Az gittik uz gittik arpa boyu yol gitmemişiz

Yorum | Ahmet Kurucan

“Son asırlarda 1-Abid hukukçuların, 2-Bilgisiz müfessirlerin, 3-Dalgın muhaddislerin, 4-Aldatıcı vaizlerin, 5-Kurnaz meddahların, 6, Satılık şairlerin, 7-Uydurucu kurt sofuların, 8- Dalkavuk bilginlerin, 9- Tarikatçı şeyhlerin, 10-Falcı duahanların, 11-Bencil pirlerin, 12- Kelam safsatalarıyla ömürleri ve dinleri yitirilmiş üstadların, 13-Gevşeklik, tembellik yollarına mal vakfeden mezar kulları vâkıfların, 14-Ahlak-ı İslamiyeyi miskinlik ve zilletlik felsefesine çevirmiş ufak kalemlerin, 15-Bütün yalanları, en kahredici işsizlik ve ataleti her hafta müminlere telkin eden hatiplerin, 16-Vücudları, dimağları, kalpleri tahrip eden medreselerin, 17-Gönüllere temizlik, canlara rahatlık ve ruhlara faaliyet vermek gerekirken tamamıyla aksine hizmet eden mescitlerin, imamların, 18- Büyük faydalar mülahazasıyla vaz’ kılınmış meşruiyatı ve rükünleri hilafından yolsuz istimallerin ve edaların;  19-Ailelerde ve haremlerde din ve edep olmak sıfatıyla korunagelmiş durumların… Şu on dokuz veya daha fazla sebeplerin etkisiyle İslam aleminde ahlak-ı İslamiye bozulup tamamen yitirilmiştir. Her kemal zıddıyla, tersiyle tefsir kılınıp öldürücü sıfatların her biri iman kuvvetiyle fazilet gibi telakki kılınmıştır.”

Tam anlamıyla bir yokluklar arenası. Olması gerekli olan şeylerin olmadığı, olmaması gerekli olan şeylerin olduğu bir dünya yukarıda tavsifi yapılan dünya. Böyle olunca yapılması gerekli olan şeyler yapılmıyor, yapılmaması gerekli olan ne varsa yapılıyor. Zaten işin acı tarafı da bu. Toplumsal hayatta karşılığı olan bir manzaranın resmi bu. Hayal mahsulü, masa başında kâğıt üzerinde yapılan bir toplum tasavvuru değil. Yeşilçam film senaryosu hiç değil. Eskilerin deyimiyle vakıaya mutabık. Şimdilerde çoklarının manası bilmeden kullandığı ‘De facto’ bir durum.

234 sayfalık kitabının, hatime bahsine bu paragrafla başlıyor Hazret ve devam edegelen 4 sayfada bunların farklı açılardan açılımı sayılabilecek tespitlerini aktarıyor. Önemli gördüğüm için bazılarını paylaşayım sizlerle.

Diyor ki: “Ayet-i kerimelerde, hadis-i şeriflerde övülmüş olan tevekkülü acizlikle ve işsizlikle tefsir kılıp İslam milletini miskinlik, fakirlik, esirlik ve kölelik yollarına zorla sevk ettiler. Hesapsız hazain-i ilahiye onların ellerinde zayi oldu. Meskenete vurulma sonunda izzet yerine zillet geldi.

Diyor ki: “..Kaza ve kaderi son derece yanlış tefsirlerle İslam ehlinin gönüllerini emelden, ellerini amelden ve ayaklarını hareketten engellediler. İftira ve şaşırtma yoluyla kendi çıkarları düşünerek ve “Allah’ın hükümlerine razı olmak” ifadesini ileri sürerek bu yönü istismar ettiler. Süslü ifadelerle bunu tezyin kılıp imanın rüknü sıfatıyla gösterdiler.”

Diyor ki: “Fikirdeki hürriyeti hem de fikre “küfürdür” dediler de cahiliye devrinde kızlarını diri diri gömen bedeviler gibi İslam ehlinin akıllarını ve fikirlerini öldürdüler. Bedevilerin cahiliye devrinde kızlarını öldürmeleri zilletten kaçmak sebebiyle idi. Fakat akıllarına katletmek, en büyük zilletin en kuvvetli sebebi oldu. Dimağın felce, atalete uğraması sebebiyle İslamiyet’in ruhunu korkunç bir durgunluk bastı.”

Diyor ki: “Gözlerimizi cemalden, kulaklarımızı musikiden, güzel şarkılardan ve ellerimizi güzel sanatlardan yasakladılar da kalplerimiz yüksek duygulardan, mukaddes en latif şuurlardan yoksun kaldı.”

Diyor ki: “Selama durmak, zillet dizleri üstüne meskenet elleri koyup oturmak, susmak, baştan kuşu uçurmayacak kadar cansızca hareketsiz kalmak, gelip giden saatlerde rüku selamları vermek  ve ayağın toprak ve tozlarını kulluk başı üzerine almak gibi en ufak durumları “edep, işte budur” dediler de Müslüman yavrularını miskinlik ve kölelik ruhuyla terbiye eder oldular. Çocuklarda himmet, ileriye atılma ve faaliyet izleri kalmadı. İzzet ve haysiyet ruhu tamamıyla söndü.”

Diyor ki: “Küçüklüğü alçakgönüllülük, zilleti sabır, rızayı itaat, boşboğazlığı fesahat gibi gösterirken cesareti cünun, hamiyeti hamakat, vakarı, ağırbaşlılığı kibir, izzeti tekebbür, vesveseyi ihtiyat, keremi israf, cimriliği iktisat, hemen işe girişmeyi sürat, tembelliği yavaşlık ve yarışmayı haset diye vasıflandırdılar. Her fazileti tersiyle her rezaleti de zıddıyla tefsir kılıp İslam ahlakını bozdular, müminleri öldürücü sıfatların her biri ile adetlendirdiler. İslam ehlinde duygu ve şeref kalmadı.”

Diyor ki: “ Kadın kız meselelerinde, aile durumlarında kendilerinin tabiatlarını ve zayıf tedbirlerini mukaddes dinin geniş ve güzel hükümlerinden öne alıp, ya saygı ya da merhamet tarikiyle muamele gerekirken, hakaretle, hem şiddet yollarıyla kadın ve kızlara muamele eder oldular. Kadın ev hanımı ve erkeklerin kardeş sıfatıyla değil mutfak işçisi ve erkeklerin yalnız yatağı gibi itibar kılınır oldu…Mağlubiyet ruhuyla terbiye kılınagelmiş kadın ve kızları “görürsen üzerlerine saldır!” usulüyle beslenegelmiş erkeklerden korumak için, kadın ve kızları ev duvarları arasında ebedi surette kapatmak ve üzerine peçe, perde örtmek tedbir yaratıldı…Son derece zayıf olan bu tedbir, kadın ve kızları en zelil ve en zayıf yaratık derecesi indirdi. Akıl ışığı söndü, kalp de öldü. Gönülde hürriyet ve istiklal aşkları, emanet ve izzet duyguları kalmadı. Kadın ve kızlar hem dini hem de edebi terbiyeden mahrum kaldılar.  Aile paklığı, kadın ve kız iffeti yüz perdesi gibi en zayıf bir tedbirle korunmak zarureti hasıl olacak kadar aşağı derecelere indi. İffetin kıymeti birkaç kuruşluk perdeden ibaret oldu. İffet fazilet olmak şerefinden çıktı; mahpusluk ve örtünme kuvvetiyle ilzam kılınan hem de gayet zayıf bir bağ oldu….Kadın ve kızların yani annelerin bütün durumları ahval-i ruhiyeleri ve ahval-i adliyeleri çocuklara intikal edip İslam ehli, her yerde her yönden geriledi ve dini inancı zayıfladı.”

Diyor ki: “Bana kalırsa biz de millet çocuklarında en öldürücü hastalık, emel yokluğu, ileriye atılış eksikliği, cesaretsizlik, ümitsizlik, himmetsizlik ve kardeşlerimizin kendilerine olan güvensizlik hastalıklarıdır. Her biri miras olma tarikiyle, analardan çocuklara geçmiş olan ruhi halleridir. Zaman annelerimizi ıslah ederse çocukları da elbette sağ olurlar, sağlıklı yetişirler.”

Son söz olarak da diyor ki: “Öğrencilere tavsiyem şudur: Allah İslamiyet’i nesh etmemiş ise, bir vakitler gelmiş olan Ebu Hanifelerin, Maliklerin, Buhari ve Müslimlerin, belki daha büyükleri gelebilir. Bu emel, Kur’an-ı Kerim’in gerçek müjdesi ile sağlanmış güzel bir ümittir. Gurur değildir bu, hayalperestlik de değildir. Bilfarz gurur olacak olursa ne zarar gelir? İzzet veren gurur, zillet veren küçük hakikatlerden milyonlarca daha değerlidir. İslamiyet’i asıl genişliğiyle ve ulviyet kutsiyetiyle göstermek emeli, beni coşturdu. İktidarımı bana tembih edebilecek zevat bulunabilirse de, emelini, rağbetimi ve ümidimi sınırlayacak zevat yoktur. İnsan hareket ederken, Allah’ın nihayetsiz “Rahmet-i İlahiye” hazinelerine gider iken, iktidarıyla değil emeliyle, rağbetiyle gider. İhtida, iktidar eseri değil bilakis içtihat sonucudur.”

Yazımın başlığına geniş halk yığınlarına mal olmuş “Az gittik uz gittik; dere-tepe düz gittik. Bir de döndük baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz.” tekerlemesinden mülhem  “Az gittik uz gittik, bir arpa boyu yol gitmemişiz” koydum. Yürüme bantlarında saatlerce koşan ve bir santim bile mesafe kat etmeyen insanlar benzetmesi de yapılabilir. Neden böyle diyorum? Çünkü 1875-1949 yılları arasında yaşamış olan yazarımızın yapmış olduğu bu tespitler bugünümüze de ayniyle uyuyor. Vakıaya mutabık demiştim ya yukarı da; işte aynen öyle. Allah akıbet ü encamımızı hayır eylesin.

Ümitsiz miyim? Hayır. Yukarıdaki satırların yazarının ümitsiz olmadığı gibi, bu satırların yazarı olan ben de ümitsiz değilim. Yazar “Geleceğimizi ümit gözüyle bakalım. Bu zaman, aklımızı ve kalbimizi evhamdan ve vesveselerden temiz tutup ellerimizi ve ayaklarımızı taklit bağlarından kurtaralım.” diyerek ümidini besleyecek ana unsuru taklit bağlarından kopmak olarak belirlemiş. Ben de benzer şeyleri söylüyorum yıllardır. Benim ifade şeklim ise, zihniyet değişimi. Aklediş biçimi. İngilizce ifadesiyle mindset. Zihniyet bizim hayat felsefemizi, yaşam tarzımızı, davranış modelimizi besleyen ana damardır. Bizim Müslümanlar olarak bunu değiştirmeden bir adım ileriye gitmemiz imkansızdır.

Kim mi bu? Tataristan’ın medarı iftiharı devrinin sayılı alimlerinden biri olan Musa Carullah Bigiyev. Bahse medar alıntıları yaptığım kitabının adı ise “Uzun Günlerde Oruç.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. 🙂 Geçen günlerde yazarlardan bir tanesinin cümleleri arasında
    “zehir zemberek” tanımlaması vardı…

    Yukarıdaki maddeleri teker teker teker okurken aklıma nedendir bilinmez zehir zemberek tabiri geliverdi.Cümlelerin içindeki kelimeler sanki birer çekiç gibi kalas parçasına çiviyi sabitliyor zannettim.Hatta ve hatta sıralanan maddeler arasında kendimi aradım, defalarca sual ettim nefsime 19 maddenin arasında hiç bir insiyatifi olmayan bir insan olarak sıradan yaşantımda kendime bir ders çıkarabilirmiyim .Sakin ve kimsesiz hayatımda kul hakkı taşımadan yaşamımı sürdürmeye gayret ederken ” ne yapabilirimin” in ip uçlarını bulmaya çalıştım.

    Bazı yazarlar yazılarını öyle bir yazar ki okursunuz biter.Yani yazıya başlarsınız ve sonunu getirirsiniz, kopamazsınız,ertesi gün okuyayım diyemezsiniz.Yazı sanki size hitabediyormuş gibi gelir.Aslında hiç alakası yoktur evrensel bir noktayı kişilere adapte etme becerisidir, belkide bu.Okur yazarı tanımaz,yazar okuru tanımaz lakin yazılan metin sanki tanıdık birilerini tanımlar.Bu durumun tanımlaması nasıl yapılır bilmiyorum fakat bazı yazarlar bazı yazılarında bu mahareti sergileyebiliyor.

    Biri bana şıracı mı dedi????!!!!!
    Bozacı nerede?

  2. Okurken Mehmet Akif geldi aklıma; o da “tevekkül” anlayışımızı eleştirmişti bir şiirinde. Genel olarak islam aleminin geri kalmışlığını, medeniyet eksikliğini, kaderciliği miskinliğe dönüştürmelerini eleştiriyordu.. Aklın yolu bir.

  3. Hele şükür gerçekleri yazmaya başladınız daha önce yazdıklarınızda gerçek olabilirde o gerçekler içinde bulunduğunuz ortamın gerçekleriydi yani birazda sanaldı yazdıklarınız halkın onlarca sene gerceğiynen alakası yoktu olmadığı için hizmetin bazı kurumların başında bulunan sorumlu bazı zevatlar HC efendinin ve cemaatın 50senelik emeğini akp uğruna harcadılar ve siz gerçeklere gözünüzü kapatmıştınız inşallah bundan sonra halkın yani Müslüman halkların gerçeğini ama manasız yazarsınız

  4. Ahmet Kurucan beye çok teşekkür ediyorum

    Yazıda “Dinimiz Belli” diyerek şahsi yanlış yorumlarını halka dayatan ekabir anlatılmış..

    Şimdilerde “Hocamız Belli” diyerek kendi yorumlarını dayatanlara duyurulur!

    Sonunda da “Mevcut zihniyetimizi değiştiremezsek bir adım ileri gidemeyiz” denmiş.

    Umarım bu yazı kendimizi değiştirmeye vesile olur..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin