarak şunları yazdım:

Kurban Bayramı geldi,

Yoksula yemek düştü.

Millet kurban kesecek,

Bize ödemek düştü.

 

Benim borcum yüz hisse,

Gücüm yetmiyor neyse,

Her kim ki ağabeyse,

Ondan istemek düştü.

 

Bölüşmektir muradım,

İşleri yarıladım.

Şöyle bir hesapladım,

Sana bir inek düştü.

(Her ihtimâle karşı çek-senet, ödeme kolaylığı da sağlamak lâzım)

 

Ey Salim, yüzün kara,

Zevki himmette ara,

Farz et ki, yere para,

Veyahut bir çek düştü…

 

Biraz sonra telefonum çaldı; arayan oydu:

“Ağabey, inek mi yollayayım, para mı?”

 

Cevabımın bir bölümünü buraya yazayım:

“Gideceğimiz ülkede temin edeceğiz kurbanlıkları, hem ucuz, hem buradan taşıma imkânımız yok…”

Çok geçmedi, şoförü elinde iki adet beyaz zarfla yanımdaydı…

Zarfın birini uzattı:

“Ağabey, beyefendinin selâmı var, bu zarfı gönderdi. Sizin istediğiniz ineğin parasıymış bu…”

Tam, “demek ki öbür zarf başka bir şey içinmiş” diye düşünürken o zarfı da uzattı:

“Bu da sizin sözünüzü ikileten ineğin cezasıymış ağabey…”

Estağfurullah…

************************************

Gene aşka gelemedik…

Ama, Allah nasip ederse Efendimiz’in âşıklarını önümüzdeki haftalar büyük bir muhabbetle  yâd edeceğiz…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin