Yaşlanıyoruz!

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Bireysel olarak yaşlanıyoruz, saçımızdaki aklar artıyor, enerjimiz azalıyor, ağrılar artıyor. Çocukların büyümesi en bariz yaşlanma göstergesi. Ama yaşlandıkça “çocuk” muamelemesi yapılanların da yaşı yükseliyor. Yetmişlerinde olanlar 50’li yaşlardakilere “yeni yetme”, “toy” diyebiliyor.

İnsanlar gibi cemaatler, tarikatler, organizasyonlar da yaşlanır. Özellikle lider odaklı yapılarda başlıca görevlerde liderin güvendiği, yakın bulduğu insanlar etkili olur. Cemaat, tarikat zaman geçtikçe gelişir, genişler, büyür ama aynı zamanda yaşlanır!

GENÇLER OMUZ VERDİ

1989 yılında başlayan vaazlar sanırım 1993’e kadar devam etti. İstanbul’un selatin camilerinde, Ankara’da, İzmir’de Hocaefendi’nin verdiği bu vaazlarda kalabalık ve coşku kadar katılımcıların yaş grubu dikkati çekiyordu. Vaazlardaki dinleyici kitlenin yaş ortalaması ancak 18-20 idi. Kullanılan dilin ağır olmasına, konuların ciddiyetine rağmen vaazların dinleyicileri ortaokul-lise öğrencilerinden ve üniversite gençliğinden oluşuyordu. Esnaf kesimini de gençler oluşturuyordu.

1980’lerde Hizmeti Ege bölgesinde lokal bir hareket olmaktan çıkaran ve ülkenin dört bir yanına dağılan gönül erleri 20-30 yaş grubundaydı. Bir eğitim hareketi olan Hizmet’in telkinleriyle 16-17 yaşındaki gençler hayallerindeki bölümleri yazmaktan vazgeçiyor ve çok yüksek puanlarla eğitim fakültelerini tercih ediyorlardı. Öyle ki bir dönem eğitim fakültelerinin puanları patlama yapmıştı. Anadolu çocukları okusun, hayatın içine eğitimli olarak katılsın diye ülkenin her yerine açılan dershanelerde ilk görev yapanlar gencecik, taze öğretmenlerdi hep. Stajı kalkmış 2-3 yıllık öğretmenden müdür yapılıyor, eğitim kadrosunu 1-2 yıllık yeni öğretmenler oluşturuyordu. Kadronun yetişmediği yerlerde eğitim fakültesi öğrencileri devreye giriyordu. 1990’ların başında hafta içinde okuluna gidip, hafta sonunda İzmir’den Afyon’a, Uşak’a Aydın’a, Isparta’ya, Eşkişehir’e giden yığınla eğitim fakültesi öğrencisi bilirim. O dönemin şartlarında geceleri otobüslerde uyuyarak yolculuk eder, ertesi gün de gün boyu ders anlatırlardı. Okullarda ve dershanelerde yıllarca yaş ortalaması 25 üzerinde olmadı. Uzun seneler pek çok işleri üniversite öğrencileri, okullarıyla birlikte omuzladılar. Maaş, makam, konum kaygıları olmadı.

DÜNYAYA DAĞILANLAR GENÇLERDİ

Yurt dışına ilk açılmalar yine üniversiteyi bitiren 21-22 yaşındaki gençler eliyle oldu. SSCB dağıldıktan sonra haritada yerini bilmediği, yolu, izi olmayan yerlere gözünü kırpmadan, korkmadan, “neler yaşarım”ı düşünmeden ve heyecanla gittiler. Mahrumiyetine, zorluklarına rağmen o dönemin yurt dışı olan Orta Asya’ya gitmek için mezunlarda yarış vardı, akın vardı. Gidemeyenler, Türkiye’de kalanlar hüzünle ağlardı, hasretle arkadaşlarının ardından bakardı. Rahmetli Özal’ın, daha sonra Demirel’in himayesiyle öyle bir açılım oldu ki mezun gençler atalar diyarına yetmedi. Talep çoktu ve yetişilemiyordu. Her yerden okul isteniyordu ama öğretmenler yetersizdi. Bu açığı doldurabilmek ve açılmış kolları boş bırakmamak için yüzlerce üniversite öğrencisi okulunu dondurdu ve Hizmet aşkıyla Hicrete koştu. Nasıl bir Hicret? Yokluklar içinde, karşılayanın olmadığı, en temel ihtiyaçları dahi temin etmenin zor olduğu, camilerde kalarak, ağır şartlarda seyahat ederek, güvensiz, tehlikeli yerlerden geçerek yapılan Hicret!

Bu dönemde üniversiteyi yeni bitirmiş, hayat tecrübesi olmayan gençler tohum gibi her biri bir ülkeye/şehre atıldılar. Yirmili yaşların başındaki bu gençler Allah’ın izniyle oralarda en üst devlet adamlarıyla muhatap oldular. Okul açmak gibi çok ciddi birikim, sermaye, tecrübe isteyen konularda devlet adamlarını ikna ettiler ve o okulları açtılar. İlk gidenlerin etrafında ne esnaf vardı, ne tecrübesinden yararlanacağı kimseler! Ulubatlı Hasan gibi kapıları açmak için atıldılar ve açtılar. Esnaflar, aileler, abiler hep arkadan geldiler. Onlar gittiğinde hemen hiçbir ülkede Türkiye Cumhuriyetinin diplomatik temsilcisi dahi yoktu

GENÇLERİN FEDAKÂRLIĞI, SAMİMİYETİ

Ege bölgesinde yeni açılan bir dershanede müdür 3 yıllık, müdür yardımcısı 2 yıllık, geri kalan diğer bütün öğretmenler yeni mezundu. Birkaç tane de dersi kalmış, okulu bitirmemiş arkadaş vardı. Coğrafya branşından mezun yeterli değildi. O sebeple yerelden temin etme yoluna gidildi. Eğitime önem veren, dershaneciliğin, özel dersin yaygın olduğu bu şehirde genç-tecrübesiz arkadaşlarla bu iş nasıl olur acaba diye tereddüt oluştu. Bu nedenle en azından bulunacak coğrafyacı tecrübeli ve iddialı olmalıydı. O şehrin en iyi coğrafyacısı bulundu. İyi de bir ücret takdir edildi. Aylar günler geçti, dershane emsallerine karşı ciddi başarı gösterdi ve öğretmenlerin fedakarlığı, yoğun özverisiyle memnuniyet oluşturdu. O genç arkadaşların hiçbiriyle ilgili bir şikayet gelmedi. Şikayet edilen tek hoca vardı: Coğrafyacı! Öğrenciler müdür beye: “Hocam keşke coğrafyacımız da diğer hocalarımız gibi genç olsaydı!” diyordu. Gençlerin fedakarlığı, samimiyeti tecrübe ve bilgi eksikliğini kapatıyor; hatta avantaja dönüştürüyordu. Kendine yakın yaştaki öğrencilerle çok iyi diyalog kuruyor, onların halinden, problemlerinden, beklentilerinden anlıyor ve onları rahatlıkla yönlendirebiliyorlardı.

Zamanla amatör ruh yerini profesyonelliğe, kurumlara, makamlara, konumlara bıraktı. Hizmet kadrolarında yaş ortalaması artmaya başladı. Alttan yeni nesiller geldikçe sorumlu konumundaki insanlar daha yukarıya, daha yukarıya çıkıyordu ve kadrolar yaşlanıyordu. Bir zaman geldi yirmili yaşlarda gençlerin yaptığı pek çok işi kerli-ferli kırklı, ellili yaşlarda adamlar yapmaya başladı. Yaş arttıkça konumların önemi arttı, hareket kabiliyeti azaldı; bağlar, bukağılar arttı. Otuzlu yaşlardaki insanlar çoluk çocuk görülmeye ve kendilerine güven duyulmamaya başlandı. Yaşlar arttı ama değişen zamana, nesillere göre yenilenme, güncelleme yapılamadı. Dijital çağda zaman çok hızlı akıyor, gençlerin alışkanlıkları, algıları hızlı değişiyordu. Zamanla yaşlanmış yönetici kitle ile yeni nesil arasında mesafeler oluştu. Gençler koca koca adamların arasında kendilerine alan da açamadılar. Kurumsallaşma, bürokratik direnç, hantallık gibi problemler arızaları tespit etmeyi ve çözüm üretmeyi engelledi. Çoğu zaman anlaşılmadığından veya o fazda olunmadığında gençlerin söyledikleri, istekleri “saçma”, “gereksiz” görüldü. Binlerce kurum, okul, dershane vb. açıldı. Ama bu kurumlardan yetişen gençler jenerasyonlar arasındaki kopukluk ve boşluk nedeniyle, zamanın gerektirdiği dönüşümleri yapamama sebebiyle elde tutulamadı. Özellikle son dönemlerde bu gençlerin pek çoğu Hizmeti sevmekle birlikte kendisine farklı yollar çizmeye başlamıştı.

GENÇLERDEN BİR KOPUŞ MU VAR?

Hep gençlerle, gençlikle anılmış Hareket’te gençlerden bir kopuş mu var diye endişeliyim. Zira etrafıma baktığımda hep 40 yaş üstü insanları görüyorum. Gençlere hitap etme, onları memnun etme noktasında problemler görüyorum. Kendi çocuklarıma ve çevremdeki insanların çocuklarına bakıyorum pek çoğu meselenin içinde olmak istemiyor. Kenarda durmayı, en iyimser haliyle sempatizan olmayı tercih ediyor. Türkiye dışında bu problemin daha ağır olduğu görüyorum. Zira zihinleri alaturka kültürle şekillenmiş, klasik Ortadoğulu mentalitesine sahip insanlar buraların dilini, kültürünü bilen gençlere güvenemiyor; onlara yol açmaktan korkuyorlar. Pek çok genç bohemliğin ağında eriyip gidiyor. Kafası çalışan, iyi eğitimli gençler ise sorumluluk almak için ya cesaret veya alan bulamıyor. İşler hala Türkçeden başka dil kullanamayan, Türkiye mantığıyla hareket eden, Türkleri hedef kitle kabul eden 40’lı yaşlardaki arkadaşların omzunda gidiyor. Buralarda yetişen gençlerle ilgilenecek kimseler dahi dil bilmiyor ve muhatap kitlesiyle ciddi yaş farkına sahip. Sanırım bu insanlar batı kültürüyle yetişmiş bu çocuklarla nasıl diyalog kuracak, nasıl empati yapacak, onlarla hangi ortak yönü olacak, onlara ne sunabilecek diye düşünülmüyor. Elbette yurt dışında da zıpkın gibi çocuklar var. Ama bazen onların kıyafetine, bazen küpesine takılıyor ve önlerini açmıyoruz. Türkiye’den gelen ailelerin çocukları ise ayrı ve zengin bir kaynak. Ailelerinden dolayı hepsi başarılı çocuklar. Kısa sürede dillerini hallediyorlar; buralara da uyum sağlayacaklar. Ama benzer sebeplerle bu çocukların da kenara itilmesi, Hizmet denklemine katılamaması ihtimali var.

Hazreti Ali: “Çocuklarınızı içinde bulunduğunuz çağa göre değil, gelecek çağa göre yetiştirin” diyor. Bediüzzaman gençleri özel olarak muhatap almış ve sağlığında onlara yönelik “Gençlik Rehberi” hazırlatıp ulaştırılmasına itina göstermiş. Etrafında daima gençler bulunmuş. Hala hayatta olan talebeleri Üstad’ın son dönemlerinde en fazla 20’li yaşlardaydı ve seksen küsur yaşında bir adamın peşindeydiler. Hoca Efendi 1986 tarihli “Gençlik Ruhu” başlıklı yazıda: “Toplumlar gençlik ruhuyla canlılıklarını korur, onunla gelişir ve onunla ihtişama ulaşırlar. Bu ruhu kaybedince de, kılcalları kesilmiş çiçekler gibi pörsür, dökülür ve ayaklar altında kalırlar. ..Gençlerin pek çoğu, bir makam kapıp bir memuriyete geçtikten sonra, içlerindeki bu kıvılcımlar yavaş yavaş sönmeye yüz tutar; ruhlarında bir külleşme, gönüllerinde de bir çölleşme baş gösterir.” diyor.

Genç Adam şiirinde ise:

Genç adam; bu bâdirenin bahâdırı sensin!

Yıllardır, hayâllerde, düşlerde beklenensin…

..Sensin asırlardan beri beklenen kahraman,

Gel ki, artık dizlerimizde kalmadı derman..!

diyerek umudunu gençlere bağladığını söylüyor.

Allah için Hocaefendi kocaman bir ömrü bu işe harcayarak bir gençlik inşa etti. Şiirde, yazılarda bahsedilen bu gençlik geldi; çok da güzel işler yaptı. Ama sanki dünün bu civanmert, yiğit, fedakar, idealist gençleri yaşlanınca gençlere yol açmayı başaramadı. Yeni nesillere yükü devretmeyi, onlara kol kanat germeyi olması gerektiği kadar yapamadı. Kendilerinin 20’li yaşlarda altına girip Allah’ın inayetiyle yaptıkları işleri şimdilerde 40’lı yaşlardaki insanlara bile emanet etmekten çekiniyorlar. Koca koca eğitimli, donanımlı adamları/hanımları “çoluk çocuk” görüp kenara itenler olabiliyor.

Son yaşananlar yaş ve kıdem gibi gençlerin önünü tıkayan, Hizmete takos olan anlayışları da bitirdi; bitirmiş olması lazım. Bu yönüyle yaşanılan süreç Hizmet’e tekrar gençleşme, global anlamda gençlere yeni misyonlar yükleme, onların enerjisinden yararlanma fırsatları sunuyor.

Keşke bizim gibi 50 ve üstü yaşlardaki arkadaşlar kenara çekilip gençlere mentörlük yapsak, onların sırtını sıvazlayıp arkasından dua etsek, tecrübelerimizi onların emrine versek!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

9 YORUMLAR

  1. Bu mevzuyu bu kadar şeffaf dile getirmişsiniz anlattığınız ve resimlediğiniz tablo benim gördüğüm tablo ile eşdeğer değil.Hemen lafı uzatmadan hizmet içinde olmayan birine nasıl göründüğünüzü birde hizmet dışı olan bireyden dinleyin.

    Mevzuya başlamadan önce bazı tanımlamaları yapmalıyım.Neden? Olayın sınırları ve kişilerin amaçları tanımlanmadığı zaman anlatılan gerçekler yazıyı okuyan okuyucunun yaşantısındaki tecrübelere dayandırılarak yorumlanır.Oysa benim istediğim tanımları sıfatları yaşanan olaydaki gibi ifade etmek.

    Bu tanımlamalar ve sınırlar şuna benzer ; “ben deney yaptım deneyin sonucunda şu çıktı ” diyen bir öğrenciye hangi şartlar ve parametrelerde ? sorusu yöneltildiğinde gerçek manada yapılan deney açıklık ve bilimsel bir değer kazanır yoksa bir önemi yoktur bilimselliğide yoktur .

    1980 lerdeki insanlar 20 li yaşlardaydılar fakat ruhsal ve beyinsel olgunlukları 50 yaşlı insanlara denkti.Edep ve terbiyeleri onlara nebevi yolu her ayrıntısına kadar batı ilimleri ile karşılaştırmalı olarak anlatabilen anlatıcının menbasından geliyordu.Doğrusu da buydu.

    Gel zaman git zaman rüzgarlar esti fırtınalar koptu .Sevgi ve terbiye ile mevzuyu anlayan ve anlatabilenler yöenetici oldular Sonra uzun bir ara var ve benim gibi bu insanların saygı ,terbiye insanlık ,zeka yönünü gıpta ile seyredenler Türkçe olimpiyatları denilen, okullar denilen gazete ,televizyon denilen araçlarla karşılaştık.

    Bizler sizleri peygamber efendimizi (s.a.v) sevdiğimiz için sevdik yolunuz, diliniz ,hareketiniz ,merhametiniz ,taktik ve teşbihleriniz,ticaretiniz,yöneticiliğiniz,öğreticiliğiniz nebevi yola hep yakındır! diye sevdik.

    Sonra 1500 metreden suya itilen insanın su ile karşılaştığındaki etkisi betona çarpma etkisi ile aynı ve 2000 li yıllarda biraz daha yakından karşılaştığım insan toplulukları ,ne saygı ,ne sevgi, ne edep, ne utanma, ne merhamet ,ne de saygı hiç biri yoktu ,Eski topluluklardaki cesaretin yerini yeni topluluklarda saldırı ve canavarlaşan nefisler oldukça iyi doldurmuştu.Aradan kaybolma sıvışma ve duymamazlıktan gelme gibi nebevi yolu tanımak istemeyen insanlara yakıştırılan bir takım hasletler ise hizmet aşkı ile yanan yeni topluluklarda cirit atıyordu.

    Arap coğrafyasına hizmeti anlatan müstesna insanların davet edildiği akademisyenleri dinlemeye giden topluluk karşılarında şöyle bir manzarayla karşılaşıyordu grup grup insanlar geliyor ve bu grup insanlardan bir kısmı anlatıcıları sessizce dinliyor bir grup insan dinleme adabına uymayı bile kabullenemiyor hiç bir gruba bağlı olmayan benim gibi biri de onların toplumsal hareketlerini anlamlandırmaya çalışıyordu.Anlatmak için gelenler konularına son derece hakim ve kendi konularına ciddiyetle yaklaşan kişilerdi.Fakat bu insanlara bakarak mı hizmet olgun bir yapıdır sonucuna varmalıydık? Yoksa Onları dinlemeye gelenlerin yüzdesi anlatanlara yakınlaştığı zaman mı hizmet olgun bir yapıdır sonucuna ulaşmalıyız?

    Benim gördüğüm davranış 50 yaşındaki insana ” defol git senin söylediğin hiç bir şey bize lazım değil ” ama bizim kurum ve kuruluşlarımızda kendisine yer edinmiş 25 yaşındaki yeni yetmeler senin görüşlerinden daha değerli muamelesiydi.O yeni yetmelere önce karşısındakine saygı duymayı öğretin ki kendilerine de ileride saygı ve sevgi duyulsun.Bu birinci tanımlama idi.

    Bir hayır kuruluşuna kendiniz istemediğiniz halde 2 defa davet edildiğinizde sünnet mukabilinde davete icabet eder ve gidersiniz gittiğiniz yerde hakaretin binbir türünü görür ve geliş sebebinizi her defasında hatırlayarak “Allah en güzel vekildir” dersiniz.Gençlerinizin sanatsal olarak yetiştirildiği yere davet edilirsiniz ve yine Allahın rızası için gidersiniz 14 yaş aralığı ile 23 yaş aralığındaki gençlerden olmadık saygısız hareketi görür ve dersiniz ki başkasının yüzüne bakmaya utanan bu insanlar neden karşılarında başkalarına kusamadıkları düşmanlığı benim üstüme kusuyorlar.

    Okullarınıza davet ederler yine davete icabet ederiz bakarız bize okulu gezdirmekle görevli insan bize olmadık dengesiz hareketler yapıyor düşünürüz acaba bize baktığında ve bize hizmet etmeye kalktığında nedir bu insanın nefsine ağır gelen ki böyle dengesizleşiyor? Bu da 2. tanımlama.

    Allahın rızasını gözeterek gidip insanların hareketini dikkate almadık.
    Fakat hizmet nedir ? tanımlamasını da İzmir ,kestanepazarı,başdurak,hisar,buca anlatamaz yaşamayanlar zaten hiçbirşey anlatamaz.

    Ben sonra sırt sıvazlarım…Yapacak çok işim var.

    Bu arada tasarım günlerinize de davet edilmiştim.Merak ediniz…O’da ayrı bir yazının konusu olsun.

  2. Çok önemli bir meseleyi ele aldığınız için teşekkür ederim. Eldeki potansiyel verimli bir şekilde değerlendirilmediği takdirde “kültleşme” süreci kaçınılmaz gibi.

  3. Bir onceki yaziniz gibi bu yazinizi takdirle okudum. Elestirinizdeki uslup, uslup bilmezlere ders olsun. Yazdiklarinizin noktasina kadar katiliyorum. Allah kaleminize kuvvet versin.

  4. Oncelikle analizlerinizi dikkatle okuyoruz
    Siz yine yazin biz okuyacagiz,ama Rusen Cakir gibilere konu olmamak icin biraz dikkat edelim lutfen elestirirken…
    Biz okuyucular icin sizler buyuklerimiz tespitleri hava gibi onemli
    Abilerden ben su ana kadar bir yavaslama gormedim,aksine tam gaz
    Ama dua edelim biri birimize
    Bu gunler ” hey gidi gunler olacak” buyuklerimizinki gibi Allahin izni ve inayetiyle

  5. Mahmud bey, yazinizi begendim. Sanki biraz gec kalinmis birmproblem olarak goruyorum.
    Yurtdisindaki tespitleriniz guzel, ama yeterli degil. Turkiye disinda turk olmayan sakirdleri konu edinmemissiniz mesela. Yaslari neredeyae kirklara ulasmis, ama dune kadar hem cocuk, hem de turk olmadiklari icin guvenilmedi ve girev verilmedi. O ulkede yasayan turk arkadaslara gore birikimleri ( turkce, din bilgisi, rsl, ctl, dil bilgisi) daha yuksek oldugu halde, neredeyse gayri muslim ve turklere sadece sekreter/yardimci olarak istihdam olundu.. ve isin kotusu, bunlarin basinda mutlak turk olmasi lazim yoksa bunlar birbirine girerler, gibi, nahos ve ahlaksiz deyislerle ortaliklari doldurdular…

    • Hay ağzın şeker şerbet yesin senin güzel kardeşim! Tam da nokta vuruşu yapmışınız. Ne acıdır ki bu TC vatandaşı olmayan şakirtler konusuna değil Mahmut bey (yazısını beğenmekle birlkte) daha adam akıllı değinen yok, değil bu konuya ciddi eğilmek. Esasen, bana kalırsa, dünyaya açılma adına hareketin belki en önemli ve potansiyeli en çok olan işbu yabancı (TC vatandaşı olmayan manasında) şakirtler, ama heyhat..

  6. S.a
    Genclere hükmedenler rehberler..
    Bu konuda günahta sevapta onlarda.
    Esnaf ve digerleri para..maddi destek ne gerekiyorsa yaptı..
    Maalesef ama durum içaçı degil..

  7. Mahmud bey,
    Allah sizi bu yolda sabit kadem kalsin.
    Ellerinize saglik. Adam gibi adamsiniz.
    Hizmet gecmisligini enaniyet yapanlar biraz zor devreder.
    Ama bu hizmet genclik omzunda insaaedildi
    Umitvariz bu is yine genclerle insanliga hizmet edecektir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin