Zindandan Esra’ya Mektup: ‘Baba katiliyle baban bir safta’ kızım!

 Yorum | Ramazan Faruk Güzel (İhraç Olmuş Ağır Ceza Hakimi)

 

Akademiden dönem arkadaşım muhreç Savcı Yiğit Kaçar’ın Twetter’dan bir paylaşımı oldu: “Hani bu mektubun üzerindeki “GÖRÜLDÜ – OKUNDU” kaşesi? Basmayı mı unutmuşlar!”

Kanal 7, tweet sayfasında paylaşmış:

“Özüm, sözüm, umudum, canım kızım benim”
Esra Albayrak, babası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cezaevi’nden kendisine yazdığı mektubu paylaştı”

Bu paylaşımla gördük ki,

-Bir çok soru işaretleri barındıran “bir şiir okumakla cezaevine girip” bir kaç ay hapis yattıktan sonra, mağduriyet rüzgarıyla bir anda iktidara yürüyen- Erdoğan, son bir mağduriyet kasmaya kalkmış!

– Büyük bir konfor içinde geçirdiği cezaevi günlerini 16 yıl boyunca anlatan,

– Bunun etinden sütünden her türlü faydalanan ve her halükârda mağdurları oynayabilen Erdoğan,

– Şu son seçim düzlüğüne gelindiğinde, her ne kadar ıkınsa da bir mağduriyet üretememiş, sahtelikler artık paçalardan akmış!

16 yıllık iktidarının hele şu son 2-3 yılında mağdur ettiği insan sayısı, 95 yıllık Cumhuriyet tarihinin toplamını geçti: 703 bebek, 17.000 kadın cezaevinde, 5 günlük erler, öğrenciler müebbet hapis cezaları alıyor, yüzbinlerce insan işsiz bırakılmış durumda…

Ama hala mağduriyet macunu tüpünü sonuna kadar sıkıyor ki bir damla olsun çıksın diye ama nafile…

Ne hikmetse mağduriyetler üretme konusunda kızlarını çok sık kullanıyor. Kah onlar doğmamışken onlardan mektup alıyor, “Baba, çok meşgul olduğun için seni sık göremiyoruz” diye… kah onlara “suikast girişimleri, planları” oluyor.. Seçime sayılı günler kala, şimdi de onlar üzerinden böyle mektup hikayeleri!

BAK, MEKTUPLARA GÖRÜLDÜ ŞÖYLE OLUR

Erdoğan, şu son seçime girerken panikle eline gelen, aklına düşen herşeyi kamuoyuna fırlatıyor. Yıllar önce açılmış üniversiteleri, havaalanları, herşeyi “ben açtım” diyebiliyor, olmadık şeyleri iddia edebiliyor. Çünkü bu sefer gerçekten de -hiç olmadığı kadar- ciddi bir muhalefet ile karşı karşıya. Bu da onu, olmadık yollarla biriktirdiklerini kaybetme korkusuna yol açtı.

Kızı Esra üzerinden kamuoyuna mektup paylaştı ama o mektubu bir antetli kağıda yazılı ve üzerinde cezaevinin “görüldü damgası yok. En azından üzerinde bir not olması gerekir.

(Nasıl olmasını gerektiğini de savcı Yiğit Kaçar, twitter’dan paylaşmış. Aynen iletiyorum.)

Yenilerde tahliye olan bir hakim arkadaşım, bana bir görüldü mektubu yollamış. Orada “Ağlamayacağım… Söz verdim kendime… Sevindirmeyeceğim bu zalimleri, insafsızları” demiş, ağzına da sağlık bu genç, yiğit hakim arkadaşıma! Paylaşıyorum ki, Erdoğan da görsün, kamuoyu da, mağdurlar kimlermiş, gerçek yiğitler kimler, cezaevlerinde mektupların akıbeti neymiş!!

Ailesine bir zarar gelmemesi için o meslektaşımın kimlik bilgilerini sakladım ama şu açıkça bilinsin ki, şu ara cezaevi mektuplarına fırsat verilmiyor. Bazı savcı hakimlerin aileleri ile mektuplaşmalarına bile müsaade edilmiyor. Diğer bir skandal uygulama ise, bütün yazışmalar kanunsuz bir şekilde UYAP sistemine yükleniyor. (O yüzden de mektup gönderenler bunu bilerek hareket etsinler.)

MAĞDURUM DİYE GELENİN AÇTIĞI MAĞDURİYETLER!

“Mağdurum da mağdurum” diye diye geldi iktidara, bu söylemiyle de iktidarını pekiştirdikçe pekiştirdi. Şu an ülkedeki hemen herkesin bir şekilde mağdur olmasına yol açtı. Bir kurmaca darbe (15 Temmuz) ile de bu kanunsuzlukları kurumsallaştırdı, yerleştirdi. Darbe günü sırıtan damadı ile birlikte de ilan ettiği gibi, bunu “Allah’ın bir lütfu olarak” değerlendirdi. Bunu yaparken de önce yargıya diz çöktürdü. Ve yargıyı, kanunsuzluklarında bir manivela olarak kullandı.

HSYK seçimleriyle ele geçirdiği yargı çatısı altındaki 5 bin kadar hakim savcıyı biçti attı. Kalanlar ise, başlarına bir şey gelmesin diye önlerine gelen her karara imza atar oldu. Kimisi de bunu bir hırs ve şehvetle yapıyor.

İbretlik bir örnek olduğu için son dönemlerde avukatlıktan hakimliğe geçmiş olan ve şu son dönemlerde Diyarbakır’da yaşanan hukuk faciaların bir çoğunda rol oynamış S. Zeki Bilgin’i ve bir kararını sunuyorum. Kendisini İstanbul Barosu’na kayıtlı olarak avukatlık yaptığı yıllardan tanırım. Aslen Rizeli olan bu şahıs, Diyarbakır’a gelince siyasi bağlantıları ile birlikte, ‘hemşerilik’ motivasyonlarıyla vs hükümetin adamlarınca hemen devşirildi. (İhracımdan 3 ay önce de HSYK ve Diyarbakır Başsavcılığı tarafından da şahsıma devşirilme teklif edilmişti.. Ara ara gözlerine kestirdiklerine yapıyorlarmış demek. Kabul etmeyenleri ihraç, kabul edenlerle de gittiği yere kadar suç ortaklığı!)

Darbe döneminde de bu çiçeği burnunda hakim, Sulh Ceza Hakimi yapıldı. Ve kraldan fazla kralcı bir tavırla eski meslektaşlarını hırsla ve şevkle tutukladı, onların tutukluluk değerlendirmelerini de şablon kararlarla, tek paragrafla, kişiselleştirme, şahsileştirme yapılmadan, gayri hukuki bir şekilde 30-40 hakim için topluca “tutukluluğun devamına” diyebilecek kadar da pervasız hale getirildi…

Yeni meslektaşlarını içeri tıkarken, sıra eski meslektaşlarına gelmiş. Oradaki avukatları da içeriye tıkarken, onlara şunu söylemiş: “Fetöcü bütün hakimleri içeri tıktım, sıra Fetöcü avukatlarda. Onların da hepsini tıkacağım!”

Evet, ibretlik olduğu için bu hakim modelini nazarlara sunmuş oldum.

DOĞAL YARGIÇLIK İLKESİ AYAKLAR ALTINDA.

Hükümetin destek verdiği YBP (Yargıda Birlik Platformu)’na destek vermediği için hedef gösterilen 5 bin hakim, darbe yaptıkları gerekçesiyle dalga dalga listelerle ihraç edildiler. Yargılamaları da (06.01.2017 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 680 sayılı) saçma bir KHK ile yerel mahkemelerin kucağına atıldı.

Buna dair de bir iddianame sunuyorum. Yenilerde elime geçti, içinde ismim de geçtiği için dikkatimi çekti. Darbeden 10 ay önce yurtdışına çıkmama rağmen, o birbirinden değerli eski meslektaşlarımla birlikte darbeden yargılanıyormuşuz meğer ve benim dosyamı ayırıp Ankara’ya göndermişler.

Normalde Hakim Savcıların yargılamaları, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu 93/1’e göre, “Hakim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma, ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi cumhuriyet başsavcısına ve son soruşturma o yer ağır ceza mahkemesine ait” idi.

Değişiklikle hakim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi, ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il cumhuriyet başsavcılığı ve aynı yer ağır ceza mahkemesine verildi. 1. Sınıf hakimlerin yargılamaları Yargıtay’da yapılıyordu. Şimdi bütün hakim savcılar bir pamuk ipliğine bağlı. Yargılananlar o şekilde sigaya çekilirken, şu an görevde bulunanlar da bu Demokles’in kılıcı tepelerinde sallanırken, “doğal yargıçlık ilkesi”, “hakimlik teminatı’ ilkeleri ayaklar altında iken görevlerini yapmaya çalışıyorlar, daha doğrusu talimatlara harfiyen uymaya gayret ediyorlar…

GİZLİLİĞİ İHLAL

Hükümlü ve tutukluların mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, İnfaz Yasası’nın 68. maddesinde düzenlenmiş olup, herhangi bir kısıtlamaya tabi değildir normalde…

Mektup Okuma Komisyonu tarafından okunarak sakıncasız olan mektuplar derhal  postaya verilir.

“Sakıncalı mektup”tan ne anlaşılacağı ise aynı kanunda yazılıdır. Kanuna göre:

Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.

Cezaevi mektupları ile ilgili yasal mevzuat bu olup, mektup yasaklanamaz ve UYAP a taranamaz. Ama Adalet Bakanlığı…./114068 ve 10/10/2016 tarihli genelge ile mektupların UYAP’a taranmasını, Ceza İnfaz Kurumları’na emretmiştir. Bu akıl almaz talimata istinaden de İnfaz Hakimleri bu yönde kararlar almaktadır. Fakat bu uygulama tamamen İnfaz Yasası’nın 68. Maddesine ve Uluslararası Anlaşmalara aykırı olup, “özel hayatın gizliliğinin ihlali”dir.

İnfaz Yasası’nın 68. maddesine, sadece “Mektup Okuma Komisyonu” okumakla yetinecek iken, UYAP´a taranan mektuplar istenildiği zaman alakasız kisilerce de okunabilecek, çıktıları alınıp dağıtımı bile yapılabilecektir. UYAP’tan yetkilendirilen kişiler, internet uzerinden eski mektupları açıp istediği gibi okuyabilecektir. Tam da Erdoğan Rejimine yakışacak uygulamalar!

 MEKTUP YASAĞI

Sözcü’den Saygı Öztürk’ün haberine göre, Cumhuriyet Başsavci Vekili İsmail Uçar tarafından gönderilen genelgede şöyle denilmişti:

“Cumhuriyet Başsavcılığımızca; 15/07/2016 tarihinde vuku bulan, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının gerçekleştirdiği darbeye teşebbüs suç ve eylemlerine ilişkin yürütülen soruşturmalar kapsamında, halen Silivri kapalı cezaevlerinde tutuklu bulunan şüphelilerin olağanüstü hal süresince mektup ve faks gibi haberleşme araçlarının yasaklanmasına karar verilmiştir.”

Bu genelgelere istinaden, cezaevlerindeki tutuklular, özellikle de hakim savcılar her türlü sosyal ve temel haklardan mahrum edilmişlerdir. Buna dair de bir mahkeme kararı sunuyoruz.

Yine bu bağlamda insanların aileleri ile en azından mektupla olsun mektuplaşma hakları da elinden alınmıştır.

Yani Erdoğan, antetli kağıtlarla duygu kasmaya, mağduriyetler imal etmeye çalışırken, cezaevlerinde onbinlerce insanı en temel haklardan, bir mektup özgürlüğünden bile etmektedir.

DOSYALAR AYM VE AİHM’E, ONLAR DA ALLAH’A HAVALE!

15 Temmuz Darbe girişiminin hemen ertesinde 3 bine yakın hakim ve onbinlerce vatandaş çok kısa bir zaman içerisinde tutuklanmıştı. 15 gün sonrasında uzun tutukluluğa itirazla AYM’ye gidilmişti. Ayrıca tutuklu bulunan süre içerisinde mektuplaşma, haberleşme haklarının kısıtlanması vb hak ihlalleri ilgili de AYM’ye başvurulmuştu.

AYM, tutukluluk durumlarına dair dosyaların hemen hepsini Sümenaltı etti, beklemeye aldı. AYM dediğiniz ki, o darbe dönemi furyasında 3 bin hakim arasında 2 üyesinin tutuklanmasına bile ses çıkaramamış, üyelerine sahip çıkamamış, kendisine hayrı olmayan bir mahkemedir. (Sadece üyeleri değil, bir çok raportörleri ve yetkilileri de tutukludur hala ama onların esamesi bile okunmuyor.) O kadar sözün, kararlarının bir hükmü yoktur ki, Mehmet Altan gibi bazı gazetecilerin tahliyesi yönündeki kararlarını yerel mahkemeler bile uymaz halde…

İki üyesinin tutukluluğu meselesini değerlendirirken de AYM, “Sosyal çevre bilgisi ile FETÖcü olduğu kanaaatine varıldığı gerekçesiyle” diyerek, hiç bir hukuki dayanak olmadan, tamamen dedikodulara dayanarak üyelerini kendi kaderleri ile başbaşa bırakmıştır.

Yenilerde AYM, tutuklular ile ilgili bir karar verdi, “terör suçu tutukluları hakkında merkezi sınava girmeye, aile ile görüşe, radyo dinlemeye, fotoğraf çektirmeye getirilen sınırlamalarda hak ihlali yoktur” dedi. (Anayasa Mahkemesinin 23/5/2018 Tarihli ve 2017/36529 Başvuru Numaralı Kararı) AYM bu..

AYM, sadece FETÖ sanıkları için de değil, hükümete muhalif herkese karşı üç maymunu oynuyor. Kamuoyunu yakından takip edenler bilir, HDP Eşbaşkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş da uzun tutukluluk durumu ile ilgili AYM’ye başvurmuştu ve bu başvurununu “ivedilikle görüşüldüğü ve reddolunduğuna” dair bir haber yansımıştı. Bunun üzerine Demirtaş bir açıklama yapmış ve daha vahim bir duruma işaret etmişti ki; binlerce hakim savcının vb durumunda olduğu gibi dosyası sümenaltı olarak halen beklemede ve daha incelemeye bile almamışlar!

Ya AİHM’nin durumu, derseniz:

Onun durumu daha içler acısı. Hadi AYM, ülke içinde muktedirlerin gücü altında esir diyelim, AİHM’e ne oluyor? Sadece hakim savcıların durumunu örnek vereyim. (Hem onlar üzerinden örneklendiriyorum, çünkü “adalet dağıtmış insanlara bile bunlar yapılırken, diğer sivil halka neler yapılmaz” olduğu realitesi rahat anlaşılsın diye…)

Tutuklu hakim – savcılar, uzun tutukluluk, haberleşme özgürlüklerinin kısıtlanması vb gerekçelerle önce AYM’ye başvurmuştu malum. Orada dosyaları sümenaltı olunca, iç hukuk yollarının tükenmesi” gerekçesiyle AİHM’e başvurmuştu hemen hepsi. Bu başvuruların istisnaları hariç, hemen hepsi beklemeye alındı, yakar top gibi mesele tekrar AYM’e atıldı. Açıkçası AİHM, topa girmek istemiyor, Türklerin birbirini yok etmesini uzaktan izlemek, başını o meselelerle ağrıtmak istemiyorlar. Yeri geldiğinde büyük ihale, yeri geldiğinde de Suriyeli mülteciler sopası elinde olan bir ülke ile karşı karşıya gelmek istemiyor.

AİHM, 21 Ocak 1959 tarihinde İtalya’nın başkenti Roma’da kurulmuştu. Eğer Hitler döneminde kurulmuş olsaydı, yüzbinlerce Yahudi’nin yakılması ve işkenceleri karşısında da bu durumu (Almanya ve Hitler ile kötü olmamak için) iş mesele deyip de Almanya AYM’ye mi paslayacaktı?!

ZİNDANDAN MEKTUP

Bir çok insan suçsuz yere cezaevlerini doldurduğuna, sık sık  5275 sayılı CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN’a atıfta bulunuyoruz mecburen… Sunduğumuz “Sakıncalı mektup değerlendirme” kararından da anlıyoruz ki, cezaevlerinde tutulanların, özellikle de Hakim ve Savcılar’ın mektupları vs aynı kanunun 42. Maddesinin (e) bendine tabi imiş. Orada ise: “Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak.” deniyor. Yani, insanların yakınlarıyla her türlü dertleşmesi “marş ve slogan”a giriyor, Erdoğan Rejimi’nin düzenlemelerine göre. Ama kendisinin kızına gönderdiği mektuplar ise hiç bir denetime tabi olmadan ve özgürce oluyormuş önceden! Velev ki dedikleri doğru, ülke olarak biz nereden nerelere gelmişiz.

O genç hakim arkadaşımın bir yakınına yolladığı mektuptan, sizi rahatsız eden yerleri Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzüğün 123. M. 1. Fıkrası gereğince karalayıp göndermişsiniz. Ve o yakını, o hakim arkadaşımın duruşunu yansıtan ifadeleri okuyamamıştı. Az önce ilettim, sözümü bitirirken onun ifadelerini tekrarlayayım ki, bütün dünya duysun:

“Ağlamayacağım… Söz verdim kendime… Sevindirmeyeceğim bu zalimleri, insafsızları”

İnsanlara pervasızca zulmeden zalimler, insafsızlar; bir de üstüne üstelik kalkmış çakma darbe sonrası çakma cezaevleri mektuplarıyla vicdan kasıyorsunuz ya.. Bu da sizin şanınızdan olsun bakalım.

08.06.1999 tarihinde yazıldığı söylenen, ama şimdilerde apar topar kim bilir hangi metin yazarı danışmana yazdırılan mektuptaki gibi diyelim:

“Her olanda hayır var.. Kızıldeniz’i kulu Musa’ya kara yapan Allah, neye muktedir değil ki!” Bu yalan, talan dolu zulümler de biter. Yeter ki biraz sabır, “sabrın solu selamet.”

Siyasal İslamcılar ve mevcut iktidar rahmetli Necip Fazıl’ın şiirlerini okuya okuya geldiler buraya kadar, onun “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiirini dillerine pelesenk ettiler. Geldiğimiz nokta, o şiirin girişindeki dörlüğe muhataplık:

“Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta! 

Baba katiliyle baban bir safta! 

Bir de, geri adam, boynunda yafta…

Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!

Kavuşmak mı? .. Belki… Daha ölmedim!”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin