Yesrib baharının ilk çiçekleri [Harun Tokak-Hac Hatıraları-12]

Hazreti Ebu Bekir yarımadadaki tüm kabileleri, onların geçmişlerini ve kuvvetlerini çok iyi bildiğinden Peygamberimizle bu kabileler arasındaki iletişimi sağlıyordu.

Allah’ın Rasulü, Mina’da kabileleri dolaşırken bir çadırın önünde altı Yesribli ile karşılaştı. Kendisine çok sıcak davranan bu insanlara İslam’ı anlattı, İbrahim suresinden ayetler okudu.

Güllerin Efendisinin anlattıkları Yesriblilerin hoşuna gitti.

O yıllarda Yesrib’de Evs ve Hazrec adlı iki Arap kabilesi yaşıyordu. Aslında kardeş çocukları olan ve Yemen’den gelen bu kabileler, sürekli savaş halindeydi. Yüz yıldan daha fazla bir zamandan beri devam eden bu savaşların en sonuncusu ve en şiddetlisi olan Buas Harbi sırasında her iki kabile ağır kayıplar vermiş, şehrin ileri gelenlerinden pek çoğu hayatını kaybetmiş, iki kabile arasındaki kin ve nefret, şehri yaşanmaz hale getirmişti.

Bu altı Yesriblinin hepsi Hazrec kabilesine mensuptu. Evs kabilesine karşı destek aramak için Kureyş liderleriyle görüşmüş, ancak aradıkları desteği bulamamışlar, Allah onları Güllerin Efendisi ile karşılaştırmıştı.

Yesribliler Peygamber ve kitap kavramlarına yabancı değildi. Zira Yesrib’deki Yahudilerle ne zaman bir anlaşmazlık yaşasalar Yahudiler onlara,

“Yakında bizden bir peygamber gelecek, biz ona iman edeceğiz ve sizi Ad ve Semud kavmi gibi yok edeceğiz.” diyorlardı.

“Bu, Yahudilerin geleceğini haber verdikleri peygamberdir. Sakın Yahudiler Ona inanmakta bizi geçmesinler!” diye düşündü Yesribliler.

Önce, gözü pek bir genç olan Esad Bin Zürâre Müslüman oldu. Sonra, Avf bin Haris, Râfi bin Mâlik, Ukbe bin Amir, Kutba bin Amir ve Cabir bin Abdullah onu takip ettiler. Bunlardan ilk ikisi Neccaroğullarına mensuptu.

Yesrib’in bu ilk yıldızlarının Allah’ın Rasulünden ilk arzuları kavimlerini barıştırmasıydı.

“Biz geride öyle bir kavim bıraktık ki onların arasındaki düşmanlık ve nefret başka hiçbir kavimde yoktur. Ümit ederiz ki Allah onları Senin sayende birleştirir. Biz şimdi gideceğiz ve onları Senin dinine davet edeceğiz. Şayet Allah senin sayende onları bir araya getirirse Senden daha kıymetli biri olmaz.” dediler.

Bir sonraki Hac mevsiminde yeniden aynı yerde buluşmak üzere Yesrib’e doğru yola çıktılar.

Bir sonraki yılın hac mevsiminde Yesribliler on iki kişi olarak geri döndüler. Üstelik ikisi Evs kabilesindendi. Bir yıl önce iman eden o altı Yesribli Müslüman bir yıl boyunca boş durmamış, yeni insanlar kazanmışlardı.

O yıl gelen yürekli on iki insanın beşi, bir yıl önce Peygamberimiz ile görüşüp İslam ile şereflenenlerden, yedisi ise yeni gelenlerden oluşuyordu. Birinci görüşmede bulunan Câbir bin Abdullah, hasta olduğu için bu kutlu sefere çıkamamıştı.

YEDİ SAHABE

Sonsuzluk kervanına yeni katılan yedi sahabe; Muaz bin Hâri, Zekvan bin Abdi Kays, Ubâde bin Sâmit, Yezid bin Sa’lebe, Abbas bin Ubâde, Ebu’l Haysem Mâlik bin Teyyihan ve Uveym bin Sâid idi.

Güllerin Efendisi onlarla gizlice burada buluştu. Takvimler Miladi 621 yılının temmuz ayını gösteriyordu.

“Geliniz, bana söz veriniz.” Dedi Allah’ın Rasulü.

“Neye söz verelim Ya Rasulallah?” diye sordular.

“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaya, hırsızlık etmemeye, zina yapmamaya, çocuklarınızı açlık korkusuyla öldürmemeye, kimseye iftirada bulunmamaya, asla yalan söylememeye ve hiçbir hayırlı işte bana muhalefet etmemeye!”

“Bunların karşılığı ne olacak?”

“Cennet!”

Esad Bin Zürare bir ok gibi fırlayıp Rasulullah’ın elini tuttu. “Tamam, Ya Rasulallah! Söz veriyorum.” dedi.

Diğerleri onu takip etti.

Bu yemin tarihe Birinci Akabe Biati olarak geçti.

Efendimizin hayatında Yesrib’in ayrı bir yeri vardı. Büyük dedesi Hâşim, Medine’de Hazrec kabilesinden Selma Hatun ile evlenmiş, dedesi Abdulmuttalib bu evlilikten dünyaya gelmişti.  Peygamberimizin bu soylu dedesi, çocukluk yıllarını Neccaroğulları arasında Yesrib’de geçirmişti. Babası Abdullah evlendikten iki ay sonra, daha ömrünün baharında, yirmili yaşlarında Yesrib’de vefat etmişti; kabri oradaydı.

Altı yaşındayken annesi ile birlikte babasının mezarını ziyaret etmek için Yesrib’e gitmiş ve orada bir ay kalmış, annesi Âmine Hatun, dönüş yolunda Ebva köyü yakınlarında vefat etmişti. Yesrib ile Allah’ın Rasulü arasında büyük bir bağ vardı!

Yesribli yiğitler Güllerin Efendisinden bir ricada bulundular:

“Ey Allah’ın Rasulü! Sizden, bize İslam’ı öğretecek bir öğretmen istiyoruz.”

Peygamberimiz güzeller güzeli genç Musab’ı muallim olarak verdi. Musab, hitabeti güçlü, güler yüzlü, samimi bir kimseydi.

Peygamberimiz kısa bir süre sonra sesi çok güzel olan Abdullah Bin Ümmü Mektûm’u da insanlara Kur’an okuması için genç Musab’a yardımcı gönderdi.

Mekke’de artık yaşanamıyor, nefes alınamıyordu.

Zulüm, kabaran bir deniz gibiydi, Müslümanlar çok zorlanıyordu. Sahabeler gelip, “Ya Rasulallah! Bu şehir yaşanmaz oldu, izin ver başka diyarlara gidelim.” diyorlardı.

Güllerin Efendisi “Hele biraz sabredin, bir haber bekliyorum.” diye cevap veriyordu.

Medine’den gelen haberler içi açıcıydı…

Her türlü baskı, hakaret ve zulme maruz kalan Mekkeli Müslümanların yüreklerini Yesrib’den esen bahar rüzgârları ümitle dolduruyordu.

HAZRETİ MUSAB

Aradan bir yıl daha geçmiş Hac mevsimi yine başlamıştı.

Takvimler 622 senesinin Haziranını gösterirken Medineli Müslümanlar yine geldiler.

Bu defa çok daha kalabalıktılar.  Başlarında İslam’ın ilk muhacir muallimi Hazreti Musab vardı.

İkisi kadın olmak üzere yetmiş beş kişiydiler. Bu kahraman kadınlardan biri Nesibe Hatun diğeri Selemeoğulları kabilesinden Esma Binti Amr’dı.

Sıcak bir yaz gecesiydi. Ovalar, obalar, dağlar ay ışığında yıkanıyordu. Genç Musab’ın mutluluğu yüzünden okunuyordu.

Biraz sonra ay ışığının gizemli aydınlığında Güllerin Efendisi de göründü. Yanında Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ali ve amcası Abbas da vardı.

Amca Abbas, belki Müslüman olmuş, Müslümanlığını gizliyordu. Belki de o gün için daha Müslüman olmamıştı da Efendimizi korumaya çalışıyordu.

Medinelilerin çoğu gençti.

Zaten İslam’ın ilk günlerinden itibaren İki Cihan Serveri’ne destek olanlar çoğunlukla gençler değil miydi?

Allah’ın Rasulü, Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ali’yi vadinin iki ucuna gözcü olarak yerleştirdi.

Haberler güzeldi, Musab müjdelerle gelmişti.

Hazreti Musab, evine yerleştiği büyük İslam mücahidi Esad Bin Zürare ile birlikte kapı kapı dolaşmış, ev sohbetleri yapmış, Yesrib’in kerpiç evlerinin kandil kandil aydınlanmıştı.

Her evde İslâm ve İslâm’ın genç davetçisi Musab’ın anlattıkları, onun sözlerinin tatlılığı ve samimiyeti konuşuluyormuş.

Bir gün Musab, bahçede yeni talebeleri ile birlikte otururken Yesrib’in reislerinden Sad bin Muaz öfkeyle gelmiş ve acilen şehri terk etmesini istemiş.

‘Ne olur beni bir dinleyin! Anlattıklarım hoşunuza gitmezse giderim’ demiş genç Musab.

Sad Bin Muaz, yudum yudum içmiş hidayeti. Duyduğu her cümle ile sarsılmış. Bir daha dönmemek üzere Allah’a ve O’nun peygamberine iman etmiş.

Sad Bin Muaz’ın İslam’ı kabul etmesi Medine’de Ömer coşkusu meydana getirmiş. Onunla birlikte lideri olduğu Abdüeşheloğullarının tamamı iman etmiş…

Gelecekte İslam’ın iki büyük bahadırı olacak olan Üseyd Bin Hudayr ve Sad Bin Muaz’ın Müslüman olmaları Medine’de İslâm’ın yayılışını hızlandırmış…”

İnşirah verici havai fişekler gibiydi haberler.

Hazreti Musab ve Medine’den gelen taze Müslümanlar konuştukça Güllerin Efendisinin yüzünde güller açıyordu.

Medine evleri İslam’la kucaklaşmış, Amr Bin Cemuh gibi en tutucu putperestler dahi Müslüman olmuşlardı.

Medine ne kadar bereketli bir şehirdi. İslam, kandil kandil evden eve, yürekten yüreğe yayılmış, Evs ve Hazrec kabileleri Allah’ın dinine koşmuş, kavgalar yerini kardeşliğe bırakmıştı.

Hazreti Musab’a “Musabu’l hayr (Hayırlı Musab) diyen Medineli Müslümanların yüreği, Peygamberimizin sevgisi ve hasretiyle yanıyordu. Bir an önce Onun ‘ipeklere yumuşaklık bağışlayan’ sözlerini dinlemek için can atıyorlardı.

Medine’den buraya kadar Onu görmeye, Onun sesini duymaya ve Ona olan sevgilerini haykırmaya gelmişlerdi. Kâinatın Efendisi konuşmaya başlamadan önce Kur’an okudu. Ay ışığının aydınlığında dağ taş susmuş, Onu dinliyordu. Yetmiş beş üveyik, kızgın çölde, billur gibi akan bir pınardan kana kana içiyordu.

Güllerin Efendisinin tatlı sesi doluyordu yüreklere.

Bu gök kubbeye Davud da avazını salmıştı ama Güllerin Efendisinin sesi bambaşkaydı.

Kur’an bitmişti ama Yesrib baharının ilk çiçekleri de bitmişti. Gönülleri coşmuş, gözpınarları taşmıştı.

Kızgın kumlara düşen gözyaşları, yeni bir medeniyeti müjdeliyordu.

Yesribli yeni sahabeler hep birlikte,

”Gel Ya Rasulallah! Yıllardır, biz seni bekliyoruz.” dediler.

Bu çok ciddi bir mesele idi.

Allah’ın Rasulü, “Şehrinize geldiğimde bana her yönde yardım edeceğinize, kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi beni de canınız pahasına koruyacağınıza söz veriyor musunuz?” dedi.

NEYE BİAT ETTİĞİNİZİN FARKINDA MISINIZ?

Bera Bin Marur söz aldı…

“Evet, ey Allah’ın Resulü! Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin olsun ki çoluk çocuğumuzu koruduğumuz gibi, her şeyden Seni de koruyacağımıza söz veriyoruz. Vallahi biz savaşmasını çok iyi biliriz.”

“Efendimizin amcası Abbas onları uyarma ihtiyacı hissetti. “Siz neye biat ettiğinizin farkında mısınız?” dedi. Hazreti Muhammed’in kendi kabilesi içindeki üstün konumunu ve kendilerinin Onu her türlü tehlikeden korumaya çalıştığını ifade etti. Güllerin Efendisini Yesrib’e götürdükleri zaman başlarına çeşitli sıkıntılar gelebileceğini ve bütün Arap kabilelerinin kendilerine düşman olabileceğini anlattı.  Böyle bir durumda Onu düşmanlarına teslim edeceklerse bu işten şimdi vazgeçmelerinin daha iyi olacağını dile getirdi.

Bunun üzerine aydınlık çehreli genç sahabe Esad Bin Zürare, oturduğu yerden bir ok gibi fırladı ve Allah Rasulünün elini sıkıca tuttu. Tarihin akışını değiştiren şu sözler döküldü dudaklarından:

“Genişlikte ve darlıkta, sağlıkta ve hastalıkta, kolaylıkta ve zorlukta, sevinçli ve kederli zamanlarımızda, her zaman ve her yerde Senin emirlerine isteyerek boyun eğeceğiz. İyiliği emredip, kötülükten sakındıracağız ve nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğiz! Allah yolunda yürürken, kınayanların kınamasından korkmayacağız! Seni canımız pahasına koruyacak, himaye edeceğiz.”

Bunun üzerine herkes Allah Rasulünün elini sıkmak ve bağlılığını bildirmek için sıraya girdi. Peygamberimizin elini tek tek sıkarak, yemin ettiler.

Medineli Müslümanlar, Peygamberimizin yoluna baş koydular. Onu kendi canlarından aziz bildiler. Onun önünde savaşıp şehit olmayı, eşlerinden ve çocuklarından ayrılıp cihat meydanlarında kılıç sallamayı her şeye tercih ettiler. Ve onlar Allah Rasulünden hiçbir dünyalık menfaat, makam ve rütbe beklemediler. Son Peygamber onlara cenneti vaat etti, onlar da “Bu ne kârlı bir alışveriş! Biz asla sözümüzden caymayız.” dediler.

MEDİNELİ YİĞİTLER

Tövbe Suresinin 111. ayeti Medineli yiğitler ve onlar gibiler içindi:

“Allah, inananların canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Onun Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da verdiği bir sözdür. Verdiği sözü, Allah’tan daha iyi kim yerine getirebilir? Öyleyse bu alışverişinizden dolayı sevinin. En büyük başarı budur.”

Söz verme işi tamamlandıktan sonra Peygamberimiz, Medinelilerden on iki temsilci seçmelerini istedi. Onlar Medine’deki Müslümanları organize edecek ve Medine’yi Peygamberimize ve Mekke’deki mazlum Müslümanlara hazır hale getireceklerdi.

Dokuzu Hazrec, üçü Evs Kabilesinden olan temsilcilerin başına Esad Bin Zürare getirildi.

Başından beri geceyi bozgunla sonuçlandırmak için elinden geleni ardına koymayan şeytan, gecenin sonunda gelen bu güzel sonucu görünce çığlığı bastı:

“Ey konak yerlerinde konaklayan halk! Ey Kureyş cemaati! Medineliler dinlerini değiştirdiler, Muhammed’le anlaştılar.”

Bu sesi herkes duydu. Münebbih bin Haccac’ın sesine benziyordu.

“Bu ses sizi korkutmasın!” dedi Allah’ın Resulü. “Bu ses, ancak Allah düşmanı İblis’in sesidir!

Allah’ın Rasulü, Medineli Müslümanları uyardı:

“Hemen konak yerlerinize dağılınız!”

Medineli Müslümanlar birer ikişer sessizce Mina’daki çadırlarına döndüler. Güllerin Efendisi de, amcası Abbas’la birlikte Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ali’yi de alarak parlak ay ışığı altında Mekke’ye doğru yürümeye başladı.

Haber, Mekke’nin yüreğine bir bomba gibi düştü. Panik başladı. Sabahleyin, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden bazıları, Medineli Müslümanların konak yerlerine geldiler, çadırları bastılar:

“Ey Hazreç Cemaati!” dediler. “Bize erişen habere göre, siz Muhammed’le konuşmuşsunuz. Kendisini aramızdan çıkarıp yanınıza götürmek istiyormuşsunuz!”

Puta tapan ve olan bitenlerden haberleri olmayan Yesriblilerden bazıları, Allah’a yemin ederek böyle bir şeyin olmadığını söylediler.

Kureyş müşrikleri, Abdullah Bin Übeyy’in çadırının kapısına dayandılar.

“Vallahi, bu çok büyük bir iştir!” dedi Abdullah Bin Übeyy. “Benim kavmim, bunun gibi bir şeyi bana danışmadan yapmaz. Ben Yesrib’de bile olsaydım yine de kavmim bunu bana danışmadan yapmazdı!”

Arap hacıları yurtlarına dağılmaya başladılar. Medineli Müslümanlar da kendi kafilelerinin arasına karışarak sessizce Mina’dan ayrıldılar. Kureyşliler, soruşturmayı derinleştirdiler. Geceki görüşmenin doğru olduğunu anladılar. Medine’ye giden bütün yolları kestiler. Medineli Müslümanları arayıp bulmak için her tarafa birlikler saldılar. Mekkeli müşriklerin atlıları, Sad Bin Ubade ve Münzir Bin Amr’a Ezâhir mevkiinde yetiştiler.

Münzir’i ellerinden kaçırdılarsa da Sad’ı yakaladılar.

“Sen Muhammed’in dininden misin?” diye sordular.

“Evet!” dedi Sad.

İki elini boynuna sımsıkı bağladılar. Uzun saçının perçeminden çeke çeke, Mekke’ye götürdüler. Kureyş müşriklerinden Ebu’l Bahterî, Sad’ı perişan bir halde gördü, üzüldü.

“Seninle Kureyş‘ten herhangi birisi arasında bir himaye veya sözleşme yok mu?” diye sordu.

“Evet, var!” dedi Sad. “Vallahi, ben Cübeyr Bin Mutim’i ve Haris Bin Harb’i Medine’de himaye etmiştim.

Ebu’l Bahterî, acele ile oradan ayrıldı. Kâbe’nin yanında, Cübeyr Bin Mutim ve Haris Bin Harb’i buldu.

“Hazrec’den bir adam Ebtah’ta dövülüyor, o da aranızdaki himayeden bahsediyor!” dedi.

“Kimmiş o?”

“Sad Bin Ubade!”

“Vallahi doğrudur! Biz tüccar iken, Medine’de bize haksızlık etmek isteyenlere karşı o bizi korumuştu.” dediler.

Cübeyr ve Haris hemen kalktılar ve olay mahalline doğru hızla yola çıktılar.

Perişan haldeki Sad’ı, Mekkelilerin elinden aldılar, yedirip içirdiler, ağırladılar ve Medine’ye uğurladılar.

Dün, kendi şehrinin kapıları yüzüne kapatılan Mahzun Nebiye gök kapılarından sonra Medine kapıları da ardına kadar açılmıştı.

Artık Yesrib’de bahardı.

Yarın: 13.Bölüm, SEVGİLİ’NİN KÖYÜNE DOĞRU

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin