Yıkılan Rum Yetimhanesi ve Ruhban Okulu!

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

İstanbul Patrikliği’nin restorasyon için kaynak aradığı 120 yıllık Büyükada Rum Yetimhanesi her geçen gün parça parça çürüyor, yıkılıp gidiyor, son olarak da bacası yıkıldı. Avrupa’nın en büyük, dünyanın ikinci büyük ahşap binası olan ve özel bir önem taşıyan bu binanın yok olup gidişi gündemde hemen hiç yer bulmadı.

Ülkenin hızla ne idüğü belirsiz bir seçime doğru savrulurken bu tarihi yapıya ilgisizlik derinden üzdü, zira yıkılmaya terk edilmiş bu tarihi değerimiz, geçtiğimiz yıl Europa Nostra tarafından nihai listeye alınmış olup 7 kültür varlığı arasında gösterilmekte... Bu yok oluş, Ruhban Okullarına dair yıllar önce kaleme aldığım bazı yazılarımı aklıma getirdi. Taraf Gazetesi’nin 22 Aralık 2009 tarihli “Her Taraf” sayfasındaki yazımı, günümüz gelişmeleri ışığında yorumlamak istiyorum.

EĞİTİMİN YIKIM AŞAMASINDA!

Türkiye’deki azınlıkların, Rumların okullarından, yetimhanelerinden bahsediyoruz, bu ihmal kaynaklı yok oluşa dur denilmesi çağrısı yapıyoruz ama manzara şu an dehşet verici! 15 Temmuz 2016 tarihi itibari ile ülkede Tek Adamlı yeni bir rejim var ve bu rejimin eğitim sisteminde odak noktası “İmam Hatipler” ve onun haricindeki okullar dalga dalga dışarıya doğru önemini yitiriyor. 28 Şubatlarda katı laikçi/ Kemalist görünümlü darbecilerin “İmam Hatip düşmanlığı” üzerine bina ettikleri milli eğitim konseptine yeni rejim böyle bir takla attırmış vaziyette!

Böyle bir ortamda kendi şablonlarına uymadıklarını düşündükleri herkesi, her kurumu yok ediyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2016 verilerinde bile sadece (MEB) 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre kapatılan özel okul sayısı bin 17! Şimdilerde buna dersaneleri, kursları, üniversiteleri vs de eklerseniz sayı belki de on binleri geçiyor!

“ASIL TÜRKİYE ÇARMIHA GERİLMEDEN”

Şimdilerde Türkiye yerel seçimlere giderken tekrar Ayasofya’nın cami yapılıp yapılmaması üzerinden yüzeysel ve yapay bir tartışma götürülmeye çalışılıyor.

Geçtiğimiz şubat ayı başında Türkiye’ye gelen Yunanistan Başbakanı Çipras, Heybeliada Ruhban Okulu’nu da ziyaret etmişti. Çipras’ın Ayasofya’yı ziyareti yanında 1971’den bu yana kapalı tutulan Heybeliada’daki Ruhban okulunu ziyareti, görev başındaki ilk Yunanistan Başbakanı olması nedeniyle önemli idi. Bu ziyaret ayrıca tekrar bazı tartışmaları da gündeme getirmişti.

Bundan tam 10 sene önce Taraf gazetesi için kaleme aldığım yazıda da aktardığım gibi, ABD’nin CBS televizyonuna verdiği bir demeçte Fener Rum Patriği Bartholomeos’un, “Kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum” şeklinde bir ifade kullandığı tartışılmıştı.

Kullandıysa da kendisi gerçekten çarmıha gerilmiş gibi midir, değil midir..?
Hadisenin bu kıl-u kal kısmına girmek istemiyorum, şahıslara ve son olaylara değinilmeden hadisenin oluşuna ve olacağına bakalım bir diyorum…

Şimdi, empati de yapmaya çalışarak meseleyi anlamaya ve işin oluruna varmaya çalışsak. Empati yapmak diyorum da; bizim gibi uzak diyarlarda, başka dinlerden ve milletlerden insanların arasında yaşarken insan kendi yaşadıklarından yola çıkarak Türkiye’deki bazı insanların “Azınlık Psikolojisi”ni daha iyi anlayabiliyor.

MESELELERİN ÜZERİNE KULUÇKAYA YATMAK MI?

Sayın Bartholomeos o zamanki yakınmasında; Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun tekrar açılmasını ve kendi din adamlarını yetiştirmeyi istiyordu. Bu talebi Patrikhane yıllardır ifade ediyordu. Bu mesele Obama dâhil son Amerikan Başkanlarının Türkiye ziyaretinde bile gündeme getirilmişti.
Aslında bu mesele, belki de 80 yıllık bir aysbergin sadece görünen kısmıydı ve altında başka problemler de sırıtıyordu. Sayın Bartholomeos, Hıristiyan Rumlara din adamları yetiştirmek için bir nevi “imam hatip” açılmasını istiyordu.

Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllarda ilan edilen “Tevhid-i Tedrisat” Kanunu’yla birlikte bütün dinî okullarla birlikte, yani tekke ve medreselerle birlikte azınlıkların dinî okulları da kapatılmıştı.
Daha sonraki yıllarda vefat edenlerin cenazelerini yıkayacak bir imam bulunamaması üzerine, yine Tek Parti döneminde imam hatipler/ İslam Enstitüleri açılmıştı. 70’lerin başında Ruhban Okulu kesin olarak kapatılırken, imam hatipler de hep tartışılır oldu…

KIRMIZI ÇİZGİ DUVARLARINA TOSLAYIP DURMALAR..

Bu görünmez kırmızı çizgilerden dolayı Türkiye sınırları içinde eğitim göremeyen Ortodoks din adamları da eğitimlerini başka ülkelerde alıyorlar. Uzak tutuldukları bir ülkeye karşı böylelikle dostane bir duygu içine girebilirler mi sizce?

Ki, insan tanımadığına düşmandır. Her şey bir yana, bir Türk insanının tavşankanı çayını, ya da acılı bir kahvesini içtikten sonra bir papazın, görevi için gittiği bir Ortodoks ülkede Türkiye ve Türklerin aleyhine olacağına inanmıyorum ama. Hani “Kahvenin kırk yıl hatırı var” ya, onlarda da o hatır olacaktır. En azından o hatırı da burada öğreneceklerdir… (Gerçi Türkiye’de olup da fena muameleye maruz kalırsa o da ayrı bir sıkıntı!)
2009 yılında da, İsveç’in saygın papazlarından Bengt Wadensjö ile yaptığımız bir görüşmede;

Avrupalının, özellikle de din adamlarının Türkiye’ye gitmekle, oralara ait önyargılarının kırılacağını, Türkleri ve bölgeyi daha iyi tanıyacağını söylüyordu. Açılacak bir Ruhban Okulu da buna hizmet etmez miydi acaba?

AVRUPALI İMAMLAR YOLDAYKEN..

(2009’lı yıllardan beri) Avrupalı ülkeler, ülkelerinde Müslüman azınlıkların dini ihtiyacının karşılanması için yurtdışından din adamı, imam getirilmesi dönemini kapamak istiyor. Onun yerine, din adamlarının kendi ülkesinde yetiştirilmesini salıklıyor, buna dair alt yapıyı da hazırlamaya çalışıyor. Buna gerekçe olarak da, yurtdışında eğitim alıp gelmiş imamların, ülkelerinden dil vb. gerekçelerle uyum, entegrasyon problemi yaşayacağı. Ayrıca dışarıdan terörizm ithali olması endişelerinin olduğu da vaki… (Bu satırları 10 yıl önce yazmıştım ve şimdilerde ise özellikle Türkiye kaynaklı dini dernek ve camilerin kapatılması bile tartışılıyor; Erdoğan rejimi lehine casusluk faaliyetlerine katıldıkları vs gerekçelerle!..)

Avrupa’da İslami dini okulların açılması teşvik ediliyor. Hollanda başta olmak üzere, bazı yerlerde İslam üniversiteleri, enstitüleri kuruluyor. En ufak bir pürüz anında da biz yabancılar olarak “Nerede demokrasi, nasıl olur?” diye tepki verdiğimiz oluyor. İşte bu noktada önce çuvaldızı kendime batırıyorum ve kendi ülkemdeki azınlıkların da neler hissetmiş olabileceğini anlamaya çalışıyorum.. Hele bir de Avrupa’daki Türklerin evveliyatının taş patlasa 40 yıl olduğunu düşünürsek..

Türkiye’deki Rum ve Ermeni vatandaşlarımız ki yüzyıllardır, binlerce yıldır oralarda yaşıyorlar, oradaydılar hep! Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethettiğinde zaten onlara her türlü dini, vicdani özgürlüğü tanımıştı. Onu çağrıştıran Ayasofya’ya yaşatılan arada kalmışlık, “iki cami arası bînamazlık” yaşayan insanlara bari yaşatılmasın…

GERMEDEN ÇÖZMEK…

Sayın Bartholomeos (2009 yılında) “çarmıha geriliyoruz” dedi mi demedi mi? Tam bilmiyorum. Ama kesin olan bir şey var ki kendimizi ve ülkemizi geriyoruz, yok yere…

Fakat bu meselede de ayak sürümenin uzun vadede bir faydası yok. Eskiden beri paranoyalar yaşayan, kendisini sürekli tehlike içinde gören, çevresindeki herkesi potansiyel düşman olarak gören Türkiye, artık kabuğundan sıyrılmalı. Çevresindeki olaylarla ve şahıslarla yüzleşmeli, korkularının gözlerinin içine bakmalı. O gözlerin ışıltısında kendi yansımasını görecek ve cesaret bulacaktır! (O dönemlerde Ermeni, Kürt, Kıbrıs vb açılımlarında bunun karşılığını fazlasıyla görmüşlerdi nitekim…)
Zira en kolay çözüm, en yalın olanıdır. O da muhatabının gözlerinin içinde.

SON OLARAK

10 yıl önce kaleme aldığım bu yazının sonuna bir de not düşmüşüm:

“Bunları yazıyorum ya, bundan 4-5 yıl önce de dillendirmiştim gerçi… Birileri yine çıkacaktır; misyonerlikten vb dem vuracaktır. Ulusalcıların yıllardır estirdikleri bu iç karartan rüzgardan mülhem… Hükümet de bu mayın tarlalarından korktuğu için bu zamana kadar net adımlar atamadı sanırım. Ama birileri karşı/ kara propaganda yapacak diye de sağduyunun sesini dillendirmeyecek değiliz ya!

Geniş Vatan Caddesi’ni yaptığı için Menderes hükümetini “yabancı ülkelere memleketi satacağını” iddia edenlerin yaşadığı bir ülkede yaşadık biz. “Düşman uçakları daha rahat iniş yapabilsin” diye, böyle bir sinsi amaçla (!) o geniş yollar yapılmışmış. Şimdi o yollar ne dar geliyor canım İstanbulluya. Bu demokrasi ve özgürlük yolları da her seferinde dar gelecek ve insanımızın ufku açıldıkça açılacak… Birileri de bu arada atmaktan, satmaktan dem vursun dursun. Ama yeter ki kervan yürüsün ya!”

Aradan bu kadar zaman geçmiş, değişen hiç bir şey yok! Yine aynı kısır tartışmalar; Ayafosya’nın statüsü, halen yıkılmakta olan Rum Yetimhanesi ve de halen kapalı tutulan ruhban okulları…

Bu zaman zarfında ruhban okullarının akıbetine binlerce okul daha katılmış oldu! Fatih’ten beri (1453) açık tutulan her dinden insanın okullarına kilit vurulması yetmiyormuş gibi yeni yeni okulları yıkarak, yok ederek, kapatarak, ya da gasp ederek yol alan bir iktidar var.

Adaleti, özgürlüğü, eğitim hakkını yok etmiş olan bu yeni Türkiye sisteminde eğitimin bu kadar budanmış, iğdiş edilmiş halinin acıları, yansımaları ileride çok trajik bir şekilde idrak edilecektir. Bir on yıl sonra da onu yazarız artık.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin