Yaşadığımız gibi ölüyor, öldüğümüz gibi yaşıyoruz

Nobel ödüllü Fransız yazar Albert Camus “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın,” derken şüphesiz ki ironi yapmıyordu. Çünkü bir ülkede insanların nasıl öldükleri nasıl yaşadıklarına, nasıl yönetildiklerine, neyi neye tercih ettiklerine, neler yaptıklarına ve nelere maruz kaldıklarına dair de güçlü fikirler verir.

Adana’da cayır cayır yakılan kız çocukları, Şirvan’da canlı canlı gömüldükleri madende iş makinaları kadar kıymet görmeyip cansız bedenleri 18 gündür çıkarılmayı bekleyen madenciler, hergün ülke içinden veya dışından gelen yoksul çocukların şehit ve “etkisiz hale getirildi” haberleri, kitlesel gözaltılar, keyfi tutuklamalar, gözaltında veya hapiste işkence altında ölümler, infazlar, intiharlar…

Nasıl öldüğümüz, ne olduğumuza ve nasıl yaşadığımıza dair fikirler verir de nasıl yaşadığımız nasıl öleceğimize dair fikir vermez mi hiç? Erdoğan rejiminin neredeyse tamamını yönettiği güdümlü medya üzerinden 7/24 tekrarladığı yalanlardan yakamızı kurtarıp gerçekler tablosuna baktığımızda 80 milyonu bekleyen akıbet için kaygı ve keder duymamak imkansız. Maalesef endişe ve hüzün verici de olsa gerçekleri konuşmaktan kaçınamayız.

ÜÇ BEŞ HAVUZ YAMYAMINA PEŞKEŞLE ÇIKAMAYIZ

Zaten yıllardır yalan rüzgarlarıyla şişirilen hayal yelkenlilerinin acı gerçeklik kıyılarına vurduğu günlerden geçiyoruz. İstatistiki yalanlardan oluşan pembe ekonomik tablolarla bezenmiş  propagandalarla ve palavradan “büyük devlet” heyheylenmeleriyle kandırılan milyonlar, ekonominin çöküşü ve TL’nin sefaleti sayesinde belki de ilk kez kesif bir efsundan uyanmanın eşiğinde. Hiçbir ahlaki ve insani kaygı gütmeden, haram-helal demeden, hak-hukuk dinlemeden şirketlere el koyma, farklı çıkan en ufak sesi bile anında yok etme, özel mülkleri gaspetme, en yerli ve en başarılı sermayenin ocağına kibrit suyu dökme, en dürüst işadamlarına kelepçe taktırıp hapislere attırma neticesinde Türkiye’nin teammüden sokulduğu bu çıkmazdan, kamu imkanlarının üç beş havuz yamyamına peşkeş çekilmesiyle de artık çıkılacak gibi görünmüyor.

Oysa, kolayca kandırılan kitlelere sunulan pembe dünyanın bir yalandan ve aldatmacadan ibaret olduğunu güvenilir bütün  endeksler ve göstergeler apaçık ortaya koyuyordu. Nasıl yaşadığımızla birlikte nasıl bir ölümü hak ettiğimize dair mukayeseli göstergeler tabii ki içinizi karartabilir. Ama gerçekler acıdır ve millet bu acı gerçekleri görmek istemediği içindir ki bugün cebindeki üç kuruşunun pula dönmesinin paniğini yaşıyor.

BU TAKSİMİ KURT YAPMAZ, KUZULARA ŞAH OLSA…

Gelelim yalanlarla kuşatılmış ülkemizde nasıl yaşadığımız gerçeğine. Eskiden zenginin malı züğürdün çenesini yorardı. Görülen o ki, şimdilerde aklını da aldı. Erdoğan’ın kitlesel efsunu sayesinde züğürtler zenginin malını kendi malları sanacak kadar ahmaklaştırıldı. Zenginler daha da zenginleştirildikçe yoksullara zenginleştikleri yalanı pompalandı. Adeta bir mucize gerçekleşti ve yalana dayalı propaganda hayatın çıplak gerçeklerine galip geldi. Aslında yoksulluk içinde kıvranan kitleler sanal bir zenginlik duygusuyla bugüne kadar tatmin oldu. Kişi başına düşen gelir 10.400 dolar denildiğinde sanki bu para kendi cebine giriyormuş sandı. Dönüp de “4 kişilik ailemin hak ettiği 41.200 doların esamisi nerede?” diye sormayı bile akledemedi.

Gelir uçurumu ve sosyal adaletsizlikten her zaman muzdarip olan Türkiye’nin, bu konuda en ölümcül noktaya AKP ve Erdoğan yönetimi altında geldiğini göremedi. Görmek istemedi. Hatırlayın, 2002’de nüfusun en zengin yüzde 1’inin milli servetten aldığı pay yüzde 39,4 iken, bu oran 2014’te çoktan yüzde 54,3’e çıkmıştı bile. Türkiye’nin tüm zenginliğini, çoğu “boyuna posuna endamına aşık” yandaşı haline gelen, bir avuç zengine peşkeş çeken Erdoğan, halkın yüzde 99’una ise milli servetin sadece yüzde 45,7’sini layık gördü.

Gelir dağılımındaki uçurumu toplumun en zengin yüzde 10’luk kesimi ile en fakir yüzde 10’luk kesimi arasında mukayeseye vurduğumuzda ise fecaat daha da katlanıyor. Erdoğan rejimi, bu açıdan Türkiye’yi OECD  ülkeleri arasında en berbat üç ülke arasına sokmuş durumda. OECD’nin gelir adaletsizliği raporuna göre, Türkiye Avrupa’da ilk sırada, dünyada ise Meksika ve Şili’den sonra 3. sırada yer alıyor. Daha somut konuşacak olursak, Türkiye’deki en zengin yüzde 10’luk kesimin en fakir yüzde 10’dan 15,2 kat daha fazla serveti bulunuyor. Oysa OECD ortalaması 9.6 kat seviyesinde. Yine OECD verilerine göre, . 0-17 yaş grubunda yüzde 28.4’lük oranıyla Türkiye çocuk yoksulluğunda dünya birincisi konumunda.

ZENGİNE KEPÇEYLE, FAKİRE KAŞIKLA…

Kaldı ki, OECD’nin Türkiye değerlendirmesinin Erdoğan rejiminin bir manüplasyon aracına dönüştürdüğü TUİK verilerine dayandığını bir yerlere not etmek gerekiyor. Bununla birlikte Credit Suisse’in 2014 yılı Küresel Refah Raporu OECD verilerini teyit ediyor. Bankanın ülkelerdeki en zengin yüzde 10’luk kesimin servetinde 2000-2014 yılları arasında yaşanan değişimi gösterdiği bir endekste yüzde 84.8 ile zirvede bulunan Rusya’yı Türkiye takip ediyor. Türkiye, “en yüksek servet adaletsizliği” olan ülkeler kategorisinde 2. sırada yer alıyor. Yüzde 10’luk kesimin servetinin son 14 yılda “en hızlı” yükseldiği 8 ülke arasında ise Türkiye yüzde 21 artışla 3. sırada yer alıyor.

Yandaş zenginlerin servetine servet katan Erdoğan’ın, paradoksal şekilde, en geniş destekçi kitlesini oluşturan asgari ücretli kesimin eline geçen parayı diğer ülkelerle mukayese ettiğimizde gelir dağılımındaki uçurumun vehametini daha da net görebiliriz. Asgari ücretli bir çalışan maaş olarak Lüksemburg’ta 1.801 euro, Belçika’da 1.472 euro, Hollanda’da 1.456 euro, Fransa’da 1.426 euro,  İngiltere’de 1.244 euro, ABD’de 998 euro, “ekonomileri battı” denilen İspanya’da 748 euro ve Yunanistan’da 684 euro alırken, Erdoğan rejiminin yakın zamana kadar ekonomik başarılarını ve gücünü öve öve bitiremediği Türkiye’de sadece ve sadece 346 euro alabiliyor.

NASIL YAŞADIKLARINI DEĞİL AMA NASIL ÖLDÜKLERİNİ BİLİYORUZ

30 günlük emekleri karşılığında aldıkları bu parayla asgari ücretli işçilerin nasıl yaşadıklarını ve ay sonunu nasıl getirdiklerine aklımız ermese de, o kadarcık para için berbat koşullarda çalışırken hayatlarını nasıl yitirdiklerini hepimiz biliyoruz. Yaşam kalitesi ve sosyal adalette son sıralarda gelen Türkiye’nin işçi ölümlerinde şampiyon olması, kabul etmeliyiz ki, kendi içerisinde bir tutarlılık arzediyor. 2015 yılında en az 1.730 işçinin iş kazalarında/cinayetlerinde hayatını yitirdiği Türkiye’de, çok yönlü emek sömürüsü insanların canına kasteder boyuta ulaşmış durumda. Denetimden azade yandaş firmalarda işçi ölümlerinin daha çok yaşandığını bilmem belirtmeye gerek var mı?

İş kazaları ve işçi ölümünde El Salvador ve Cezayir’in ardından dünyada 3., Avrupa’da ise 1. olan Türkiye’de, Erdoğan’ın KHK’lerle ülkeyi yönetmeye başladığı OHAL koşullarında bu ölümler katlanarak artmaya devam ediyor. İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre, OHAL’in ilan edildiği 21 Temmuz’dan bu yana  iş cinayetleri arttı. Daha önce ortalama 153 iş cinayeti yaşanırken denetimsizliğin ve keyfiliğin zirve yaptığı OHAL’de ayda ortalama 171 iş cinayeti tespit edildi. OHAL altında 20 Ekim’e kadar geçen sürede ölen işçi sayısı 513’ü buldu.

Nasıl yaşadığımıza ve ne olduğumuza dair bir başka gösterge de hiç şüphesiz ki trafik kazaları. Tahmin edebileceğiniz gibi Türkiye, dünyada meydana gelen trafik kazası kaynaklı ölümlerin en az yarısının gerçekleştiği 10 ülke arasında yer alıyor. Türkiye’de her yıl trafik kazalarında yaklaşık 10 bin insan hayatını kaybediyor. Yaklaşık 200 bin insan yaralanıyor.

NE KADAR HAK VE ÖZGÜRLÜK O KADAR BARIŞ VE HUZUR

Hak ve özgürlüklerin kaale alınmadığı, insana insan olarak saygı duyulmadığı, özellikle yoksul kesimlerin ne şahsiyetlerine ne de hayatlarına kıymet verildiği Türkiye gibi dikta altında yaşayan bir ülkede ölmek belki sudan ucuz ama huzur içinde yaşamak, mutlu olmak ve mutlu kalmak haliyle zor. Bu yüzdendir ki, ABD merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü isimli kuruluşun güvenlik ve huzur açısından 163 ülkeyi ele aldığı 2016 Küresel Barış Endeksi’nde Türkiye ancak 145. sırada kendisine yer bulabildi. Çeşitli kıstaslara göre 1.192 puanla İzlanda endekste 1. olurken, 3606 puanla Suriye sonuncu sırada yer aldı. 2015 yılı sıralamasında 138. olan Türkiye ise 7 basamak gerileyerel bu yıl 2710 puan alabildi.

Erdoğan rejiminin gün be gün daha da pekiştiği Türkiye’nin yaşam kalitesindeki düşüş de istikarlı bir şekilde kötüleşiyor. BM Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayımlanan “2015 İnsani Gelişme Raporu”nda Türkiye, 187 ülke arasında 3 sıra gerileyerek 72. sırada yer aldı. Yaşam Kalitesi açısında ise Türkiye dünyada ancak 52. sırada yer bulabildi. İlk üçte sırasıyla Finlandiya, İsviçre ve İsveç’in olduğu listede Küba bile 50. sırada yer alıyor.

Bazı hesaplamalara göre ekonomisi en büyük ilk 20’nin gerisine düşen Türkiye’nin Küresel Refah Endeksi’ndeki yeri de kelimenin tam anlamıyla içler acısı. Başlıca kriterler olarak ekonomi, sağlık, eğitim ve özgürlük verilerinin kullanıldığı bu listede Norveç 6 yıldır birinciliğini korurken, Gürcistan 80., Arnavutluk 84. sırada yer aldı. Türkiye ise kendisine ancak 86. sırada yer bulabildi.

BUGÜNKÜ DURUM ÇOK DAHA KÖTÜ…

İlk kez 2014 yılında yayınlanan 132 ülkenin analiz edildiği ‘Toplumsal İlerleme Endeksi‘nde (Social Progress Index) ise Türkiye 64. sırada yer alıyor. Yeni Zelanda’nın 1. sırada yer aldığı endekste kriter olarak temel insani ihtiyaçlar (beslenme, tıbbi bakım, barınma, kişisel güvenlik), refah (sürdürülebilir ekosistem, bilgiye ve internete ulaşım, sağlık, iletişim özgürlüğü) ile hoşgörü ve fırsatlar (bireysel hak ve özgürlükler, eğitime katılım, dini, etnik, cinsel hoşgörü) kullanıldı. Endekse göre Türkiye, refah ile hoşgörü ve fırsatlar başlıklarında daha berbat bir performansa sahip. Türkiye refah konusunda 82’inci, hoşgörü ve fırsatlar konusunda 77’inci sırada yer alıyor. Demokrasisi tükenmiş, hukuk devleti bitmiş, her türlü hak ve özgürlükleri yok edilmiş dört dörtlük bir dikta rejimine dönüşen Türkiye’nin bu endekste bugün kendisine hangi sırada yer bulabileceği ise merak konusu.

OECD’nin 34 üyesindeki hayat kalitesini değerlendiren 2014 Yaşam Kalitesi raporunda da Türkiye ‘en zor yaşanılacak ülkeler’ arasına girmişti. Eğitimde sonuncu sırada yer alan Türkiye hizmetlere erişimde 33., iş imkanları açısından 32., çevre duyarlılığı açısından 31., gelir düzeyi açısından 26., sağlık açısından 31., güvenlik açısından 3., barınma bakımında 32. sırada yer almıştı. Yine OECD’nin bugüne kadar gerçekleştirdiği en kapsamlı küresel eğitim araştırmasında Türkiye, ilk 5 sırayı Asya ülkelerinin aldığı 76 ülke arasında ancak 41. sırada yer bulabilmişti.

YOBAZLAŞMA, YOZLAŞMA KISKACINDA KADIN OLMAK

İnsan haysiyetine yakışır bir şekilde yaşamanın her geçen gün daha da güçleştiği  Türkiye’de kadınların durumu çok daha feci. Her türlü yobazlığın ve yozlaşmanın alıp başını gittiği berbat bir ortamda en kırılgan olanlar çocuklar ile kadınlar. Kadınlar bu berbat ortamdan fazlasıyla pay aldıkları için Türkiye, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde (TCEE) derecelendirilen 155 ülke arasında 71. sırada geliyor. Sadece kadınların Meclis’teki yüzde 14,7’lik temsil oranı bile aslında başka söze hacet bırakmıyor. Ancak endekse göre, yetişkin kadınlar arasında en az orta öğrenim görmüş olanların oranı yüzde 39 iken, bu oran erkeklerde yüzde 60 olarak göze çarpıyor. Kadınların iş gücü piyasasına katılımı yüzde 29,4 iken, erkeklerin katılım oranı yüzde 70,8 oranında seyrediyor.

Dünya Ekonomik Forumu ise, aynı konuda Türkiye’yi 142 ülke arasında 125. sıraya yerleştiriyor. Forum’un Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre, Türkiye son 10 yılda 20 basamak geriledi. Mevcut durumda dünyada tam 124 ülkede kadınlar Türkiye’den daha fazla hakka sahip. Nasıl olmasın ki? Türkiye’de sadece 2002-2015 yılları arasında 5.406 kadın cinayete kurban gitti. Yaşamının herhangi bir döneminde cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı ise yüzde 15’i aştı.

SEN KENDİNİ BİLMEZSİN, YA NİCE BÖBÜRLENMEKTİR

Öte yandan, Türkiye’de kadınların istihdama katılım oranı yüzde 26,6 seviyesinde. Erdoğan ve avanelerinin son zamanlarda “çöküyor” palavrası eşliğinde hedefe koydukları 28 üyeli AB’de ise kadın istihdam ortalaması yüzde 62. Yine Dünya Ekonomik Forumu raporuna göre Türkiye, kadınların ekonomik aktiviteye katılımı ve fırsat eşitliği bakımından 142 ülke arasında 132. sıradayken, işgücüne katılımda 128., eğitim fırsatları bakımından 105., satınalma gücü paritesi bakımından 126. sırada. Yani Türkiye’de kadınlar Nijerya’dan bile daha düşük standartlara mecbur bırakılıyor.

Koca Yunus boşuna mı “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır” demiş. Kendimize dair acı gerçeklerin çok az bir kısmını işte yazdık buraya. İster bu gerçekleri okur, anlar, kendimizi bilir, kendimize geliriz. İster bir diktatörün mütamadiyen tekrarlanan kof palavralarının peşinde koskoca ülkeyle birlikte kendi ömrümüzü de bitirir, tıpkı sefilane yaşadığımız gibi sefilane ölürüz… Tamamen bize kalmış.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin