Balkan Harbi neden önemli?

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Türkiye Afrin Harekâtı ile birlikte “bir savaş atmosferi” yaşıyor. Bir yandan da harekât Viyana kapılarına dayanmış Osmanlı ordusunun bir seferiymiş gibi yansıtılarak büyük bir “fütühat” havası estiriliyor.

Elbette hiçbir savaş küçümsenemez. Geçmişteki örneklere bakıldığında “düşman” küçük ve önemsiz gibi gözükse de savaşın gerekleri tam olarak yerine getirilmediği takdirde sıkıntılar yaşanması kaçınılmaz oluyor.

Özellikle jeopolitik gerçekler dikkate alınmadığında ve ordu iyi bir moral seviyesi yakalayamadığında çok kuvvetli gözüken kuvvetler bile hüsranla karşılaşabiliyor. Buna örnek olarak Amerikalıların Vietnam’da, Rusların Afganistan’da yaşadıkları gösterilebilir.

Türkiye içinse “Balkan Harbi” başlı başına ders alınması gereken bir savaş olarak karşımıza çıkıyor. Balkan Harbinde dünya kamuoyu “Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin” dört küçük Balkan devleti karşısında kısa zamanda büyük bir zafer kazanacağını tahmin ediyordu.

Bu nedenle “Düvel-i Muazzama”, savaş sonrasında statükonun korunacağını açıklamıştı. Beklentilerin aksine bir ay içinde Bulgarlar Çatalca’ya kadar geldi ve savaş Osmanlıların mağlubiyetiyle sonuçlandı.

HARP NASIL KAZANILIR?

Bir savaşın kazanılabilmesi için komuta kademesinin uyum içinde olması, ordunun harekât kabiliyetinin yüksek, harekât planlarının mükemmel ve uygulanabilir olması, düşman kuvvetlerinin her yönünün dikkatlice hesaplanması ve lojistiğin çok iyi bir şekilde planlanması gerekir.

Bütün bunlar yanında Hükümetin hedefleri de ordunun durumuna uygun olmalıdır. Siyasetçilerin hayalci, diğer devletlerin politikalarını ve güçlerini dikkate almayan politikaları, en güçlü orduları bile felaketlere sürükleyebilir.

BALKAN HARBİ’NDE YAŞANANLAR

Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde kalmış ve üzerinden yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen yeterince incelenmemiştir. Hâlbuki bu savaşın tarihimizde günümüze bakan boyutlarıyla çok önemli bir yeri vardır.

Kamuoyu ordunun yetersizliğine rağmen Balkan Harbi’nin kısa zamanda kazanılacağına inanmış ve inandırılmıştı. İttihat ve Terakki ile rakibi Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ender ittifak ettikleri konulardan birisi bir an önce savaşa girilmesi olmuş, düzenlenen mitinglerde savaş çağrıları yapılmıştı.

Orduda “alaylı-mektepli” ve “İttihatçı-İtilafçı” ayrışması ciddi boyutlara varmıştı. Ayrıca subayların ortak bir ideale sahip olmaması, savaş esnasında çok büyük problemler yaşanmasına neden olmuştu.

Hâlbuki Osmanlı Devleti’nin orduya ayırdığı bütçe Bulgaristan’dan dört kat, bütün savaşan devletlerden iki kat fazlaydı. Ancak zafer için “para” yeterli olmamıştı. Osmanlı ordusundaki subay sayısının dört Balkan devletindeki subayların iki buçuk kat fazla olması da ordunun seferber olması için yetmemişti.

Seferberlik emirleri tam olarak uygulanmamış, seferberlikle gelen “redif askerleri”; yaşlı genç, eğitimli eğitimsiz ayrımı yapılmadan hatta sınıflarına bakılmadan dağıtılmışlardı. Efrat içinden askerliğini piyade olarak yapanların topçuya, topçuların piyadeye, süvarilerin denize, denizcilerin de süvariye gönderildikleri bile görülmüştü.

Asker tam bir eğitim almadığından taburların dörtte üçü silahını bile kullanamıyor, bazı askerler mermiyi tüfeğin ağzından yerleştirmeye çalışıyorlardı. Örneğin altmış yaşlarındaki askerlerden oluşan Konya Redif Fırkasında başlarındaki subaylar Arap olduklarından ve çok az Türkçe bildiklerinden ciddi bir iletişim sorunu yaşanmıştı.

Balkan Harbi’nde yenilginin en büyük sebeplerinden birisi olarak gösterilen redif taburlarının birçoğunun başında daha önce hiç üniforma giymemiş “memur subaylar” bulunuyordu. Nitekim “yerlerini bırakarak kaçan ve diğerlerine kötü örnek olan birlikler hemen her yerde redifler oldu”.

Mülkî ve askerî erkân ilk yenilgilerle birlikte büyük bir ümitsizliğe düşerek kendilerini kurtaracak yollar aramaya başladılar. Pirlepe’de bir kaymakam her şeyin mahvolduğunu, bu askerle muzaffer olmanın mümkün olmadığını ve Avrupa’ya giderek bildiği yabancı dillerle geçimini sağlamayı planlandığını söylüyordu.

İdealini kaybeden bir orduda neler yaşanabileceğine kanıt olarak Kumanova Muharebelerinin Türk ordusunun lehine döndüğü bir sırada fırka komutanlarının yerlerini terk edip kendilerine tebliğ edilen yeni rütbelerini takmak için şehirdeki terzileri uyandırmaları iyi bir örnektir. Onlar için “rütbe takmak” savaş kazanmaktan çok daha önemliydi.

Askerin ihtiyacı olan erzak ve mühimmat zamanında ulaştırılamamış, asker aç kalmış ve hemen her cephede cephane yetersizliği ciddi problemlere neden olmuştu. Bazen de mevcut erzak bile birliklere teslim edilememiş, “Balkan Harbinde Garp Ordusu” kitabının yazarı Selanikli Bahri’nin ifadesiyle “peksimet dağlar kadar yığılı iken ordu aç kalmıştır”.

GÜNÜMÜZE DERSLER

Abdülhamit devri sonlarında siyasete iyice müdahil olan subaylar, Meşrutiyetin ilanı ve Abdülhamit’in tahttan indirilmesindeki rolleri ile gereksiz bir gurura kapılmışlardı.

Ordu ciddi bir hedef problemi yaşamış, Anadolu kökenli askerlerin bir kısmı Rumeli toprakları için kan dökmenin anlamsız olduğunu bile söylemişlerdi.

Balkan Harbinin en acı manzaralarından birisini de firarlar oluşturdu. Savaşın hemen her cephesinde zabitlerden erlere kadar firar olayları yaşandığı gibi bazen de bir tabur veya bölük topluca firar etmekteydi. Firar edenler içinde fırka (tümen) ve alay komutanları bile vardı.

Bütün bunlara Müslüman halkın olumsuz yaklaşımları da eklenmişti. Bulgar, Sırp ve Yunan komşuları silaha sarılıp Balkan devletlerinin yanında yer alırken, Müslüman ahali şehri terk etmek için arabasını hazırlamakla uğraşmıştı.

Savaştan bir süre önce Hükümet büyük bir hata yapmış ve Sırbistan’ın satın aldığı ateşli topların “verilen izinle” Selanik limanından ulaştırılmasına izin vermişti. Bu silahlar daha sonra Osmanlı ordusuna karşı kullanılmıştır. Komutanların karşı çıkmasına rağmen Sait Paşa Kabinesi’nin bu hatasını anlamak mümkün değildir.

Diğer bir siyasi hata da hükümetin savaş tehlikesine rağmen büyük devletlerin garantilerine inanarak 120.000 kadar askeri Balkan Harbi öncesinde terhis etmesi olmuştu. Terhis edilen efradın yerine gelenlerin eğitimi için zamana ihtiyaç vardı. Ancak savaşın başlamasıyla eğitim görmemiş asker cepheye sürülmüştü.

Harekât planlarında “savunma” öngörülmesine rağmen “taarruz” odaklı bir harekât tarzı benimsenmesi de felakete zemin hazırlamıştı. Üst komite kademesi “muzaffer birer kumandan” olmak için yarışırken Bulgar ordusunun Çatalca’ya kadar gelmesi karşısında hepsi suçu birbirine atmıştı.

Hükümet de realist olmayan bir yaklaşımla “taarruz” edilmesini istemekteydi. Sadrazam Gazi A. Muhtar Paşa taarruz harekâtı yapılması yönünde bir tezkere göndermişse de yenilgiden sonra suçlu olarak Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı göstermiş, daha vahimi kabine kurulurken kendisinin oğlunu Harbiye Nazırı yapmak niyetinde olduğunu ifade etmişti. Yine Divan-ı Âli’deki sorgulamada Hükümet olarak askerin işine karışılmadığı cevabını vermişti.

Elbette yenilginin önemli bir sorumlusu da İttihatçıların orduda yaptığı tasfiyelerdi. 1912 seferberliğinde 30.000 subay olması gerekirken 1911 sonunda ordunun subay mevcudu ancak 16.000’di. Eksikliğin ihtiyat zabitleriyle kapatılmasına çalışılsa da bunda başarılı olunamadı.

KIZIL ELMA NERESİ?

Balkan Harbi bütün bu yönleriyle kötü bir komuta kademesi tarafından yönetilen, siyaset batağına düşmüş ve tasfiyeyle önemli bir subay kadrosunu kaybetmiş bir ordunun sayı yönüyle fazla olsa da facialar yaşayabileceğini açıkça göstermektedir.

Balkan Harbinde siyasi kadronun Selanik’ten Sırp silahlarının nakliyesine izin vermesi ve savaş öncesinde 120.000 askerin terhisi gibi hataları bilinmekteyken bugün de komuta kademesine “işin ehli olmayan ve siyasetçilere yakınlık dışında bir özelliği olmayan kişilerin” müdahalelerinin birçok yanlışlığa zemin hazırlaması muhtemeldir.

Hele Afrin harekâtının Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin bir yansıması olan “kızıl elma” ideali olarak ifade edilmesi, “stratejik sığlığın” ne boyutta olduğunun açık ispatıdır.

Osmanlı fütuhat devrinde İtalya’nın fethi veya Viyana’nın alınması “kızıl elma” iken, bugün Afrin’in “kızıl elma” olarak idealleştirilmesi, siyasi iktidarın dış politikadaki isabetsizliklerini net olarak gözler önüne sermektedir.

Ancak IŞİD tehlikesi karşısında Lozan’da “Türk Mezarı” adıyla Türkiye toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi’nin YPG yardımıyla kuzeye çekilmesini “büyük bir zafer” olarak yansıtanların “Kızıl Elma” ufkunun bu kadar olması da normal karşılanmalıdır.

 

Kaynaklar: M. Beşikçi, “Balkan Harbinde Osmanlı Seferberliği ve Redif Teşkilatının İflası”, Türkiye Günlüğü, S. 110, 2012; S. Zeyrek, “1. Balkan Savaşı Öncesinde Ordunun Talim ve Terbiyesi”, AVİD, 2012; S. Er, “Balkan Harbinde Osmanlı Ordusunun Yığınaklanması”, Balkan Harbi Paneli, 2015.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin