Bari insan kalsaydınız!   

YORUM | ERHAN BAŞYURT

Türkiye, yaygın ve kitlesel insan hakları ihlali yaşıyor.

İktidar adaleti yok edip insanlara acılar çektirirken, ‘’Acırsanız acınacak duruma düşersiniz…’’ diyor. Tabanını her türlü kötülüğe teşvik ediyor, cesaretlendiriyor.

Uzun süredir iftira, yalan ve hakaret kampanyası yürütüldüğü için, parti tabanı bu nefret söylemleriyle satın alınmış durumda.

Bir hayal dünyasında, akıllarınca, ’vatan hainleri’ne karşı ülkenin bekası için cihad ediyorlar ve ‘savaş hiledir’ diyip her türlü aldatmayı mazur görüyorlar.

Zarar kendilerine dokunmadıkça, ‘öteki’ne yapılan her türlü adaletsizlik ve hak ihlali tabii bir uygulama onlar için…

Duymazdan geliyor, görmezden geliyor ve mağduriyetleri konuşmuyorlar…

Böylece vicdanları sızlamıyor, insanlıktan da uzaklaştıklarının farkına varamıyorlar.

İKİ SUÇ ŞEBEKESİNİN KİRLİ İTTİFAKI

Garip olan, iktidarın kendi yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını örtmek için giriştiği bu kıyıma, daha önce ‘suçüstü’ yakalanan ve aynı kesime intikam hırsıyla bilinmiş ‘derin yapılar’ da destek veriyor.

Birbirlerinden aslında haz etmiyorlar, ortak paydaları ikisinin de ‘suçüstü’ yapılmış olmaları…

Birbirlerini temize çıkarmak için el ele ‘suç ortaklığı’ kurmuş durumdalar.

‘Derin yapılar’ da iktidara muhalif kesimler nezdinde, özellikle Cemaat’e ve Kürtler’e yönelik kitlesel kıyımların görülmemesi için algı yönetimi yapıyor.

Yaşanan kitlesel kıyımların görmezden gelinmesini sağlıyorlar…

‘Dindar düşmanlığı’ damarını kullanıyorlar, devleti yeniden ele geçireceklerini, TSK’nın 30 yılını ele geçirdiklerini, yargıyı yeniden ele geçirdiklerini söyleyip bir kesime ‘havuç’ sunuyorlar. Onları susturuyorlar.

‘Derin yapılar’, kadrolaşma ve ‘temizlik’ işi bittiğinde suç ortaklarını bir kalemde sileceklerini; iktidar da köprüyü geçtiklerinde halk desteğinde ve yeni güç merkezleriyle ‘derin yapılar’a yeniden dersini vereceklerini kendi kitlelerine pazarlıyorlar…

Mafya mantığında bir ‘suç kardeşliği’ ve onların etki altına aldığı ve suskunluğa zorladığı yelpazenin iki yakasından ‘yandaş’ ve ‘muhalif’ kitleler var.

Mağdur olmadıkları halde, iktidar veya derin yapıların algı operasyonlarından etkilenmeyen maalesef çok az kesim ve aydın var.

Sonuçta, ‘kirli ittifak’ ile özgürlükler, adalet ve demokrasi birlikte yok edildi…

Bundan sonra suç ortaklığı sürse de, ‘derin yapılar’ gelse de, Türkiye’de insan haklarına, hukukun üstünlüğüne kısa vadede dönüşü bir hayal…

‘Derin yapılar’ın 1990’larda yaptığı hukuksuzlukları, iktidar da son 5 yıldır misliyle tekrar ediyor…

Her iki kirli yapı da tasfiye olmadan, Türkiye’nin yeniden huzuru yakalaması bir hayal!

ÇOÇUKLAR ÖLMESİN, BEBEKLER HAPSE DE ATILMASIN!

İktidar ve derin yapıların suç ortaklığını ve el birliğiyle ‘yandaş’ ve ‘muhalif’ kesimleri nasıl susturduklarını özellikle 15 Temmuz’dan bu yana sayısız örnekleriyle yaşadık ve gördük.

Son haftada yaşanan 2 acı vaka üzerinden bir kez daha hatırlamaya çalışalım…

İlki, Ayşe Öğretmen… Beyaz Show’a bağlanıp, ‘Çoçuklar ölmesin’ dediği ve Kürt olduğu için ‘terör örgütü propagandası’ yapmaktan 1 yıl 3 ay hapis cezası verilen bir öğretmen Ayşe Çelik.

Hamile olduğu için kamuoyundan kamuoyundan gelen tepkiler üzerine, infazı doğum ve bebek nedeniyle ertelenmişti.

Doğum ve bebeğini 1 yıl büyüttükten sonra kızıyla birlikte kararın infazı için hapse atıldı.

Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru üzerine hak ihlali olduğuna karar verdi. Suç yok, karar ifade özgürlüğüne aykırı dedi.

Ayşe öğretmen, 1 buçuk yaşındaki kızı Deran ile 22 gün demir parmakların arkasında özgürlüğünden mahrum bırakıldıktan sonra tahliye edildi…

Tahliyesinden sonra Cumhuriyet’e yaşadıklarını anlattı.

’’12 kişilik koğuşta 51 kişi zor şartlar altında yaşıyor. 43 yetişkin 8 çocuk aynı koğuşta kalıyor. Çocukların 6’sı henüz yeni doğmuş, 0-1 yaş aralığındaydı… Onları görünce canımdan can gitti.

Her ranzayı iki kişi kullanıyordu. Geride kalanlar ise çoluk çocuk yerde yatıyorduk. Hijyenden uzak tuvaletin, banyonun olduğu yerde uyumak zorundaydık. Tuvalete giderken insanların yataklarına basmak zorundaydık..

Özgürlüğümün tadını ancak 700’ü aşkın kimsenin bilmediği zindanda olan Deran bebeklerin ve annelerinin özgürlüklerine kavuşmasını öğrendiğimde yaşayacağım. Cezaevi koşulları, bebekler çocuklar için ciddi yaşamlar riskler taşıyorken, tek bir nefesin bile orada kalmamasını umut ediyorum. Hiçbir çocuğun yeri cezaevi olmamalı. Yani kendimi hala özgür hissetmiyorum. Sadece şanslı görüyorum…”

Ayşe Öğretmen’in AYM kararına her kesimden destek geldi. Takdir ettiler.

Peki, Ayşe Öğretmenin anlattığı ve kanuna göre hapsedilmesi mümkün olmayan anne ve bebekler, 700 bebek ve 17 bin kadın için aynı tepki neden gösterilmiyor?

Tamamı hukuka aykırı şekilde, hapis yatırılan hamile masumlar, kelepçeli doğuma zorlananlar, doğumhaneden kelepçelenip alınan loğusa yüzlerce kadın, 0-6 ay bebekler neden görülmüyor?

Suç kardeşliğinin ve kirli ittifakın en büyük başarısı işte bu çifte standart… Yandaşı da muhalifi de ‘öteki’ne karşı yapılan haksızlıklar için susturmaları… Görmezden gelmelerini sağlamaları…

BİR PROFESÖRÜN ‘DUVAR’I AŞAN ÇIĞLIKLARI!

İkinci vaka bir akademisyene ait, Prof. Dr. Haluk Savaş.

Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi psikiyatristlerden birisi Prof. Savaş, KHK ile 15 Temmuz sonrası haksız ve hukuksuz şekilde üniversiteden atılanlardan.

Yaşadığı dramı, kanser hastası olduğu, mahkemede beraat ettiği halde pasaportunun verilmediğini şu seri tweetler ile duyurdu:

“Az önce TC Adana Valiliği’ndeydim; pasaport için önce tahditlerin sorgulandığı odaya girdim. Memura KHK’lı olduğumu, yargılanıp beraat ettiğimi, mahkemenin yurt dışı yasağımı kaldırdığını, iki kez tekrar etmiş kanser hastası olup yurt dışında tedavi olmak istediğimi belirttim.

Memur bilgisayardan baktı KHK ile kamudan ihraç olduğumdan KHK ile pasaportumun iptal olduğunu bu nedenle pasaport çıkaramayacaklarını belirtti. Yani mahkemenin benim yurt dışına çıkış yasağımı kaldırması hiç bir anlam ifade etmiyor. KHK bizi yurt içinde ölmeye” mahkum ediyor.

“Bu KHK’ya karşı ne yapabiliriz?” diye sordum. “Kanser raporlarınızla birlikte CİMER’e yazın” denildi. Benim ortalama beklenen ömrüm 39 ay, bunun 30 ayı geçti “geri kalan” 9 ayı devletin çeşitli birimleri ile “yazışarak” geçireceğiz anlaşılan. Oysa Japonya, Kore, Küba, ABD’de tedavi olabilmem için yeni geliştirilmiş önemli tedavi teknikleri var. Mesela biri 2018’de Nobel Tıp Ödülü’nü alan Prof. Allison’un immunoterapisi. Şimdi bu tedavilere bir an önce kavuşmak ve hayatta kalabilmeyi denemek yerine devletin bana ördüğü “ölüm duvarı”yla karşılaşıyorum.

Sağ kalırsam, önce CİMER’e, başarılı olamazsam idari mahkemeye, başarılı olamazsam bölge idare mahkemesine, başarılı olamazsam Danıştay’a, başarılı olamazsam, AYM’ye, başarılı olamazsam AİHM’e başvuracağım. TR’de ceberut devletle uğraşmak mı daha zor yoksa Azrail ile mi bilemedim?”

Prof. Savaş, Ahval ve EuroNews’e yaptığı açıklamalarda da şu muhteşem tespitlerde bulunuyor.

‘’Burası Doğu Blok’u mu? Rusya’da insanlar duvarlardan atlarken vuruluyordu. Şimdi insanlar Meriç’de boğuluyor ölüyor. Bunlara yol açanlar kimse Allah belalarını versin. Biz çocukluğumuzda Berlin Duvarı üzerinde öldürülen insanları duyuyorduk.

Ben kanser hastası olarak yurtdışına çıkamayacağım, Meriç’ten mi kaçmam gerekiyor?

Ben Meriç’ten kaçmayacağım. Öleceksem herkesin gözü önünde bağıra bağıra öleceğim. 

Devlet bana kapıyı açsa, seni vatandaş olarak tanımıyorum, nereye gidersen git dese, bunu da yapmıyor. 

Benim burada göz göre göre ölmemi istiyor. Bana bu özellikle kastetmiş olmayabilir. 515 bin kişiye benzerlerini kastetmiş durumda.

Herkes zalimin zalim olduğunu duyacak. İnsanlık dışı bir muamele bu. Kabul edilemez…’’

PASAPORT İPTALİ MAĞDURLARI VEYA KEYFİ ESİRLER…

Prof. Savaş’ın yaşadıkları da Ayşe Öğretmen gibi yürek yakıyor.

Vicdanı ve aklı olan hiç kimse, bu kıyımlara karşı sessiz kalamaz.

Nitekim, Prof. Savaş’ın yaşadığı haksızlığa her kesimden tepki yükseldi. Mahkeme kararına rağmen verilmeyen pasaportunun bir an önce kendisine teslim edilmesi istendi.

İktidar henüz geri adım atmadı ama bu kitlesel kamuoyu duyarlılığı karşısında mutlaka adaleti hatırlayacaktır…

Ancak Prof. Savaş, 150 bin kişinin KHK ile atıldığı ülkemde sadece mağdurlardan birisi.

Seçimlerde KHK ile ihraç edildikleri bahanesiyle 3 HDP’li başkanın hakları ellerinden alınıp AKP’ye verildi. AKP, İstanbul’u iptal ettirmek için ‘’KHK’lılar oy da kullanamaz’’ başvurusunda bulundu. Bunlar bile, KHK konusunda genel bir uyanışa neden olmadı…

KHK ile atılanlar dışında, 200 bin kişinin eş durumları nedeniyle pasaportlarını keyfi olarak iptal ettiklerini bizzat Cumhurbaşkanı açıklamıştı.

Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar da, eşine karşı rehin tutulduğunu duyuranlardan.

Yurt dışında da benzer mağduriyeti yaşayan çok sayıda insanla karşılaştım.

Kimi ailesini yasa dışı yollardan getirtmiş. Kimisi 3 yıldır eşini ve yavrularını görememiş.

Annesinin, babasının cenazesine katılamayan insanlar, kendi çocuklarının düğünlerini veya cenaze namazını cepten canlı izlemekle teselli arayanlar.

Bir de, keyfi iptal listesinde adları olduğu için pasaportlarının süresini veya çocuklarının pasaportlarının sürelerini uzatamayanlar…

Milyona yakın insanın etkilendiği bir hukuksuzluktan bahsediyoruz.

Ne garip, mağdurlar dışında bu hukuksuzluğun farkında olan ve tepkisini dile getirenlerin sayısı milyonu bulmuyordur!

Oysa, Anayasamıza da evrensel insan haklarına da açık şekilde aykırı…

Hatta, seyahat özgürlüğü soykırımları önlemek için evrensel insan haklarının temel güvencesi haline getirilmesine rağmen, ‘’insanları açlığa mahkum edip yok etme niyetini’’ açık eden bir iktidara karşı Batılı ülkeler ve uluslararası insan hakları örgütleri de yeterince tepki göstermiyor.

İçeride ve dışarıda yaşanan bu suskunluk ve tepkisizlik, ’kirli ittifak’ı daha fazla insan hakkı ihlali için cesaretlendiriyor. Yargısız infaz yapıyor, aksi yöndeki yargı kararlarını takmıyorlar…

***

Kimsenin ‘kirli ittifak’tan merhamet dilediği yok, adaleti uygulayın yeter.

Vicdanınızın sesini dinleyin, hukuktan ayrıldınız bari insanlıktan da çıkmayın!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin