Said-i Kürdi ve Kürtlük

YORUM | EBUBEKİR IŞIK

Bediüzzaman Said Nursi, 1876 yılında Bitlis’in Hazan kazasına bağlı Nurs köyünde doğmuş ve şüphesiz Kürdistan coğrafyasının yetiştirdiği en parlak dimağlardan biri. 20. yüzyıl İslam dünyasının önemli çıkmazlarına dair ortaya koyduğu son derece yenilikçi ve özgün yorumlar, kendisini yalnızca Türkiye’de değil İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde de milyonlar tarafından bilinir ve takip edilir hale getirmiştir.

Said-i Kürdi, iman hakikatleri dışında doğup büyüdüğü Kürdistan coğrafyasının bir takım sosyolojik ve siyasal sorunları ile de son derece yakından ilgilenmiş ve bu sorunların çözümüne dair çok bilinmese de son derece önemli öneriler ortaya koymuştur. Fakat, Said-i Kürdi özellikle Kürt meselesine dair yaklaşımları üzerinden farklı çevrelerce yer yer oportünist teviller marifetiyle önemli ölçüde yanlış anlatılagelmiştir. Bu yanlış anlatıların önemli bir kısmının zamanın siyasal kompozisyonundan, Kürt İslamcılarının milliyetçi niteliğinden ve Türk İslamcılığının devletçi yaklaşımlarından etkilendiği son derece açıktır.

Bu bağlamdan hareketle, Said-i Kürdi’nin Kürt meselesine dair tespitlerini bir bütün olarak kabul ve red edenlerin yanı sıra; nüansa dair bir takım farklı Said-i Kürdi okumalarının farklı çevrelerce parlatıldığını ifade edebiliriz. Meraklısı için rahmetli Şerif Mardin ve Roman Alakom gibi kıymetli düşünce insanlarının bu hususta yazdıklarına bakmaları tavsiye edilebilir.

KÜRT ULUSALCISI MIDIR?

Şerif Mardin’e göre Said-i Kürdi’nin Kürt meselesine dair tespitlerini tümden kabul veya red edenlerin temel de iki farklı motivasyonla hareket ettiğini belirtebiliriz. İlk olarak, Said-i Kürdi’nin Kürt bir aileden neşet etmesi, Kürt yoğun bir coğrafyada yaşamış olması, Kürtçe konuşması ve daha da önemlisi Kürt, Kürtçe ve Kürdistan’a dair beyanları bir takım Kürt milliyetçisi çevrelerin Said-i Kürdi’yi adeta bir Kürt ulusalcısı olarak portre etmeleri sonucunu doğurmuştur. Fakat bu çevrelerin aşamadığı ve aşmaları da pek muhtemel olmayan en önemli problemlerinden biri, Said-i Kürdi’nin Kürt meselesinin çözümünde İslam hukukunu temel alması ve bu hassas meseleye ümmetçi bir gözlükle bakmasıdır. Keza bu çevrelerin önemli bir yekûnu Kürt meselesinin çözülememesini ve Kürtlerin tarihte hak ettikleri yerde olmamalarını ümmetçi yaklaşıma bağlamakta ve Kürtlüğe dair ulusal taleplerin sürekli ümmetçi anlayıştan ötürü tehir edildiğini belirtmekteler.

Diğer taraftan, bir takım ‘Turancı’ ve ‘İslamcı’ çevreler Said-i Kürdi’yi Kürtlük’ten koparabilmek için inanılmaz bir sansür geleneği içerisinde kendisinin Kürt, Kürtlük ve Kürdistan’a dair ifadelerini Şark, Şarklılık ve Şarklılar şeklinde değiştirmeye varıncaya kadar, adeta Sad-i Kürdi’nin Said-i Nursi ile ihtilaf içerisinde olduğu gibi bir akıl tutulmasına yakalanmışlardır. İfade etmek gerekir ki, Türkiye’de Nurculuk hareketinin önemli bir bölümü vefatından sonra Said-i Kürdi’yi Kürtlükten koparan bu yaklaşımı büyük ölçüde benimsemişlerdir.

Onlarca örnek verilebilecekken, bu çevreler Said-i Kürdi’nin,

‘Dört noktayı bilerek bazı hikmet-i hafiye (gizli hikmet) için yapmışım. Birincisi, şekl-i garibim (garip şeklim). Bu muhalif libasımla (elbisemle) makasıd-ı dünyeviyeden istiğnamı (uzak durma) ve adat-ı beldeye (belde adetlerine) adem-i murattan (uymama) özrümü ve ahval etvarımın (tavırlarımın) nasa (insanlara) muhalefetini ve münasebet-i zahir ve batın ile tabiilik insaniyetimi ve milliyetimin muhabbetini (milliyetimin sevgisini) ilan etmek içindir’

ifadelerini adeta bir kenara bırakmış ve görmezden gelmişlerdir. Halbuki, yukarıda ki ifadelerden anlaşıldığı üzere, Said-i Kürdi kendisinin Kürtlükten koparılmasını her fırsatta reddetmiş, özellikle Kürdistani kıyafetleri ile hayatını sürdürmesini ve Kürtçe’yi son derece sık konuşmasını kendi beyanıyla ‘milliyetine duyduğu muhabbetten’ kaynaklandığını defaatle belirtmiştir.

Hatta, Altan Tan’ın Kürt Sorunu kitabında da uzun uzun belirtildiği gibi, Said-i Kürdi Kürdistani kıyafetlerini değiştirmesini teklif edenlere dahi katlanamamış ve şu sözlerle cevap vermiştir;

‘’Bak Acem Ağa! Ben bu keyfimi, bu kıyafetimi Van Valisi Tahir Paşa’nın bin altın ile hususi konak ve kızını teklif etmesi karşısında bile değiştirmedim.’’

Bununla birlikte, Said-i Kürdi’nin Kürtlüğünü ifade etmesi ile sorunu olmayan fakat özellikle Kürtlüğe dair yaklaşımlarını ‘Arapça vacip, Türkçe Lazım, Kürtçe caizdir’ üst başlığının içine hapsedip, adeta Türk ve Kürtlüğe dair bir takım sınıflandırmalar yapabilmek için Said-i Kürdi’nin bu ifadelerini referans kabul eden geniş bir kesimin olduğunu da ifade etmek durumundayız.

KÜRTLERİ MUHATAP ALDI

Halbuki, Said-i Kürdi’nin ‘Kürtleri muhatap alarak!’ yukarda belirtmiş olduğu bu ifade, aslında Van, Bitlis ve Diyarbakır’da hem fen hem de İslami ilimlerin tahsilini aynı anda yapacak Medresetü’z Zehra isminde bir üniversiteler zinciri kurma hayalinin bir mukaddimesidir. Yukarıda belirtilen ifade ile ‘Kürtlere’ seslenen Said-i Kürdi, bu coğrafyada soyutlanmış hayatlar yaşayan Kürtlerin çevreden-merkeze hareket edebilmeleri ve memleketin diğer parçaları ile siyasal, ekonomik ve sosyal anlamda bütünleşebilmesi için bahsi geçen tavsiyesini öne sürmüştür.

Bir takım çevrelerin hakikati ıskalamasından farklı olarak, Said-i Kürdi’nin ‘Arapça vacip, Türkçe Lazım, Kürtçe caizdir’ demesi Kürtçe’nin ve Kürtlüğün, Türkçe ve Türklüğe kıyasla daha az zaruri ve hatta Türklük çatısı altında ümmetçi yaklaşımlara erimesi gereken bir milliye olarak gördüğünden değildir. Aksine, Said-i Kürdi Kürt, Kürtçe ve Kürdistan ilişkisini kıyafetleri, konuştuğu dil ve özellikle birinci Said dönemi olarak ifade edilen zaman diliminde bir takım siyasal angajmanları ile sürekli tavsiye etmiştir. Hatta, bu dönemde Said-i Kürdi’nin Marifet ve İttihad-ı Ekrad isminde bir Kürtçe-Türkçe gazete çıkarmak için yoğun çabalar verdiği Müfid Yüksel’in araştırmalarından da okunabilir.

Said-i Kürdi’nin Kürtlüğünü serişte etmek ve ifade etmekle hiçbir sorunu olmadığını desteklemesi açısından, Mederestü’z Zehra konusunda Bave Kurdan (Kürtlerin babası) olarak bilinen Sultan Abdulhamid ile anlaşamaması üzerine ‘Kürtleri muhatap alarak’ söylediği şu sözler son derece manidardır:

‘Ey Kürtler! Tımarhaneyi kabul ettim. Ve Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahı ve maaş ve ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim.’

Ez cümle, Said-i Kürdi ne Kürt milliyetçilerinin hayal ettiği gibi bir Kürt ulusalcısı, ne de bir takım Turancı ve İslamcı kesimlerin tahayyül ettiği gibi bir Kürt inkarcısıdır. O bir Kürt mellesedir. Hayati boyunca, Kürtlerin de diğer Müslüman milliyetlerle birlikte eşit haklar temelinde siyasal, sosyal ve ekonomik olarak temsil edilmesi için büyük uğraşlar vermiştir. Bu uğraşları bir takım milliyetçi ya da siyasal saiklerle Said-i Kürdi’nin hayatını adadığı İslam davasının dışında görmek ya da tamamen red etmek onun âli mirasına yapılabilecek en büyük saygısızlıklardandır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Baba kürt anne türk bir birey olarak hislerimize tercümân oldunuz… insanlara kendi durumumu anlatırken, ifrat tefritten uzak olmanın asimile olmak olmadığını, ama kimliğini inkâr etmemenin de sempatizanlikla eşdeğer olmadığını izah ettiğimde anlaşılmadığını/kabullenilemedigini görmek üzüyordu… demokratlık ile müslümanlığın/dindarlığın iki zıt kutupmuş gibi kabullenildiği toplumumuzda, önyargılardan arınmak için, manevi büyüklerimizi referans gösteren bu tür yazı ve paylaşımlara çok ihtiyaç var. Kaleminize [klavyenize 🙂 ] sağlık… cânı gönülden Allah(cc) razı olsun diyorum…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin