Bir aşk hikâyesi (5)

BABACANLAR | BEKİR SALİM | @BekirSalim

Erzurumlu delikanlı çok yaman âşık… Benim çocukluğumdaki gibi içinden seviyor, içten seviyor… Bir gün her nasılsa olanca cesaretini toplayıp kıza açılmaya karar veriyor:

“-Selamünaleyküm!”

Oğlan heyecandan kıpkırmızı, kız utancından… Allah’ın selâmı… Cevapsız bıraksa, o da olmaz. Kaşlarını çok fena çatıyor ve sesini kavga tonuna ayarlayıp:

“-Aleykümselâm! Ne var, niye selâm verirsen?”

Oğlanın zaten kalbi durmak üzere, nefesi kesilmiş, öldü ölecek… Sevdiğini söylemesi hiç mümkün mü? Son bir gayretle lâfı çeviriyor:

“-Heç işte! Soracaktım ki kömür aldız mi?” (*)

Kız sesini daha da sertleştirerek:

“-Aldık, sene ne!”

Oğlan ne desin; mahcup, ürkek bir sesle:

“- Heç işte! Biz de aldık da bizimki tozli çıhti, oni diyecahtım…”

********

Bizim zamanımız daha güzeldi…

Aşklar nihândı… Çünkü gerçekti… Çünkü çok kıymetliydi…

Âşık Emrah, “gizli aşkını aşikâr eden” maşukasından bakın nasıl şikâyetlenmiş:

O maral bakışın ey peri sûret,

Çok açtı bağrımda yâre gözlerin.

Bilmem ahu mudur, yoksa ki âfet,

Yakar yüreğimi nara gözlerin.

 

Her dem işvelenip mestâne süzer.

Gamzelerin oku sinemde gezer.

Bir kez iltifâtla eylese nazar;

Olur her derdime çare gözlerin.

 

Emrah’ı âlemde bîkarar etti.

O nihân aşkını aşikâr etti.

Aklımı, fikrimi târumar etti;

Fitne bakışların, kara gözlerin.

 

Emrah’ın aşkı nasıl bir aşktır, bilinmez… O da gönül ehliydi…

Bir de büyük Âşık Râbiat’ü-l Adeviyye Validemize nazar edin… Ellerini açıp yaşlı gözlerle gizli gizli nasıl dertleşiyor sevdiğiyle:

“- Allahım! Herkes uyumaya gitti; seven sevdiğiyle sarmaş dolaş. Benim sevdiğim de sensin. Derdimi yalnız sana şerh ederim…

Aşkımı şefaatçi değil, senin bana olan alakanı şefaatçi yapıyorum.”

“Hamd ü sena olsun ki, belâlar içinde değilim ve Sana belâlardan şikâyet etmeyeceğim. Ey muradımı gerçekleştirmeye kâdir yüce Rabbim; Senden istediğim ne “kudret helvası”dır ve ne de “bıldırcın eti”. Bana dünyâyı da versen âhireti de, her iki âlemi bağışlasan bile, yine razı olmam; ben Seni dilerim Rabbim, ancak rüyetinle hoşnutluğa ererim.”

Var mı içimizde tâbiinin bu yüce gönüllü hanımefendisinin duygularını anlayabilen?

Bu soruyu gece hayatı olan, teheccüd namazlarını hiç kaçırmayanlara soruyorum. Benim gibi, “kıl beşi, kurtar başı” diyen müptedilere değil… Hele hele miting meydanlarında dört parmağını kaldıran, bir de bıyık altından sırıtan nifak ehline asla…(Keşke bu son cümleyi yazıp yazıyı zedelemeseydim.)

Allah aşkı büyük ufuk… Nihâi nokta… Müntehâ… Biz daha onbaşı olmadan mareşal olmayı bir kenara bırakalım; ama ümidimizi hep canlı tutarak…

Peki, Efendiler Efendisine (SAV) âşık olmak?

Yol aynı yol… Bir önceki durak…

Ben sadece âşıkânı okuyup, dinleyip iç geçirmek mevkiindeyim şimdilik… Bu tembellikle nasıl olur bilmiyorum…

Aslında sadece okuyup dinlemedim; bu âşıklardan birçoğunu görüp, meclisinde de bulundum. Bu bile büyük tâlih…

Efendimizin âşıklarını anlatmaya kalksak, kütüphane dolusu kitap yazmamız lâzım.

Başta sahabe efendilerimiz (RA)… Her biri ayrı tonda, ayrı renkte âşık… O büyük kametleri “Hayat-üs Sahabe”ye havale ediyorum.

Ben, şiirle alâkalı biri olarak daha çok “âşık şairlerden” bahsetmek istiyorum.

O’na (SAV) yazılan Naat-ı Şeriflerin sayısını bilemiyoruz. Binlercesini okudum. En çok çarpıldığım Naat yukarıda bir şiirinden alıntı yaptığım Erzurumlu Âşık Emrah:

Bugün ben bir güzel gördüm,

Bakar cennet sarayından.

Kamaştı gözümün nuru,

Onun hüsn-ü cemalinden.

 

Salındı bahçeye girdi.

Çiçekler selama durdu.

Mor menekşe boyun burdu.

Gül kızardı hicabından.

 

Bahçenin kapısın açtım.

Sandım ki cennete düştüm

Sevdim, coştum, helâlleştim.

Buse aldım yanağından.

 

Bahçenin kapısı güldür.

Dalında öten bülbüldür.

Emrah da bir edna kuldur;

Bağışla geç günahından.

 

Emrah’ın bu şiiri şarkı, türkü formunda farklı makamlarda bestelenmiş, söyleniyor. Çoğu insan bunun Efendimiz’e (SAV) söylendiğini bilmez.

Böyle pek çok şarkı türkü vardır. Bestekâr Yesarî Asım Arsoy’un “Ömrüm Seni Sevmekle Nihayet Bulacaktır”, Sadettin Kaynak’ın, “Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece”, Hacı Arif Bey’in “Vücut İkliminin Sultanı sensin” şarkıları bunlardan sadece bir kaçı…

Bu şiirde, “Gül kızardı hicabından.” mısraı beni perişan ediyor. Bizim edebiyatımızda

Hüsn-i Tâlil sanatının tartışmasız en güzel örneğidir bu mısra ve dünyanın hiç bir edebiyatında da böyle bir ifade hatırlara bile gelmemiştir.(İleride hatırlatın, bu iddiamı ispat edeyim size…)  

Bana katılır mısınız bilmem:

Gül aslında beyaz renktedir, hadiseler ve anlamlar ona renk vermektedir. Öte taraftan, gerçek gül de sadece ve sadece Efendimiz(SAV)’dır. Salınarak bahçeye giren Efendimize(SAV) bütün çiçekler selâm duruyorlar; zira onların bir iddiası yok, boyunları zaten muhabbetle bükülmüş. Ama gül O’nun(SAV) remzi olma iddiasında… O beyaz gül, Hakiki Gülü (SAV) görünce o güzellik karşısında hem mahcubiyetten hem heyecandan kıpkırmızı kesiliyor. Belirtmeden geçmeyeceğim; üçüncü mısra genelde “Mor menekşe boyun eğdi.” şeklinde okunur ki, yanlıştır. Emrah gibi dev bir âşık, “girdi, durdu” kelimelerine kafiye olarak “eğdi” kelimesini seçip kafiye hatası yapmaz. Doğrusu yukarıda yazdığım gibi “burdu” olacak…

Böyle âşıklar varken insanın şiir söylemeyi (şiir yazılmaz söylenir) bırakası geliyor.

Sözü gene çok uzattım.

Efendimizin âşıklarına birkaç hafta daha devam edeceğiz gibi görünüyor…

******

(*)Erzurum kış memleketi; doğalgazdan evvel kömür o kadar önemli bir şeydi ki, millet birbirinin kömürünü merak eder, kadınlar da birbirlerine öyle mobilyayla filan değil kömürleriyle hava atarlardı. Kömür karneyle alınan bir şey… Kok kömürü vardı ki, çok güzel yanardı; durumu nispeten iyi olanlar alabilirlerdi. Bir de isli kömür… Daha ucuz olduğu için imkânı az olanlar o kömürü yakarlardı. Rahmetli anam, hiç unutmam, komşumuz Vesviye (Vasfiye) Ezeye; “Bu sene dört ton kok kömürü aldım, Allah’ıma şükür… Oğlani yolla birkaç kova da sene yolliyim…” diye nasıl da kasılmıştı… Erzurum’dan İstanbul’a taşınıyoruz; kamyon evin önüne yanaşmış, eşya demek ki çok azmış, bir saatte taşındı bitti. Kamyonun dörtte üçü boş kaldı. Ama çatı katında kömür var; tam üç saat sürdü kömürün taşınması. Kamyoncu en son isyan etti, anama sitem etti: “-Bacı daha de ki ben İstanbul’a eşya değil, kömür daşiram…”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bende bir aşk hikayesi paylaşayım biraz renklensin ortalık
    Gergefle iğnenin aşkı…
    Gergefte kullanılan ip gözlerinizi kamaştırır.Bir dönemin ipek denilince anılan memleketinden gelir.Boyanmış ipler zanatkarının ismini fısıldar sanki elinizle dokunduğunuzda.İçinizi titreten mor,gönlünüzü ferahlatan yeşilleri vardır zanatkarın tezgahında .Ayaklarınız yavaş adımlar atmaz ona doğru yöneldiğinizde koşmak ister tezgahtaki iplerin erbabına.Kapıdan içeri girdiğinizde çıkmak istemezsiniz iplerin çekmecelerindeki salınan görüntüleriyle karşılaşınca.İçiniz tir tir titrer hangi rengin hangi tonunu alacağınıza karar veremezsiniz.
    Zanatkar haklı olarak göğsünü gerer ve size der ki; camekandan bakın istediğiniz rengi bana söyleyin daha sonra ip çilesini ellerinize sunayım.
    Zanatkar işte! İşinin ehli olunca aksi oluyorlar .Onun bu cüretkar hallerine aldırmazsınız tek gayeniz istediğiniz renkteki ipek ipliğin çilesine dokunup onu hissetmektir.(burada şunu belirtmeliyim gergefe dokunacak eller ipek kadar pürüzsüz olmalıdır)Gözlerinizi tel tel olmuş pürüzsüz ,ışık üzerinde dans eden ipliklerden alamazken zanatkarın sabırsız ,huzursuz gelgitlerini fark edersiniz.İpek ipliklerle aranızdaki aşkı daha birinci fasılda sekte-i kalbe uğratmıştır.
    Ya sabır çekersiniz içinizden renkleri yavaş yavaş sıralamaya başlarsınız .Çekmecede salına salına endam eden ipeklerin içinden istediğiniz renklerin çilelerini çıkarır ve tezgaha yatırır.Ah! çekersiniz .bir elif eğriliğinde gözünüzün önüne yatırmıştır ipek iplik çilesini.Zanatkar bir size bakar bir de çıkardığı ipek ipliğin çilesine anlarsınız ki halaa dokunmamalısınız.Kendine özgü paketleme işi bitmeden sizin değildir ipek ipliklerin çilesi.Son renkleri de söylersiniz ve zanatkarın cezanızı(ücreti) söylemesini gözlerinizi ipek ipliklerden ayırmadan beklersiniz. Zanatkar bir kaç defa çileleri sayar ve hesabınızı kapatır .

    Allahım ,Yarabbim ,kulluğumda yaptığım densizliklerden cahilliklerden bilerek veya bilmeyerek işlediğim, fark ederek veya etmeyerek uzuvlarımında işlediği günahlardan tevbekarım derken ne kadar pişmanlık doluysanız .Aynı ölçüde İpliklere dokunmak için istek hissedersiniz içinizde.
    İşte gergefle iğnenin aşkında ilk basamaktır ipek iplikleri seçmek.

    …..

    Siz aşk yazılarınıza devam ederseniz diğer yarısınıda gelecek yazınızdaki yorum bölümünde anlatırım…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin