70 odanın en girifti: Sabır

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Onlar; sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.” 

(Nahl, 42)

Ramazan vesilesiyle günlük malayaniyatı ve siyasi lakırdıyı bırakıp, biraz kelime taharri, biraz mübarek mevzulara girmeyi arzu etmekteyim. 

Bilemiyorum ne kadar muvaffak olabilirim. Şüphesiz işin ehilleri, âlimler, akademisyenler benim aktaracağım bu hakikatleri çok daha beliğ ve seviyeli şekilde anlatıyordur. 

Benimkisi âcizane bir çaba olacak. 

Seri şeklinde yazmayı düşünüyorum, ne kadar becerebileceğim göreceğiz. 

Her neyse…

Bazı kavramlar vardır, sadece anlam itibariyle değil, seslendiği kitle, murad ve kast itibariyle de önemlidir. Genelde tüm semavi metinlerde özelde Kur’an-ı Kerim’de inanç ve düşünce sistematiğini çözme amaçlı olarak bu kavramları inceleyebiliriz. 

Şunu demek istiyorum; 

Sadece bir inanç manzumesi ya da ideolojiyi değil, bir hareketi, anlayışı tahlil için kavramlardan yola çıkmak da bir yöntemdir. 

Sözgelimi İslam’ın en doğru bir biçimde anlaşılması ve günlük hayatta uygulanabilmesi için Kur’an’da geçen temel kavramların ne anlamda ve ne maksatla kullanıldığının bilinmesinin önemi büyüktür. 

Hemen lineer bir örnek vermek isterim. 

Rahman Suresi, (Hatırlayınız Ömer Muhtar’ın enfes sahnesini) “Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” (5) derken aslında bir dengeden bahseder. Dahası bir fren, denge mekanizmasıdır kastedilen. 

Nitekim Enbiya suresi 63’te şöyle buyrulur; “Biz: ‘Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selametli ol.’ dedik.”

İbn-i Abbas (RA) diyor ki: “Eğer soğuk ol!” emrini “selametli ol!” emri takip etmeseydi, İbrahim (AS)  ateşin soğukluğundan ölürdü!”

Merhum Elmalılı Hazreti İbrahim’in imtihanından bahis ederken tam 6 büyük sınavdan ve eşikten bahseder. 

Bunlar; 

1) Babasına imana davet etmesi,

2) Kavmine imana davet etmesi,

3) Zamanın melikine (Nemrud’u) daveti,

4) Putları kırarak imanını eyleme dönüştürmesi ve sonrasındaki ilahi yol gösterişle cevabı

5) Kavminin onu ateşe atması,

6) Oğlunu (İsmail’i) kurban etme sınavı. 

Elmalılı merhum, Hz. İbrahim’in bu imtihanları başarmak suretiyle Allah’ın rızasını kazandığını, kendisi ve nesli için “Benim için sonradan gelenler arasında yâd-ı cemîl kıl, hakkımda iyi şeyler söylensin!” diye dua ettiğini, yüce Allah’ın bu duayı kabul buyurduğunu, bu sebeple Onu Arap müşriklerinin de Yahudi ve Hıristiyanların da sevdiğini belirtir.

Pek çok müfessir Enbiya 69 ile ilgili tefsirinde farklı açılımlar yaparlar. Şüphesiz en enteresan ve derinlikli yorumlardan biri de Hz. Bediüzzaman’ınkidir. 

Merhum üstad, “Biz, ‘Ey ateş! İbrahim’e karşı soğuk ve selametli ol!’ dedik” mealindeki âyet-i Kerime ile ilgili olarak “üç işaret-i latîfe” tespit eder:

Birincisi: Ateş dahi, sair esbab-ı tabiiyye gibi, kendi keyfiyle, tabiatıyla körü körüne hareket etmiyor. Belki emir tahtında bir vazife yapıyor ki, Hz. İbrahim aleyhisselam’ı yakmadı ve ona, yakma emrediliyor. “İkincisi: Ateşin bir derecesi var ki, bürûdetiyle (soğukluğuyla) ihrak eder. Yani ihrak yakma gibi bir te’sir yapar. Cenab-ı Hak, ‘Selamen’ lafzıyla bürûdete diyor ki: “Sen de harâret gibi bürûdetinle ihrak etme.” 

Demek, o mertebedeki ateş, soğukluğu ile yandırır gibi te’sir gösteriyor. Hem ateştir, hem berddir. Evet hikmet-i tabiiyyede nâr-ı beyza halinde ateşin bir derecesi var ki; harareti etrafına neşretmiyor ve etrafındaki harareti kendine celbettiği için, şu tarz bürûdetle, etrafındaki su gibi mayi şeyleri incimad ettirip (dondurup), mânen bürûdetiyle ihrak eder. İşte zemherir, bürûdetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir. Öyle ise, ateşin bütün derecâtına ve umum envaına câmi olan Cehennem içinde, elbette “zemherir”in bulunması zaruridir.”

Üçüncü latifeyi buraya almayacağım, o çok daha ilginç ve derinlikli. 

Hz. Bediüzzaman, soğuğun da ateş kadar yakıcı olduğu bilimsel gerçeğini hatırlatarak, ayetteki “Serin ve selametli” kelimelerinin birer “Fren-denge” mekanizması olduğunu ifade ediyor. 

Yazımızın giriş kısmına geri dönecek olursak, kavramların doğru algılanmaması beraberinde çeşitli yanlış yaklaşımları ve pratikleri getirebiliyor. Ve bunun doğal bir uzantısı olarak da Kur’an’ın orijinal mesajı, muhatabında istenilen inanç ve anlayışı gerçekleştiremiyor. 

Öte yandan Kur’an-ı Kerim’in kendine özgü kullandığı bir takım temel kavramları var. Hemen bir kaçını sıralamak isterim: Tevhid-şirk, iman-küfür, hidayet-dalalet, adalet-zulüm, kavramları bunlara örnek verilebilir. Bunlar arasında Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette zikredilen “sabır” da önemli bir kavram olarak ön plana çıkar. 

Önemlidir, zira peygamberler ve onlara tabi olanların temel vasıflarından biri olan sabır, iman, düşünce, çalışma ve sosyal hayatta önemli bir yere sahiptir. Fakat insanın hayatının her safhasında ihtiyaç duyduğu sabır kavramı, tarihsel bağlamından –çoğu kez- koparılarak  Kur’an’daki anlamını –neredeyse- yitirerek, yanlış anlaşılan temel kavramlardan birisine dönüşür. 

Merhum Aksekili Ahmet Hamdi Hoca, Kur’an’da bela ve musibetler karşısında direnç göstermeyi, hayırlı bir çabada zorluklara karşı dayanıklı olmayı, metaneti ve cesareti ifade eden sabır kavramı/ halk arasında daha çok, bela ve musibetler karşısında, eli kolu bağlı kalmak, mahkûmiyete ve haksızlığa boyun eğmek olarak algılanır hale geldiğini söyledikten sonra ekler: “teslimiyetçilik, tembellik ve acizlik sabır sayılmıştır.”

Oysa neredeyse tam tersidir, sabır teslim olmamaktır, sabır direnmektir, sabır dik durmaktır. 

Kelam literatüründe ise amelin imandan bir parça olmadığı bilinen bir Ehl-i Sünnet görüşüdür. 

Buna karşın Mu’tezile ve Selef düşüncesi için bu söz konusu değildir. 

Ehl-i sünnet âlimleri sabır gibi amellerin, imanın bir parçası olmamakla birlikte ondan tamamen de bağımsız olmadığını düşünmüşlerdir. Kelam düşüncesinde tahkiki veya artmış imanın ibadet boyutunda bazı göstergeleri bulunmaktadır. 

Öte yandan iman için de sabrın önemli bir yeri vardır. 

İman kelimesi “gönül huzuru, korkunun bertaraf olması, güven içinde olma” gibi anlamları bünyesinde barındırırken imanın içindeki sabır ise; “kişinin, başına gelen iyi kötü her şeye razı olup Allah’a olan güveninin esaslı bir cephesi”ni yansıtmaktadır. 

Dolayısıyla imanda temel bir duygu olan güvenle sabır arasında sıkı bir ilişki vardır. 

Ne demiştik: Fren-denge mekanizması.

Öyle ya, sabır gerek iman ederken gerekse imanın itikadi, hissi, ahlaki gereklerini ifa ederken karşılaşılabilecek her türlü meşakkate direnip Allah’a tevekkül ederek kendini güvende hissetmenin adı olup muhtemelen bu özelliği sebebiyle “imanın yarısı” olarak kabul görür. 

Fahr-i Kainat’ın (ASM) en enteresan betimlemelerinden biri sabır ile ilgilidir: “Sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki konumu gibidir!” 

Yine bu alimler arasında bu konudaki en ilginç tespitlerden biri İmam Beyhaki’ye aittir. Merhum,  Şuabü’I-İman isimli eserinde “iman altmış/yetmiş küsur şubedir” şeklindeki hadislere dayanarak sabır kavramını imanın şubeleri içerisinde ele alır. Söz konusu eser üzerine en kapsamlı çalışmalardan olan  “Muhtasaru Şuabi’I-İman” da ise Kazvini, bu yaklaşımı benimser ve bir adım öteye taşır. 

Devam edeceğiz. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin