Yanlış bir savaşta doğru bir şey yapılamaz!..

Yorım | Bülent Keneş

Önce dikta rejiminin borazanı Anadolu Ajansı’nın Cuma günü servis ettiği haberden bir alıntıyı paylaşalım: “Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin genel merkezinde, Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’ndaki konuşmasında, partililere hitap etti. Erdoğan, TSK’nın Afrin’deki Zeytin Dalı Harekatı’na ilişkin şunları kaydetti:

“Bu sabah itibarıyla 1,873 teröristi etkisiz hale getirerek 415 kilometrekare civarında bir alanı kontrol altına aldık. Afrin şehir merkezini bir an önce kuşatıp teröristlerin dışarıyla temasını kestikten sonra yeni bir stratejiyle harekatı sürdüreceğiz. Kahraman askerlerimiz, Mehmedimiz büyük bir fedakarlık ve cesaretle bölücü terör örgütünün Türkiye’ye karşı saldırıları için özenle hazırladığı tahkimatları teröristlerin başına geçirerek adım adım Afrin’e doğru ilerliyor. Bölgedeki hakim tepeler şu anda büyük ölçüde askerlerimiz tarafından teröristlerden temizlendiği için harekatın bundan sonraki kısmının inşallah daha hızlı ilerlemesini bekliyoruz.”

Sadece girişteki iki paragrafta yer alan bilgiler Erdoğan rejiminin nasıl bir soytarılık rejimi olduğuna dair uzun uzadıya siyasi analizleri gerektirir türden. “Cumhurbaşkanı”, “AKP Genel Başkanı”, “partisinin genel merkezinde”, “parti il başkanları toplantısında”, “partililere hitap etti” gibi ifadelerin aynı cümlede tek bir şahsı ve eylemlerini tanımlamak üzere kullanılmasının siyaset bilimine kafayı yedirmesi işten bile değil. Asla bir araya gelmemesi gereken bu ifadelerin aynı cümle içerisinde hayatın en normal şeyiymiş gibi kullanılmasına aklı başında hiçbir siyaset bilimcinin bu tuhaflığı meşrulaştırıcı bir izah getirme ihtimali yoktur.

BAŞKOMUTAN’DAN ZIRVALAR: SALDIRI İÇİN TAHKİMAT…

Konuya siyasi terimlerden, ifadelerden girdik ama asıl üzerinde durmak istediğim terim bunlar değil. Mevzumuz Erdoğan’ın pervasızlığının ve peşine taktığı sürüleri parmağında nasıl oynattığının yeni bir örneğini oluşturan “tahkimat” terimi. Bu terimin hoyratça çarpıtılarak kullanılma şekli, ülkenin ulusal güvenlik ihtiyaçları bakımından lüzumsuz, ahlaki açıdan haksız ve uluslararası hukuk açısından gayr-i meşru bir saldırganlığa, janjanlı bir pakete sarma ihtiyacıyla, “Zeytin Dalı Operasyonu” adının verilmesinin dayandığı çarpık mantaliteyi gözler önüne sermekte başka bir çabaya gerek bırakmıyor. Siyasi ihtiraslarla giriştikleri kapkaranlık kirli bir savaşı sanki ak ve hakmış gibi göstermek uğruna barışın evrensel simgesi “zeytin dalı”nı teammüden istismar ettikleri gibi, “tahkimat” teriminini de aynı amaçlarla kasten çarpıttıkları aşikar.

BM’in tek meşru ve egemen idare olarak tanıdığı Esed yönetiminin hukuki sorumluluğunda bulunan Suriye’de, Kürtlerin varolma çabasını bir tehdit olarak sunan bu zihniyetin, 2019 yılındaki seçimlere yönelik başlattıkları kampanya sırasında muhaliflerinin sesini tamamen kesecek kanlı bir malzeme olarak kurguladığı bu savaşın haklılık derecesinin “tahkimat” kelimesinin anlamını çarpıtmakla çok yakından bir ilgisi var.

Türkiye’de 7 aydır yasaklı olan Wikipedia “tahkimat” kelimesini, “savaşlarda kullanılmak üzere savunma amaçlı inşa edilmiş askeri yapıları ve binaları tanımlar,” şeklinde tarif ediyor ve ekliyor: “İnsanoğlu binlerce yıllık uygarlık tarihinde çok çeşitli şekillerde savunma amaçlı yapı inşa etmiştir. Savunma amaçlı yapılmış olan askeri yapılar çok çeşitlidir. Hisar, kale, müstahkem mevki, sur bunlardan bazılarıdır.”

Giriştiği bir kirli savaşta “tahkimat”ın anlamını bile çarpıtmak zorunda kalması sadece Erdoğan’ın zihni çarpıklığını göstermekle kalmaz, aynı zamanda bir halkın kendi toprakları üzerinde meşru müdafaa için oluşturduğu tahkimatı zorlayanların yaptığı saldırıların gayr-i meşruluğunu da ifade eder. Tıpkı haksız saldırılara “Zeytin Dalı Operasyonu” denilmesinde olduğu gibi, “tahkimat” terimini göz göre göre çarpıtmak da gayr-ı meşru eylemleri meşru gösterme çabası uğruna yılların kavramlarını istismar etmekten başka bir anlama gelmez.

2012’DEN BU YANA AFRİN’DEN TÜRKİYE’YE HANGİ TEHDİT YÖNELDİ?

Erdoğan rejiminin Afrin’e yönelik saldırganlığı, tıpkı “tahkimat” terimine yaptığı gibi, sahadaki gerçekleri çarpıtmanın bir ürünü niteliğindedir. Neticede Afrin’in Kürtler tarafından kontrol edilmesi yeni bir hikaye değildir. Hatırlanacağı gibi, diğer cephelerde zora düşen Suriye rejimi, 2012 yazında memurlarını ve askerlerini bu şehirden çekmiş ve yönetimi hiç çatışmadan PYD’ye bırakmıştı. Ancak, Esed rejiminin Afrin’le ilişkisi burada bitmemiş, 2013 Ağustos’unda Minniğ Askeri Hava Üssü Kuşatması’nın rejim güçleri aleyhine sonuçlanması üzerine Suriyeli askerler, YPG kontrolündeki Afrin’e sığınmışlardı. Hatta beraberlerinde getirdikleri birkaç tank ile çok sayıda ağır silah ve zırhlı aracı da YPG’ye terketmek zorunda kalmışlardı.

Burnunu soktuğu Suriye’deki perişan hali, Erdoğan’ın stratejik çapsızlığının en etkili turnusol kağıdı oldu. “Üç saatte alırız” deyip askeri, ne idiğü belirsiz radikal İslamcı grupların eşliğinde, Suriye gibi tüm taşlarının oynak, tüm aktörlerinin kaypak olduğu bir bataklığa sürdü. Değil 3 saat tam 35 gündür bir arpa boyu yol alamadı. Dahası Kürtlerle savaşmak için yola çıkıp onları anlaşmaya mecbur bıraktığı Esed rejiminin ekmeğine yağ sürdü.

Şöyle bir hatırlayalım: O güne kadar Erdoğan ve adamlarının toz kondurmadığı, hatta Musul’u ele geçirmelerine sessizce destek oldukları IŞİD, Kobani’yi kuşatmıştı. Obama Yönetimi’nden gelen baskıyla Türkiye toprakları üzerinden açılan yardım koridoru üzerinden Peşmerge güçleri Kobani’ye sevk edilmişti. Onların da yardımıyla, 2014 Ocak ayında IŞİD Kürtler tarafından yenilgiye uğratılmıştı. YPG’nin bu başarısından sonra, onun askeri gücüne dayanan PYD bir siyasi güç olarak haraket eder hale gelmiş, Rojava Anayasası’nı ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Afrin, Kobani ve Haseke bölgelerinde özerkliğini ilan etmişti.

Özellikle o tarihten sonra huzur bulan Afrin’in nüfusu, civar köy ve kasabalardan kaçanların sığınmasıyla 500 bine erişmiş ve bu şehir Afrin Kantonu’nun idari merkezi haline gelmişti. Geçmişte yaşanan olaylar bir yana, şayet Erdoğan’ın benimsediği çarpıtma diliyle konuşacak olursak, şimdi sorulması gereken soru şu: Kürtlerin hakim olduğu 2012 yazından bu yana Afrin’de kurulduğu söylenen o “tahkimat”lardan Türkiye’ye yönelik hangi saldırılar yapılmıştır? Bunun tek bir örneği var mıdır? Ben söyleyeyim: Yoktur.

YOLDA DOĞRU GİTMENİZ, DOĞRU YOLDA GİTTİĞİNİZİ GÖSTERMEZ!

Mealen “Cehennem ile Cennet arasında çok uzun, Cennet’le Cehennem arasında bir adımlık mesafe vardır,” şeklindeki bir İran atasözünün çağrıştırdığı gibi, iyi niyetli, doğru ve haklı bir stratejiyi takip ederken bile ölümcül taktik hatalar yapıp kendiniz ve başkaları için telafisi imkansız bir felakete yol açma riskiniz teorik olarak hep vardır. Bir insan Cennet’e doğru uzun yolculuğunda dosdoğru yürüme azmindeyken bile tek bir adımla Cehennem’e namzet olabiliyorken, baştan yanlış bir yola girmiş olanın durumunu varın sizin düşünün. Türkiye’nin Afrin konusundaki durumu fazlasıyla böyle değil mi?

Baştan ilk düğmeyi yanlış ilikledikten sonra takip eden düğmelerin doğru iliklenme ihtimali de maalesef yoktur. Türkiye’nin 20 Ocak’tan bu yana sahada doğru adımlar atmakta hassasiyet gösterildiğine dair resmi yayınlar ve resmi ağızlar aracılığıyla her gün tekrarladığı söylemlerin maalesef hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu tekrarların vurguladığı sahadaki adımların hassasiyetle atılmasının gerçek olup olmadığı bir yana, durum tam olarak geçenlerde bir arkadaşın Twitter’de paylaştığı, “Trafik kurallarına uyuyor olmanız yolda doğru gittiğinizi gösterir, doğru yolda gittiğinizi değil,” sözünü hatırlatmıyor mu?

Sahada ne yaptıklarından bağımsız olarak, Allah aşkına Türk ordusunun Suriye’de ne işi var? Türk ordusunu toplama radikal milislerle aynı karede göstermek bile başlı başına bir fecaatken onlarla birlikte aynı cepheye sürmenin savunulacak tarafı mı var? Yaşananların ışığında, ne yazık ki, ordumuzun yanlış yolda doğru gittiğini söylemek bile mümkün gözükmüyor. Neticede, Afrin kırsalında kimyasal silah kullanmaktan tutun da çocuk ve kadınların da aralarında bulunduğu sivil katliamları sıklıkla gündeme geliyor. En son veriler, operasyon boyunca 27’si çocuk, 21’i kadın olmak üzere 176 sivilin öldüğünü, 60’ı çocuk, 71’i kadın olmak üzere 484 sivilin yaralandığını gösteriyor.

BÜTÜNÜ YANLIŞ OLANIN PARÇASI DOĞRU OLMAZ

HDP milletvekili ve parti sözcüsü Ayhan Bilgen de dün benzer şeyler söylüyordu: “Bir ülkenin Suriye ile ilgili politikası bir bütün olarak yanlışsa onun içinden küçük parçaların doğru olması mümkün değil. Türkiye’nin Suriye ile ilgili politikaları 6 yıldır yanlış.” ÖSO militanlarının katlettiği sivil köylülere de atıfta bulunan Bilgen, “(Bunlar) Kürtler ile Türkler arasındaki kopuşu derinleştirecektir. Türkiye’nin uluslararası arenada savaş suçu ile anılmasına neden olacaktır,” değerlendirmesi yaptı. Bilgen’in sözlerine haksız diyebilir miyiz? Hayır, diyemeyiz. Çünkü daha şimdiden BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ABD ve Fransa gibi ülkeler Afrin saldırısı sırasında öldürülen onlarca sivili sıklıkla gündem yapar hale geldiler bile.

Her gün yaptığı siyasi parti mitinglerinde malzeme olarak hoyratça kullandığı için bir seçim yatırımı olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz bu saldırganlığıyla Erdoğan rejimi, sadece Kürtler için niyetlenmişken şimdi karşısında Esed güçlerini açıktan, İran ile Rusya’yı ve hatta ABD’yi ise zımnen buluverdi.

Türk ordusunu, yüzyıldır uzak durmayı başardığı, düşmanlıkların ve ittifak ilişkilerinin günübirlik yaşandığı, Ortadoğu cangılına iten Erdoğan, şimdilerde uluslararası bir operasyonda pek alışık olmadığımız tuhaf işlere de imza atıyor. Bir başka ülke toprakları üzerine Türkiye’nin milli güvenlik amaçlarının gereği olarak takdim ettiği adımlarını, eli kanlı radikal unsurlarla atması yetmezmiş gibi, şimdilerde yüzlerce özel harekat polisini ve Kürtlerden oluşan köy korucularını da savaş bölgesine sevkediyor. Bir benzerine daha önce rastlamadığımız bu uygulamanın askeri birliklerin yeterliliğine duyulan güvensizlikten mi, yoksa Sur, Nusaybin, Şırnak ve benzeri yerlerde şahit olunan kirli şehir savaşlarında girişilecek katliamlara ordunun mesafeli durmasından mı kaynaklandığını birilerinin izah etmesi gerekiyor.

ERDOĞAN MÜJDEYİ VERDİ: YAZ SICAK GEÇECEK!

Askerlerin hayatıyla değersiz oyuncaklar gibi oynadıkça “Başkomutanlık” işinden gittikçe daha fazla zevk aldığı gözlenen Erdoğan, yeni oyun alanlarının müjdesini vermekten de geri durmuyor. Erdoğan, “Bu yaz hem terör örgütü için hem onu destekleyenler için sıcak geçecek, öyle görünüyor. Önce Münbiç’i teröristlerden temizleyecek, ardından Fırat’ın doğusunun tamamını kendimiz ve Suriyeli kardeşlerimiz için güvenli hale getirene kadar hiç durmadan yolumuza devam edeceğiz,” diyedursun, bölgedeki gelişmeleri yakından takip edenler bile önümüzdeki günlerin ne tür sürprizlere gebe olduğunu tahmin etmekte yetersiz kaldıklarını söylüyor.

Ancak, görünen köy kılavuza gerek bırakmıyor. Türk ordusu ve Türkiye, hırs körü Erdoğan’ın siyasi ihtiraslarının peşinde, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan, her türlü manipülasyona açık bir tavla masası üzerinde oynanan kuralsız bir satrançta bir adım ötesinden ilerisini göremeyen bir piyon rolünde bulunuyor. Oyunun sonunda, bugün büyük alkış ve tezahüratlar eşliğinde atılan hesapsız her adımın ülkenin milli menfaatleri dışında her şeye yaradığını görürsek kimse şaşırmasın.

Ferasetsiz, basiretsiz, öngörüsüz tüm hesapları Afrin’e giren bir avuç Esed yanlısı silahlı güç tarafından alt üst edilince, mumunun yatsıya kadar yanmayacağını bildiği halde, panik içerisinde dört elle yalanlara sarılan Erdoğan, bakalım bu yalan ve propagandayla gemisini daha ne kadar sürdürecek? Bakalım bu süre zarfında, kılavuzu karga olanlar misali, ordunun ve ülkenin burnunu daha ne kadar pisliğe sokacak? Gerçek şu ki, Erdoğan’ın kör hırslarının peşinde sürüklenen ordunun gayr-i meşru hamleleri, başından beri kontrolden çıkan kentlerde bile memurlarının maaşlarını ödemeye devam eden, Suriye rejiminin bu bölgelerde kaybettiği kontrolü yeniden inşasından başka bir işe yaramayacak.

Sahadaki gelişmeleri yakından takip eden Fehim Taştekin, Esed güçlerinin Afrin’de topa girmesinin sonuçlarını analiz ettiği yazısında, son durumun Suriye açısından değerlendirmesini şöyle yapıyor: “(Esed rejimi) Kürtlerle daha sert bir sürece hazırlanırken Türkiye’nin Afrin’e girmesi beklenmedik hızda yakınlaşmanın önünü açtı. Ayrıca YPG’nin Afrin’e güç kaydırması nedeniyle güçsüz kaldığı Halep’teki mahalleler de hükümet güçlerinin kontrolüne geçti. 2016’da cihatçı gruplar Doğu Halep’ten çıkartılırken YPG’nin kontrolü ele aldığı Hulluk, Ayn el Tel, Haydariye ve Bustan el Paşa Kürt bölgesi, Şeyh Maksud da hükümet güçlerine devredildi. Bu da Suriye yönetiminin ummadığı bir ödül sayılır.” Yani gelinen durum tam da “Mehmetçik Esed için savaşacak” dediğimiz önceki bazı yazılarımızda anlattığımız gibi.

ESED’DEN GÜÇ VE NİYET YOKLAMASI AMAÇLI PEŞREVLER…

Bu noktada, diplomasi kökenli CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz’ın, Esed ordusunun Afrin kent merkezine girmesi ve buradaki PYD ve YPG unsurlarının kentten ayrılarak kentin kontrolünü bunlara bırakmasını öngören bir plan üzerinde çalıştıklarına dair sözlerini de bir yerlere not edelim. Bunun Türkiye’yi 7 yıldır doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçındığı Esed ordusu ile Afrin’de karşı karşıya bırakacağını tahmin etmek için ne stratejist ne de müneccim olmak gerekiyor.

Erdoğan, Esed rejiminin şimdilik gayr-i resmi milis gücü kılığında gönderdiği güçleri bombaladıkça bir zafer havası yaymayı başarabiliyor. Oysa güç ve niyet yoklaması niteliğindeki bu peşrevden sonra, uluslararası hukuk ve meşruiyet açısından hala o toprakların tek egemen yönetimi olan Esed rejiminin, özellikle Rusya’nın yeşil ışığı, İran’ın desteğiyle bölgeye doğrudan takviyede bulunmasının önünde herhangi bir engel bulunmuyor. Böyle bir durumda ise, Kürtlere niyetlenen Erdoğan’ın batağa iteklediği Türk ordusunun kısmetine İran ve Rusya destekli Esed ordusu çıkmış olacak. Böyle bir durumda ne mi olur? Ne olacak, ordumuz sürüldükleri bu bataklıkta ya küçük zaferlerle, küçük hezimetlerle uzun süre debelenip durur ya da başı eğik bir ricata mahkum olur.

Umarım, Başbakan Binali Yıldırım’ın sadece önemsiz parçalarını yapabildiğimizi itiraf ettiği “yerli ve milli” tank üretimimizde Erdoğan’ın vaat ettiği insansız tank üretme kapasitesine bu felaket kapımızı çalmadan önce zıplayabiliriz. Bunca felaketin ortasında Erdoğan’ın bu kuru sıkı vaatleri, tıpkı diğer pek çok palavrası gibi, yalan da olsa kulağa çok hoş geliyor değil mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Turkiyenin guclenmesini, halkiyla beraber dunyada hak adina bir muvaze unsuru olmasini istemeyenlerin tam arzu ettigi bir hal.
    Yalanla dolmusa gelen bir halk, harcanan enerji, bos hedeflerin pesinde kaybedilen zaman, yitirilen itibar, guven.
    Turkiyenin dusmanlari ne kadar ugrassalar boyle bir sekillendirme yapamazlardi. Belki de yaptilar?
    Bu durum, makro planda bir musibet. Musibet zamani ne yapilmasi gerekiyor ise tum halk bunun idrakine varana kadar bu hal devam edecek gibi.
    Allah yakin zamanda akil, izan nasip etsin insaallah.

  2. Şu anda Türkiye’de HDP haricinde Ak Parti karşıtı ne kadar parti-kuruluş-kişi varsa, CHP, İYİ Parti, Fazilet Partisi gibi, bunlar Ak Partiyi birçok konuda en ağır biçimde eleştiriyorlar ancak Afrin operasyonuna destek veriyorlar. Siz bu yazınızla Türkiye devletinin ve Türk milletinin bir parçası olmadığınızı kanıtlamış oluyorsunuz.

  3. Sayın Fatih’e!

    “Ümmetim asla yanlış bir hüküm üzerinde ittifak etmeyecektir.” Buhârî
    İttihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizâc-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, marifetin şuâ-ı elektriğiyle olur.
    Münâzarât
    Yani batıl üzerinde oy birliği olmayacaktır. Ekseriyet yanılsa bile bir grup bunun yanlış olduğunu söyleyecektir.

    Herkesin aynı şeyi söylemesi değil, mantık çerçevesinde degerlendirilip sonuçlarının öngörülmesi gerekir. Yani Türk ordusunun Esed rejimi için savaştığı bir gerçektir. Tarafgirliğinizi bırakıp vicdanınız ile hareket ederseniz belki siz de hak verirsiniz. Son olarak kimin Türk kimin müslüman olduğundan ziyade bir ailenin bekası için devletini satanlardan değiliz Elhamdülillah. Biz de yandaş olup kupon arazi, ihale alırdık ama ahiretimizi dünyaya satmayıp hakkı savunabilecek kadar inançlı insanlarız. Sonuç olarak cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil. Bir mahkeme i kübraya bırakılıyor diye inanıyoruz.

    • Türk ordusu esed rejimi için savaşmıyor. Güney sınırımızda bir PKK devletinin kurulmasını engellemek için çalışıyor. ABD istihbaratı bile YPG’nin PKK uzantısı olduğunu raporunda belirtmiştir. PKK’nın amacı Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan toprak kopararak kendi devletini kurmaktır. Bu sadece Abdullah ÖCALAN’ın değil, ABD ve İsrail’in de hayalidir. Kurulacak uydu devletle ortadoğuyu kendi çıkarlarına (özellikle petrol ve doğalgaz) göre şekillendirmek istiyorlar.

      Mantık diyorsan işte sana mantık.

  4. Cevap şuydu herkes yanlış bile olsa bir grup çıkıp bu yanlıştır diyecektir. savaşa chp mhp herkes evet dese dahi savaşın yanlış olduğu ortada. İçerde pkk varken, bombacı işidciler tutuksuz yargılanırken, dışardaki suriyede kurulacak devletten bize ne? Suriyenin topraklarından bize ne? Madem ypg bir tehditti, daha düne kadar kolkola işler yaparken ypg elebaşısı ankarada ağırlanırken noldu da döndünüz? Süleyman Şah Türbesini ypg yardımıyla taşımadınız mı? Hadi savaştık yendik diyelim kime bırakacaksın ordaki toprakları? İşid artığı Ösoya mı sivilleri katleden? Seve seve suriyeye geri verilecek o topraklar, ölen askerlerimiz, kaybedilen helikopterler silahlar da yanına kalacak.
    Her batırılan işte yeni bir tüy dike dike ağaç yaptınız bu günlere geldik. Yanlış yanlışla kapatılmaz. Bu kafayla ülkeyi de bu zihniyet bölecek.

    • Benim hükümeti desteklediğim falan yok. YPG en başından beri tehditti ama hükümet bunu göremedi, daha sonra birileri onlara anlattı muhtemelen. Bu toprakların Suriye rejimine bırakılmasında sakınca yoktur, zaten onların toprakları. En başından beri onlarındı, Suriye’deki savaş hiç başlamamalıydı. Kendiniz demişsiniz, içerde PKK varken, peki Suriye’de kurulacak bir PKK devletinin içerdeki PKK’ya can suyu olacağını göremiyor musunuz? Şu anda bile YPG’nin elindeki silahlar PKK’ya geçiyor. Suriye’nin topraklarından bize ne demişsiniz, o savunduğunuz ABD binlerce km öteden gelip Suriye’ye müdahale ediyor, bizimse en büyük sınır komşumuz Suriye, nasıl ilgilendirmez bizi?

    • Ha bir de ABD sözde ışid le mücadele ediyor, açıklasınlar bakalım nasıl bir mücadeleymiş bu. Mesela son bir ayda kaç ışidçi öldürmüşler ya da öldürmüşler mi? TSK hergün kaç pkk’lıyı öldürdüğünü açıklıyor. Bence ABD ışidle mücadele falan etmiyor, onu yaralı bir hayvan gibi orada tutuyor. Çünkü ışid bittiği zaman ABD’nin orada kalması için bir bahane kalmayacak. Peki ABD’nin asıl amacı ne? Hem enerji yataklarını kontrol etmek, hem de ortadoğuda hakimeyet sağlamak için kendi kontrolünde bir pkk devleti kurmak.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin