Yalandan uzak durmak gerek

YORUM | SÜLEYMAN SARGIN

Merhum Mehmet Akif, 1918 yılında kaleme aldığı ve bugün bile tazeliğini koruyan “Umar mıydın” başlıklı sitemkâr şiirinde Müslümanların hâl-i pürmelâlini tasvir etmişti. O şaheseri okurken bugün de değişen bir şey olmadığını görmek insanı kahrediyor.

Dertli şair,

“Vefa yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bî medlûl;

Yalan râiç, hıyanet mültezem her yerde, hak meçhul…”

ifadeleriyle toplum içinde baş gösteren vefasızlıktan, verdiği sözde durmamaktan, insanlar arasında güvenin kaybolmasından, ihanetten dem vurduğu kadar, yalanın revaç bulmasından da dert yanıyordu.

Yalan, günümüz Müslümanlarının en önemli problemlerinden biri. O kadar çok kolay söyleniyor, söyleyenler o kadar pervasız davranıyor ki yapılanları imanla, İslam’la ve dinin esası sayılan ahlakla telif etmek mümkün değil. Ve bu hastalık maalesef sadece siyasetçi esnafıyla ya da siyasallaşmış Müslümanlarla sınırlı değil. Her mahallede, her camiada çok kolay yalan söyleyen ve söylerken yüzü bile kızarmayan tipleri görmek mümkün. Hâlbuki yalan, hem Kur’an’da hem hadislerde küfrün en önemli esası, nifakın en bariz alâmeti olarak tarif ediliyor. Allah’ın bildiğine muhalif iddiada bulunmakla eş tutuluyor.

Sözgelimi, Efendimiz’in bütün beyanlarında münafıkların ilk özelliği olarak “konuştuğu zaman yalan söylemeleri” zikrediliyor. Çünkü münafıklar hem kolay hem de sürekli yalan söylerler. İmanları olmadığı halde “inanıyoruz” demeleri onların en büyük yalanıdır. Bu ilk düğme yanlış iliklenince kalan bütün eğriler doğru, doğrular eğri görünmeye başlıyor.

Bakara Sûresi 10. Ayet de münafıklardan bahsederken onların “yalancılıklarına” vurgu yapıyor.  Yalanı “lafz-ı kâfir” olarak tanımlayan Bediüzzaman Hazretleri İşârâtü’l-İ’câz’da âyet-i kerimeyi yorumlarken yalanın çirkinliğini şu ağır ifadelerle vurguluyor: “Münafıkların azaplarının, zikredilen pek çok cinayetlerine rağmen yalnızca kizb (yalan söylemek) ile vasıflandırılması kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işaret içindir. Bu işaret dahi kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şâhid-i sadıktır. Zira;

Kizb, (yalan) küfrün esasıdır…

Kizb, nifakın birinci alametidir…

Kizb, kudret-i ilahiyeye bir iftiradır…

Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıddır…

Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizptir…

Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizptir…

Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbtir…

Nev’i beşeri kemâlattan geri bırakan, kizptir…

Müseyleme-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsvay eden, kizbtir…

Yalan dünyada da ahirette de azap vesilesi

Bahsimize konu âyet-i kerime münafıkların yalancılıklarından ötürü elim bir azaba müstehak olduklarını haber veriyor. Bu azap sadece uhrevi bir azap değildir. Yalancı, dünyada da her dem azaptadır. Yalancılık kendisinde karakter haline gelmiş insanlar hayatı iğneli bir beşikte yatıyor gibi yaşarlar. Mumları yatsıya kadar ancak dayanabileceği için her an yalanlanma endişesi taşırlar. Bir önceki yalanlarını yeni başka yalanlarla örtbas etme telaşına girerler. Derken kendilerini iflah olmaz bir kısır döngünün içinde hapsolmuş bulurlar. Gerçi bir süre sonra bu da bir alışkanlık olur ve o azap git gide bir çeşit tatlılığa döner, sahibini kaşındırmaya bile başlar. Bununla beraber bu kaşınmanın tadı uyuz hastalığının kaşıntıları gibi kanatan, boğucu elemlerle karışık bir tattır.

Yalan alışkanlığının ahiretteki karşılığı ise büsbütün dehşet vericidir. Çünkü yalan söyleye söyleye kalbin etrafını, yalanlardan oluşan bir zift kaplar. Ruh artık bununla gelişir. Ruhi hayat bir kuruntular âlemi halini alır ve bir bataklığa döner. Hak nuru oraya ara sıra yanardöner bir yıldız böceği gibi gelir. Haramlar, günahlar böyle bir kalp sahibini rahatsız etmemeye başlar. Gözleri, kulakları faydayı-zararı, hayır ve şerri seçemez olur. Kâr diye, zarara koşar; iyilik diye, şerre koşar. Cenneti ateş görür kaçar, ateşi cennet sanır, atılır.  Derken Hakk’ın rahmeti ile yalancının arasına kalın bir sur çekilir. İşte insanın farkına varmadan nifak derekesine düştüğü yer tam da burasıdır. “Mü’minlerle münafıkların arasına bir duvar çekilir. Onun bir kapısı vardır; içerisi rahmet, dış tarafı azaptır.” (Hadîd/13) ayeti gereğince yalancı, duvarın azap tarafında kalır ve rahmetten nasibi tamamen kesilir.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yalanın insanı nasıl bir bataklığa sürüklediğini şu ürperten ifadelerle anlatır: “Yalandan sakınınız. Yalan insanı fücûra, bataklığa, o da cehenneme ulaştırır. Bir insan, kendini bir kere yalana kaptırdı mı, daima yalan söyler, neticede Allah katında “yalancı” olarak yazılır…”

Yalanın insanı sürüklediği “fücûr” her türlü sapık düşünce, sapıkça söz ve sapıkça davranışa ana başlık olabilecek bir kelimedir ve adeta bir cehennem çekirdeği gibidir. Yalanı meslek haline getirmiş insan her türlü kötülüğe ve sapıklığa da müsait duruma gelmiştir. Böyle birinin varacağı yer de nihayetinde cehennemdir.

Muhatabını kandırdığını, aldattığını, günü birlik yalanlarla avuttuğunu zanneden karakter yoksunu yalancıları ise hadis-i şerif mübalağa sıygası ile “kezzâb” olarak nitelendiriyor. Allah Resûlü (aleyhi’s-salâtü ve’s-selam) yalancıyı anlatırken tercih ettiği bu kelime ile tabiatı yalanla bütünleşmiş profesyonel münafıklara vurgu yapıyor.

İnsan hadisin ifadesiyle “Ya hayır konuşmalı veya susmalıdır.” Çünkü konuşurken, söylenilen her sözün doğru olması, imanımızın gereğidir. Dine hizmeti gaye haline getirmiş insanlar Muhterem Hocaefendi’nin “Yalanın hiçbir çeşidiyle dine hizmet edilmez; edilemez!” uyarısını kulaklarına küpe yapmalılar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin