“Arınma” uygulamalarına karşı neler yapılabilir?

YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL

Bir önceki yazımızda “Arındırma” (lustration) kavramını, AKP Hükümeti’nin KHK’ları bu kavram üzerinden sunma ve AİHM’e argüman geliştirme çabasını gözler önüne sermeye çalışmıştık.

Nitekim geçtiğimiz hafta AİHM’den de Ukrayna Kararı çıkmış ve orada da “Arındırma”nın şartları, halinde hangi durumlarda yapılacağı ve usulleri ortaya konmuş, tazmin ve yaptırım durumları hükme bağlanmış idi. Daha öncesinde de AİHM’in bu konuda; Turek v. Slovakya, Matjyek v. Polonya kararları bulunmakta. Bu kararlarda da 6 ile 8. madde ihlalleri vurgulanmıştı.

Bu yazımızda ise Türkiye’nin savlarına kısaca değinip, bu argümanlara karşı nasıl hareket edilmesi ve neler ileri sürülmesi gerektiği üzerinde durmaya çalışalım.

‘ARINMA’ AMA KİME?

Öncelikle altını çizelim ki; AİHM’in Ukrayna kararındaki şartlarla Türkiye’deki yargılamalardaki şartlar çok farklı…

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ve topyekûn Avrupa Konseyi’nin (AK) temel kuruluş amacı demokrasinin korunmasıdır. Bahsedilen kararda, komünizmden demokrasiye geçen bir ülkede komünizm rejimini korumak görevli KGB ajanlarının işine son verilmesi söz konusu… Bu kimseler, tüm özlük hakları ödenerek emekliye sevk edilmişlerdi.

Oysa ülkemizde bu şartların hiçbirisi yok. Meslekten çıkartmalar demokrasinin korunmasına değil, otoriter rejimin yerleşmesine hizmet ediyor!  Bu yapılırken de insanların hiçbir özlük hakkına riayet edilmiyor.

Muhalif görülen ve “Tek Adam Rejimi”ne boyun eğmeyeceği düşünülen her meslekten insanlar, çok önceden hazırlanmış fişleme listeleri üzerinden devletten kazınmış ve bunu yaparken de hiçbir temel hakkına riayet edilmemiştir. İhraç listeleri kamuya açık olarak ilan edilmiş, isimler ifşa edilmiş, (AİHM’in ifadesi ile) “Özel hayata saygı” hakları ihlal edilmiştir.

Ayrıca insanların adil yargılanma hakları kısıtlanmış, yine AİHM ifadesi ile “Makul sürede yargılanma” hakları ellerinden alınmıştır.

Bu yönleri ile bile “Arınma” şartlarına riayet edilmemiştir.

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim ki; Türkiye için asıl arınma işlemi, ileride Otoriter/ Tek Adamlı rejimden tam demokrasiye geçilmesi halinde bu rejim hesabına çalışmış, iktidarın tetikçiliğini yapmış olan devlet görevlileri için söz konusu olacaktır. Doğu blokunda baskıcı Komünist rejimlerinden demokrasiye geçişlerde, yeni dönemde suça bulaşmış olanların ve demokrasiye direnenlerin devletten arındırılması örneğinden başka, Hitler faşizmi sonrasında yapılan “Nurnberg Yargılamaları” da bu yönde paralel bir uygulamadır. Erdoğan- Avrasyacı Koalisyon İktidarı yıkıldığında da benzer süreçler yaşanabilecek; MİT, Askeriye, Polis, Yargı vb yerlerde iktidarın suçuna ortak olanların ihracı/ Arındırılması ve yargılanmaları söz konusu olabilecektir.

AİHM’İN DURUMU…

Bu süreçte AB ve AİHM, göçmen durumlarını da nazara alarak Türkiye ve Erdoğan Rejimine karşı çok tolerans ile yaklaşmaya, arayı iyi tutmaya çalıştı hep… Bu da, demokrasi ve adalet beklentisi içinde olanları hayal kırıklığına uğrattı haliyle…

AİHM’deki Türk hukukçuların ideolojik yaklaşımları, AK daimî temsilcisi Kaan Esener’in geçmişi, Ergenekon ekibinin buralarda etkili olması gibi pek çok neden AİHM’den iyimser bir beklentinin olmamasının başka bir sebebi…

Seta’nın bazı yayınlarında “Cemaat’e yönelik ihraçların lustration (arındırma) faaliyeti olduğuna” dair akademik görüşlere yer verildiği görülmekte… Dolayısıyla bu politikanın fikri alt yapısını oluştururken Doğu Avrupa ülke uygulamalarını inceledikleri ve onlardan esinlendikleri anlaşılıyor. (Fiiliyatta da Hitler Almanyası uygulamalarından esinlenildiği görülüyor.) İhraç ve tasfiyelerine kılıf bulmak için de bu argümanı sonuna kadar kullanmaya çalışıyorlar.

AİHM kararlarından önce AKPM ve Venedik Komisyonu da Doğu Avrupa ülkelerinin “lustration yasaları” ile ilgili görüşler oluşturmuş ve kılavuz ilkeleri belirlemişti. AİHM de bu görüşlerden istifade etmişti.

Avrupa’da bu konuda en yeni yasa Ukrayna’nın 2014 Turuncu Devrimi’nden sonra çıkardığı yasa. Ancak bu yasa diğerlerinden farklı olarak eski komünist görevlileri yanı sıra, eski Devlet Başbakanı Yanukovic zamanında atanmış üst düzey kamu görevlileri ve de yargı mensupları gibi çok geniş kapsamda görevliyi hedef alıyordu. (Ukrayna kanuna baktığımızda tam da 15 Temmuz sonrasında büyük insan hakları ihlalleri suçu işleyen AKP rejimi mensupları ile bu dönemde atanan üst düzey tüm görevlileri kapsayan bir kanun gibi… Aslında bizimkiler tam da düşecekleri kuyuyu kazmaktalar yani.)

Venedik Komisyonu da Ukrayna Kanunu ile ilgili görüşler yayınlamıştı. Son görüşünde; D. Avrupa lustration mevzuatları için önceleri benimsenen bazı zor kriterleri görmezden geldiği, bir nevi bu yasayı uygun gördüğü yönünde görüşler de var…

Venedik Komisyonu, Aralık 2016’da kabul edilen OHAL tedbirlerini incelediği çok kapsamlı bir rapor yayınlamıştı. O raporun bir iki yerinde lustration’dan bahsedilmiş ama onun ötesinde tedbirlerin insan hakları standartlarına aykırılığı ile ilgili çok güçlü tespitlere yer verilmişti. AİHM’e (AYM dahil) ihraçlarla ilgili başvuru hazırlanırken bu rapor ve Komisyon’un 2016 raporu temel dayanak olmalı.

BM periyodik incelemesinde de sunulacak raporlarda mutlaka atıflar ve alıntılar yapılıp BM’ye bu hususlar iletilmeli…

AİHM’E DÜŞEN…

Bunlardan hareketle öncelikle AIHM kararında ismine lustration (Arıtma), temizlik (vetting) ya da tasfiye (purge) ne derse desin, AİHM;

Venedik Komisyonu ve diğer NGO vs. raporlarını dikkate alıp ihraç süreçlerinin -adil yargılanma hakkı ve özel hayatın korunması hakkı dahil- Sözleşme’deki hakların ihlal edilip edilmediğine bakmalıdır…

İlle lustration derse de D. Avrupa ülkeleri sistemlerinde aradığı kriterlerin yerine getirilip getirilmediği, gerekli güvencelerin sağlanıp sağlanmadığı hususlarını inceleyecektir.

AİHM ayrıca; 667 sayılı KHK’nın 8. md anlamında yasa olup olmadığına, yasa kabul ederse de tedbirin demokratik toplumda gerekli olup olmadığına bakacaktır. Sonuçta lustration desin ya da demesin; “Devletin, bazı kamu görevlilerini ‘15 Temmuz’ sonrası tasfiye etmesinde meşru çıkarı var ve ben buna karışmam ama usule bakarım” diyecektir.

Nitekim “Pişkin başvurusu”nda da AİHM, “Bunu lustration bağlamında mı ele aldınız?” diye sorarken de (AIHM’in lustration ile ilgili kendi diğer kararları dikkate alındığında);

“Şahsın sözleşmesinin sona erdirilmesi cezai bir yaptırım olarak kabul edilebilir mi ki?” diye de sormakta Hükûmete… Bu yönden düşünüldüğünde esasen başvuran lehine bir durum.

Bir görüşe göre, AİHM lustration davalarında bunu böyle kabul ederse;

Aslında meslekten çıkarma idari bir yaptırımken bunu cezai bir yaptırım olarak görüp idari yargıdaki adil yargılanma hakkındakilerden daha geniş güvenceler öngören güvenceler aranmış olacak… Bu görüşe göre yine, AİHM de soru sormakla aslında bunu kabul edeceğini ima etmiştir ki, bu başvuran açısından olumlu bir durum. Bunun dışında AİHM’in sorularına baktığımızda sorabilecek tüm soruları sorduğunu görebiliyoruz. Bu yönden de olumlu.

BAŞKA NELER YAPILABİLİR?

Bu noktada, özellikle Batı’da, Avrupa’da bulunan STK’lara çok işler düşüyor. Dilekçeleri ve raporları ile Avrupa’daki yargılamaları bilgilendirebilir ve yönlendirebilirler…

Nitekim Helsinki İnsan Hakları Derneği (Helsinki Foundation for Human Rights) daha önceki lustration davaları Turek / Slovakya ve Matyjek /Polonya davalarına müdahil olmuştu, bunun da olumlu sonuçları görülmüştü.

Yeni açılan ve açılacak davalarla ilgili olarak da kurumlara, mahkemelere mail atıp konuya olan duyarlılıklar dile getirilip, Türkiye ile ilgili benzer konuda oluşacak içtihada katkı sağlanması rica edilebilir… Başka farklı alanlardaki derneklerdense, bu alana daha önce dahil olmuş STK’lardan gelecek girişimlerin etki şansı daha yüksek olacaktır.

Son olarak şunu da hatırlatalım:

AİHM’in yaptığı bazı yanlışlar, ihmaller ve uzun süreçlerinden dolayı bu uluslararası mahkemeye karşı bir ümitsizlik ve güvensizlik doğdu haliyle. Bunlardan yola çıkarak da, “Sadece BM yargılamalarına yoğunlaşılması, AİHM süreçleri bir tarafa bırakılmalı” şeklinde bir görüş oluşmaya başladı.

BM’nin Özçelik/ Karaman Kararı’nın Türkiye’deki yargılamaya sunulmasında Türk mahkemelerinin tavrı ortada… De Facto durum, Türk yargısı şu ara BM’den gelen yargılama kararlarının uygulanmasını öteliyor. Ama AİHM, öyle ya da böyle bir karşılığı olan bir mercii halen…

Özetle, hak aramada çok yönlü gitmekte, ısrarla bütün argümanları ortaya koymakta fayda var. Bu noktada da mağdur bireylerin çabası yanında, sivil toplum kuruluşlarına çok işler düşüyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin