Zülfü Livaneli: Abdülhamit, Rum tebaa incinir diye İstanbul’un fethi kutlamalarına izin vermezdi

MEHMET DİNÇ, STRAZBURG

Bu yıl onuncusu düzenlenen Akdeniz günleri çerçevesinde Strasbourg’da bir söyleşiye katılan Zülfü Livaneli, Türkiye’yi içinde bulunduğu çıkmazdan sanatın ve şiirin çıkaracağını ifade etti. Son yıllarda İstanbul’un fethi yıl dönümlerinde büyük kutlamalar yapıldığını hatırlatan Livaneli, Abdülhamit döneminde kutlamalara izin verilmediğini söyledi.

Livaneli söyleşide, sanattan siyasete, hatıralarından  geleceğe dair bir çok konuya değindi. Türkiye kökenli sevenlerinin yanında Fransız hayranları da Livaneli’yi dinlemek için Strasbourg’da Kleber kütüphanesinin salonunu doldurdu. Aynı  etkinlik çerçevesinde söyleşinin ardından Yunan meslektaşları ile birlikte şarkılar seslendirdi.

Politikacı saklar, sanatçı içini kazıyarak anlatır”

Sanatçı, yazar, yönetmen, siyasetçi kimlikleri olan Zülfü Livaneli’ye katıldığı söyleşide “hangi kimliğinin öne çıktığı veya kendisini nasıl tanımladığı soruldu. Başarılı bir siyasetçi olmadığını söyleyen Livaneli “Ben kendimi edebiyat ve müzik olarak görüyorum, politikada başarılı görmüyorum. Zaten Türkiye’de eğer sanat veya başka şekilde büyük kitlelere açılmışsanız sizi takip eden insanlar varsa rahat bırakmıyorlar gelip zorla politikaya sokuyorlar. Politikanın farklı kuralları var. Politika neyi ne zaman nerede söyleyeceğini bilmek ve çoğunlukla içinde saklamaktır, ama sanatçı içini kazıyarak her şeyi paylaşmak ister. Bu sebeple çok kötü bir politikacı oldum. Ayrıca “şarkıcı” ifadesi de beni rahatsız eder, ben ses sanatçısı değil kendi bestelerini söyleyen birisiyim. Fakat kendimi şanslı hissediyorum çünkü şarkılarım dünyanın en iyi sesleri tarafında okundu, Joan Baez, Jocelyn B. Smith, Yunanlı şarkıcılar, Almanlar, Amerikalılar söyledi. Dolayısıyla bu kadar güzel sesten duyunca kendim söylemek istemiyor. Ama aksine halk da benim söylememi istiyor. Ve şimdi ilk sevgilime geri döndüm” ifadelerini kullandı.

“Kültür ve sanatla uğraşmak tehlikeli bir iştir”

Almanya veya Fransa gibi ülkelerin aksine Türkiye’de toplumu düşünce yazılarının değil, şiir veya edebiyatın dönüştürdüğünü ifade eden Livaneli “Bizim gibi ülkelerde sanatla uğraşmak tehlikeli bir iştir. Hermann Göring’in bir lafı vardır, “Kültür lafını duyunca elim silaha gidiyor” der. Kültürün tehlikeli bir tarafı var, risklidir. Riskin diğer tarafı ise kültür ve edebiyatın önemli olduğu gösterir, toplumu dönüştürür değiştirir. Fransa veya Almanya gibi toplumlar düşünce eserleri ile değişir fakat bizde şiirle değişir, örneğin Namık kemal veya dönemindeki şairler “Vatan” şiirleri yazarlar bu, manastırda askeri okulda okuyan Mustafa Kemal’i etkiler ve onlar bir devrim yapar. Sonra Kurtuluş savaşı şiirleri ardından Sol hareket belirir onu da şiirler ve edebiyat belirler. Yasar Kemal’le New York’ta yazarlar toplantısına gitmiştik, “bizde yazarlar öldürülür, hapishaneler Türk yazarının okuldur” gibi açıklamalar yaptık, konuşma bittikten sonra ABD’li yazar Kurt Vonnegut, “sizi çok çok kutlarım” dedi, neden deyince “sizi öldürecek kadar ciddiye alıyorlar biz burada kimse ciddiye almıyor” dedi.

Unesco’dan neden istifa etti?

1996’da UNESCO tarafından iyi niyet elçisi olarak seçilen Livaneli, 20 yılın ardından 2016’da istifa etmişti. 2016 yılında Türk ordusu tarihi Sur şehrini bombalarken Unesco ve Birleşmiş Milletler İstanbul’da “İnsani yardım” organizasyonu düzenlemesine tepki gösterdi. Defalarca iptal edilmesi yönünde girişimlerde bulunmasına rağmen toplantının gerçekleştiğini belirten Livaneli, bununüzerine BM genel sekreteri ve UNESCO direktörüne eleştirel bir mektup yazarak istifa ettiğini dile getirdi. Livaneli, şanları aktardı: “İyi niyet elçisi ve  genel müdür danışmanı oldum, kurum  yıllarca çok güzel çalışmalar yaptı fakat zamanla değişti. Önceden çok entelektüel bir grupken sonradan zenginler cumhurbaşkanı eşleri veya prensesler dahil oldu, şıklık yarışı yapılan bir yer haline geldi. Ben bundan rahatsızdım, son olarak Kürtlerin yoğun yaşadığı Güneydoğu’da  tarihi eserler ve insanlar bombalanırken UNESCO ve Birleşmiş Milletler İstanbul’da “Humanitarian summit ” insanı yardım zirvesi düzenlediler. Buna itiraz ettim, ısrar ettim ama yaptılar ben de istifa etim.”

“Bir hanedanın altında 500 yıl yaşayan bir aynı halktık biz, bir aileydik”

Yunanistan ile Türkiye’nin benzerliklerinden söz eden Livaneli, yemekleri adetleri, zevklerinin aynı olduğunu söyledi: “Bazı kitaplarda da anlatmaya çalıştım, aslında bir hanedanın altında 500 yıl yaşayan bir aynı halktık biz, bir aileydik, 600 yıl sürdü ve o aile kendisinin Türk olduğunu hiçbir zaman kabul etmedi. Son yıllarda İstanbul’un fethi büyük kutlamaları yapılıyor fakat Abdülhamit döneminde bile hiçbir zaman izin verilmedi kutlamalara. Çünkü ben sadece Müslümanların padişahı değilim, benim Rum tebaam da var  üzülürler düşüncesiyle izin vermezdi. Düşünceler bugünden çok daha ileriymiş. Yunanistan’da da Türkiye’de de sanatın önemi çok, toplumu değiştirici dönüştürücü bir özelliği var.

“Bugün, Sanattan başka Türkiye’yi değiştirebilecek bir güç yok”

Türkiye bir kitap ülkesi oldu, batı ülkelerinde kitaplar çevrildiği zaman satışlar çok değil, Avrupa’daki yayıncılarımız kitabın orijinalinin çok sattığını, örneğin 400 bin sattığını duyunca gözlerindeki kuşkuyu okuyabiliyorum. Geçtiğimiz günlerde bir kitap fuarından fotoğraf paylaşıldı. Sanki yüz binlerce insan Rock konserine gidiyor. Kendimden  örnek verdiğim için çok özür diliyorum, sadece benim yayın evim son beş yılda sadece benim kitaplarımdan 3 Milyon kitap satmış. Bu ABD’de yok başka ülkelerde yok, hele de edebiyat kitaplarında hiç yok. Dünyada farklı kaynaklardan kitap satışlarının TOP10 listeleri yayınlıyor,  ya “grinin elli tonu”, ya diyet kitabı, ya da  “trendeki kız” gibi kitaplar var ama bir tane edebiyat kitabı göremiyoruz.”

“Elia Kazan, tıpkı Itaka gibi Kayseri’de cenneti aradı ama bulamadı”

Livaneli, Oscar ödüllü sanatçı Elia Kazan’ın yaşamının son yıllarında, doğduğu köy olan Kayseri’nin Germir köyünü, sanki Konstantinos Kavafis’in Etika cennetine yolculuğu gibi aradığını anlattı. Livaneli şöyle konuştu: “Elia ABD’de zor dönemlerden geçerken  iki kişi desteklerdi, birisi  Robert De Niro diğeri Martin Scorsese, ben de onun Türk çocuğuydum, çünkü Elia Türkiye asıllıydı. ABD’de ölümüne yakın artık bir cennete ulaşma arzusuyla Kayseri’deki köyünü bulmamı ve onu götürmemi istedi. Kayseri’de eski bir Rum köyü, orayı bulduk, İstanbul’dan Ankara’ya uçakla oradan arabayla Kayseri’ye gittik. Bu seyahat bana İtaka’ya gidişi anımsattı.  Biz de o köye gittiğimizde ne Rum ne Ermeni kalmıştı, kilise ortadan ikiyi bölünmüş, evleri yıkılmış.  Kavafis, şiirinde “Itaka’ya giderken yolun uzun olsun” çünkü esas olan “Yol’dur”, gittiğin zaman önemli değil der. Bende bunun hikayesini yazdım, Elia’ya karşı bunu borç bildim.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin