Aykırı fikirler neden önemli?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Osman Kavala neden hapiste? Ahmet Altan neden hapisteyse ondan! Barış Akademisyenleri neden üniversitelerden atıldı? Diğer akademisyenlerle aynı sebepten! Demirtaş’la uğraşan, onu, onlarca Kürt milletvekilini, yüzlerce Kürt belediye başkanını hapse neden tıktılar? Bir bankada hesabı olmaktan, kermes düzenlemekten, kızını belli bir üniversitede, oğlunu belli bir lisede okutmaktan, bir gazeteye abone olmak ya da birisiyle aynı fotoğraf karesinde yer almaktan içeri tıkılanlarla aynı nedenden! Enis Berberoğlu ile Selahattin Demirtaş’ın milletvekili olmak dışındaki benzerliği nedir? İkisinin de bu rejimce kodese atılması! Yani bir siyasi irade var, tüm bu insanlara zulmeden. 800’e yakın bebek ve küçük yaşta çocuğu anneleriyle beraber zindanda tutan, hamile tutuklulara doğum yapması için izin vermeyen, ülkede çalıştırmadığı, yani fiilen en temel vatandaşlık haklarını gasp ettiği insanların baskı ve zulümden kaçarken denizlerde ve nehirlerde can vermelerine neden olan bir rejimdir söz konusu olan. Oy sayımı gibi seçimsel prosedürün temelinin bile artık düzgün işlemediği, yasalara uyumu geçtik, anayasanın kıymeti harbiyesinin kalmadığı bir ülkedir Türkiye artık – ama ne garip ki, hala daha yerel seçimlerde kim kimle ittifak kuracak türünden absürt tartışmalar yapılmaktadır.

Değişik, enteresan bir ülkedir Türkiye. Bu ülkede, 10 Kasım’larda akla Atatürk ve cumhuriyet rejimi geliyor. Sanki cumhuriyet tek başına bir şey ifade ediyormuş da falan, bu türden – haklı – tartışmalara hiç girmeden, ortada anayasa kalmamasını dert etmeyen, ama Atatürk heykeline baltayla saldıran ruh hastasına odaklanan bir kamuoyu var ki evlere şenlik! Türkiye’de Cadılar Bayramı yok demeyin, biraz dikkatle inceleyince, çok renkli bir eksantrik kültür vardır bu topraklarda. Bülent Ersoy’u ve Zeki Müren’i benimsemekte sorun görmeyen insanlar, sokakta gördükleri travestilere saldırır mesela. Ya da, suçüstü yakalanan hırsızın size din dersi vermesi konusunda sorun görülmez. Kürtleri asimile etmekte sıkıntı yoktur, ama iş Bulgarların asimile ettiği Türklere gelince kahraman kesilir herkes. Üst üste çıkan erkeklerin birbirlerine cinsellik kokan bir vücut mekaniği ile yaklaşmaları şakadır, ama eşcinsellik mevzusunda soykırımcı dil kullanmak olağan gelir çoğuna. Dedim ya enteresan bir ülke, enteresan bir kültür. Mesele neye karşı çıkması veya neyi benimsemesi değil, davranışlardaki bu derin tutarsızlık ve ilkesizliktir.

***

İnsanların fikri yoktur, fikri varmış gibi olan da hep göz ucuyla diğerlerini süzer. Nabız tutar. Tek başına diğerlerinden farklı düşünmek, en büyük fobidir Türkiye toplumunda. Zaten çoğu da hayatlarında hiçbir şeyi düşünüp tartmadan kabul etmeye alışmıştır. Kendi kültür ve örfünü bile bu açıdan ve aynı tutumla değerlendirir. Soru sormaz, sorgulamaz, yazılı ve sözlü kaynakları gösterseniz de tutumunu değiştirmez. Kendine söylenenleri doğru kabul eder, aşılanan davranışları kesintisizce sürdürür, güçten yana tavır alır ve bunu göstermekten zerre utanmaz. Doğru-yanlış düzlemi başkalarına endeksli olduğundan, sürekli bir “insanlar ne der”, “çevre nasıl tepki verir” şeklinde düşünür, bu çizgide en berbat şeyleri bile meşrulaştırabilir. Enteresan ülke, enteresan toplum!

***

Büyükler bizden iyi bilir daima! Öğretmenin vurduğu yerde gül biter! Dayak cennetten çıkmadır. Bir harf öğretince onun kulu-kölesi olmalıdır zaten! Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Üzüm yenir bağı sorulmaz. Bal tutan parmağını yalar. Yani otoriteyi sorgulamayacaksın. Şiddet meşrudur. Birinden yarar görmek ona şartsız bağlılık ve sadakat gerektirir. Doğruyu söylemek sorun yaratır. Sen zarar görmüyorsan mesele bitmiştir! Avanta geliyorsa fazla kurcalama. Makam-mevki elde ettin mi kendine menfaat sağlayabilirsin. Bunlar, geçmişten bize süzülüp gelen “bilgece” tavsiyeler! Bu bizi bağlamaz diyemezsiniz, çünkü sosyal ilişkilerde insanların davranışlarına yön veren temel konseptler bunlar. Genel kabul görüyorlar ve hayatımızda en sıklıkla duyduğumuz deyim ve atasözleri bu doğrultuda mesajlar vermektedir. İlm-i siyaset denen “stratejik siyasi davranış”, tümüyle ilkesizliği ve üçkâğıdı haklı çıkartan bir garabettir. İnsanların karşılıklı olarak birbirini yarı yolda bırakması, satması, söz tutmamak, takıyye yapmak, yalan söylemek, manipüle etmek, rüşvet vermek ve yolsuzluk yapmak, “köprüyü geçerken ayıya dayı demek”, inanmadığı şeyleri söylemek – bunlardır ilm-i siyaset. Bir nevi oryantal Makyavelizm, “nabza göre şerbet vermek” davranışı! İslami kültürde ilm-i siyaset, tüm bu mide bulandırıcı ve tiksindirici ahlaksızlık ve ilkesizliğine karşın, bize bir nevi “akılcı siyaset” veya “yönetme sanatının incelikleri” gibi sunulur. Bu türden siyaseti tanıdıklarım arasında en iyi özümsemiş kişi, Demokrat Parti’deyken bir süre dış politika danışmanlığını yaptığım ve metinlerini yazdığım, Genel İdare Kurulu’na listesinden seçildiğim bugünün “başarılı” (!) içişleri bakanıdır. Evet, işte kendisini kamufle etmek üzerine kurgulanan siyasi kariyerlerin kariyerist siyasetçileri, Arapçadaki orijinal anlamından (at terbiyeciliğinden veya jokeylikten) daha bir üst mertebeye, koyun güdücülüğüne taşımışlardır politikayı. Soylu, yoz bir siyaset anlayışının adeta insanda vücut bulmuş şeklidir. İnanmayan, internetten AKP öncesi Soylu’nun konuşmalarını bulup dinlesin. İbretliktir!

***

Toz kondurulamayan medeniyetimiz meşru ardıllık sorununu çözememiştir – dört halife dönemi de sonrası da, İslam dünyasında iç savaş, entrika, kumpas, arkadan vurma, dini güce alet etme, kardeş katli, arkadaşı-dostu satma, kendi çıkarını toplumsal faydaya önceleyen yönetim anlayışının inşası, bu çarpık siyasi mimarinin kurumsallaşarak gelecek kuşaklara bir tür siyaset eşittir ihanet, siyaset eşittir kaos, siyaset eşittir ilkesizlik mirasının bırakılmasıdır. Bugün yaşanılan süreçte, böyle bir kültürde doğup büyümenin sorun olmadığını düşünenler saftır! Bir kültürde siyasette güç transferi gibi birincil bir mevzu dahi kurumsallaşarak barışçıl bir siyaset dinamiği oluşturamadıysa, bu siyaset geleneğinden insanlığa evrensel bir katkı beklemek normal mi? Buna inanan var mıdır hala? İslamcılık oysa tam da bu mesele üzerine konumlanmıştır: siyasi (ve hukuki ve sosyolojik ve kültürel ve sanatsal ve sair) yapının İslam’dan ayrılmaması. Peki, bu yapı patolojik öğeler içeriyorsa, ne yapmak lazım? Kafamızı kuma mı gömelim?

Doğrusu şudur: değişim. Değişim, bazen eskinin tümüyle reddi olsa da! Bir karar vermek lazım. İnsan haklarını arıyorsanız, bunu sadece “ama bu Kuran’da ve hadislerde var” demekle bu hakları elde edemeyeceksiniz. Çünkü Kuran’da olan, sadece bugünkü anlamdaki insan haklarını meşrulaştırmaz. Kuran’da ve hadis kitaplarında yüzlerce otoriteryan rejimler tarafından kullanılabilecek ifadeler de var çünkü. Bu bakımdan, eskiden olanın reprodüksiyonu değil, olmayanın üretimidir gerekli olan. Kadın haklarını genişletmek için Kur’an’dan alıntı yapmaya veya 7. yüzyıldan işimize yarayacak emsaller bulmaya gerek yok. Düşünmek, rasyonel aklı ve mantığı, güncel gereksinimler doğrultusunda kullanmak, karşılaştırmalı olarak diğer toplumlar ve medeniyetlerle fikri alışverişlerde bulunmak gerekiyor. İlm-i siyaset olarak meşruiyet sağlanan vahşi ve ahlaksız politik alanın kurallandırılması için, mesela gücün denetimi gibi bir şeyin gerekli olduğunu anlamak ve buna uygun yorumlar yapmak lazım. Ya da, uluslararası ilişkileri bugünün ulus-devlet modelinin geçerli olduğu bağlamda, dar-ül İslam ve dar-ül harp gibi kategorilerden ayıklamak gerek. Kılıç yöntemini radikalce reddeden, diğer kültürlerle bir arada varoluşu benimseyen bir anlayış reformunu bir an evvel yeni nesle öğretmekle işe başlanmalı.

Türkiye’deki yaşanan ahlaki çöküş yanında zulmün kurumsallaşması ve sistematikleşmesi, ezkaza olmuş şeyler değil! Bunları üreten bir iklim var, kültürel bir iklim. Her şeyi sorgulamak – arındırmak ve arınmak için – bu nedenle elzem! Tutsaklar, tutsaklar, tutsaklar! Tutsaklar var! Acılar, acılar, acılar! Mutlu olmaktan utanan bir kültür, mutlu olmayı hedonizm sayan bir toplum, nasıl mutlu olacak? Siyaset at terbiyeciliği olabilir de, politika şehre ilişkin olması bağlamında, şehirli bir siyaseti, insanın mutluluğuna odaklı bir anlayışı gündeminin merkezine almalı. ABD anayasasında mutluluk peşinde olmak önemli bir siyasi değer olarak ön plana çıkartılıyor. Bu en eski anayasal metin, kulağımıza siyasetin esas anlamını fısıldıyor. Mutlu olmaktan korkma! Bu dünyada da mutlu olmayı hak ediyorsun! Sen bu dünyaya kendini birine veya bir şeye feda etmek için gelmedin! Sen bu dünyanın bir parçasısın. En az diğer insanlar kadar senin de mutlu olma hakkın var! Ve senin tepe örgütlenmen olan devlet, senin mutluluğunun garanti altında olduğu ahlaklı ve ilkeli değerler üzerine kurulu bir siyaset iklimini oluşturmaktan sorumlu!

***

Hangi görüşten olursan ol. Bu söylediklerimi lütfen düşün. Çünkü Selahattin Demirtaş’ı da, Ahmet Altan’ı da, Barış Akademisyenlerini de, Berkin Elvan’ı da, tüm Gezi protestocularını da, Cemaat, liberaller, Aleviler, Ermeniler; rejimin ezdiği, rejimle sorunlu halk kesimlerinin de, yoksulların ve ezilenlerin de ortak yararıdır bu! Bakın: siyaset, siz ne yaşıyorsanız odur. Din, nasıl yaşanıyorsa odur. Kültür nasıl yalanıyorsa odur. Ama esasında orijinal olan bu değil demek, sadece gerçeklerden kaçmak, mücadeleyi bir başka vakte ötelemektir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Said Nursi derki: `Dinin % 99 luk kismi ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. % 1 nispetinde siyasete mütealliktir.`
    Bence problemler hep bu %1 lik kisimdan cikiyor. Idari konulari cogu kisi isine geldigi gibi yorumlamis, diger deyisle istismar etmisler.
    Ozetle: siyasete-idareye ait meseleleri gozumuzde cok buyutup, dini isin icine cok karistirmamiz gerektigine inanmiyorum.
    Madem bu hususlar da bircok ihtilaf var, yanlis anlasilmaya da musait, hem madem bu konu dinin asil ozu ile ilgili degil, o zaman bu tur idari-siyasi konularda yazarin onerdigi gibi dini referans almaya bence cok gerek yok. Medeni dunya gorusleri, akil ve bilimin isiginda yeni yaklasimlar getirilebilinir bence de.
    Son soz: Din 1 tanedir, saftir, temizdir, dogrudur ve degismez, AMA herkesin inanma ve uygulama derecelerine gore bence herkesin inandigi din de Allah da ayni degildir. Mesela birisi Kainati yaratan ama bazi islere karismayan bir ilaha inanir, baskasi baska cesit bir ilaha inanir. Evet ikisi de Allaha inaniyordur ama tahayyul ettikleri ilah kavrami farklidir. Ayni sekilde cogu Islamcinin inandigi din ile benim inandigim din aslinda ayni degildir. Onlar icinde bol bol asip-kesmenin oldugu, siyasetin oldugu bir dine inaniyorlar ben ise farkli dusunuyorum.

    • Dostum din insanlari hayra ve iyilige cagiran ilahi sistemler manzumesidir inanmadikca insanlar ona uymazlar, dogru yolu insan bulacaktir dogru veya yanlis ile amel edecektir insan bu konuda ozgurdur, Devletin isleyisini slah etmek degil insani islah etmek esasdir. Yonetim bir sonuctur

  2. Insanin gercegi bulabilmesi ve akla kapi acilabilmesi icin hic bir fikir aykiri degil her fikir onemlidir. Fikir ozgurlugu esas olmalidir. Insanliga asil zarari fikirler degil fikirlere tahammulu olmayanlar vermektedir

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin