Uyanmak istediğimiz 25 Haziran

Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Çok şey yazıldı, çok yorum yapıldı. Tüm kısıtlamalara, sınırlamalara, engellemelere ve adaletsizliğe karşın, sanki ülke normalmiş gibi, bol nutuklu, mantıklı-mantıksız vaatlerle dolu, retorik cambazlıklar ve potansiyel seçmen kitlesini kendine bağlayıcı kimliksel stratejiler üzerinden gerçekleşen bir seçim ortamıydı. Bu ortamın en bariz kazananı Erdoğan ve rejimi oldu. Çünkü dünyaya “Türkiye’de demokrasi var” mesajı vermeyi başardı. Dünyanın algısını demokrasisi tümüyle çökmüş, anayasal olmayan bir rejim ve katledilerek ortadan kaldırılan hukuk devletinden, bir tür hibrit rejime doğru çekmeyi başardılar. Aynı zamanda iç siyasette “gaz alarak”, dikkatleri örneğin ABD’li rahipten, Mehmet-Ahmet Altan kardeşlerin ve diğer gazeteci-yazarların dramından veya Meriç’i geçmek isterken ölen zavallı kurbanlardan çekip, “işte umut var, çünkü sistem işlemekte” mesajı verdiler. Bu, Erdoğan rejimi için önemli bir soluk alma fırsatıydı.

Ben başından beri bu seçimlere inanmadım. Rejimin yargıyı parmağında oynattığı, anayasal devlet mimarisinin ortadan kalktığı, güçler ayrılığı ve hukuk devletinin olmadığı keyfi bir yönetimin OHAL ortamında adil ve özgür bir seçim yapılamayacağını ben söylemiyorum, tüm siyaset bilimi literatürü söylüyor. Dolayısıyla, Türkiye’de yaşanan anomalinin, seçimler vasıtasıyla düzelmeyeceği konusundaki kanaatim, bu işin teorisine ve ampirik gözlemlerine dayanıyor.

Epey bir sayıda yazı yazdım ve düşüncelerimi okurlarla paylaşmaya çabaladım. Elbette ki amacım insanların umudunu kırmak ve “boş verin, oy kullansanız da bir şey değişmeyecek” mesajı vermek değildi. Yaşanan “demokrasi oyunu” vodviline rağmen, seçimlerin yine de olumlu olduğunu düşünüyordum, hala da öyle düşünüyorum. En azından muhalefetin algılarını görme şansımız oldu. Bu arada, Muharrem İnce’nin çok başarılı bir performans verdiğini gözlemledim. Elbette İnce “çivi çiviyi söker” prensibine uygun, belagati ve hazırcevaplığı ile Erdoğan’ın çok üzerinde olan siyasi zekasıyla, profil kazandı ve sanırım oylarını yüzde 25-30 bandı arasında bir yerlere (belki de biraz daha fazlası bile olabilir) yükseltti. Akşener de merkez sağ ve milliyetçi oyları sanırım bir yüzde 8-11 bandına kadar ilerletti. Demirtaş’ın da yüzde 10-11 civarı bir oy alma potansiyeli var. HDP’ye gidecek oylar CHP’nin izlediği strateji göz önünde bulundurulursa, bu orandan biraz daha yüksek olabilir ve HDP meclise girmeyi başarabilir. Ancak artık TBMM’nin fiilen işlevsiz bir göstermelik meclise indirgeneceği hesaba katılmalı. Ama ben zaten milletvekilliği seçimleriyle ilgilenmiyorum. Çünkü yeni sistem başkanlık sistemidir ve hem de bu, güçler birliğine dayanan, neredeyse monarşik bir mutlak gücü çağrıştıran asimetrik bir yürütme erkinin cumhurbaşkanlığı makamı altında toplandığı garip bir alaturka yapıdır. Yukarıdaki oy oranları bazında baktığımızda, Millet ittifakı artı Demirtaş oyları toplamının yüzde 50’yi geçme olasılığı – kıl payı da olsa – vardır. Bu, normal koşullarda Erdoğan’a gidecek oylar toplamının da tabiatıyla yüzde 50’nin altında olacağı sonucunu beraberinde getiriyor.

Yukarıdaki paragrafın sonuç cümlesi olan son cümlede en kritik kavram, “normal koşullarda” ifadesidir. Hemen taşı gediğine koyalım ve sorumuzu soralım o halde: bu seçimler “normal koşullarda” mı gerçekleşti? Ekleyelim hatta: “medya özgürlüğü, finansal olanaklar bazındaki oran, hapisteki muhalifler, gazeteciler, üniversite hocaları, adaylardan biri olan Selahattin Demirtaş’ın cezaevindeki siyasi tutukluluğu vs.” gibi faktörler çerçevesinde ele aldığımızda, “normal koşulların” varlığından ne kadar söz edebiliriz? Daha da önemlisi “OHAL” rejimi” ile “normal koşullar” ifadesi yan yana aynı cümlede kullanılabilir mi? Türkiye’deki siyasi ortama pek çok isim verebilir, onun için pek çok sıfat kullanabiliriz. Ama sanırım kullanmamızın en zor olacak olanı, “normal koşullar” ifadesidir.

Rejimin dilini reddetmeyen hiçbir yapı rejimden ayrılamaz

Birbirimizi kandırmayalım. Dahası, kendimizi kandırmayalım. Türkiye’deki seçimler, rejimi değiştirmeyecek. Çünkü var olan rejim, sadece Erdoğan ve AKP’nin rejimi değil! Zaten MHP bu rejime Erdoğan’a destek olma bağlamında AKP’den farksız olarak destek veriyor. Ama Akşener partisi ve CHP ve onun adayı İnce de dâhil olmak üzere, muhalefet de rejimin değirmenine su taşıyor! Rejimin diskuru, yani kullanılan söylem ve dil, daha önce tarafımdan başka yazılarda ayrıntılı olarak ele alınmıştı. Hep şunu söyledim o yazılarda özetle: Rejimin dilini reddetmeyen hiçbir yapı, iktidardan (rejimden) ayrılamaz. Dolayısıyla 15 Temmuz meselesi, “FETÖ” söylemi, Kürt meselesi gibi temel politik mevzularda Erdoğan ve AKP-MHP ile Millet İttifakı (CHP, İyi Parti ve diğer ufak paydaş kısım) aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyor. Kimin daha fazla “FETÖ’cü” olduğu üzerinden yürütülen çekişmede, Erdoğan kadar İnce ve Akşener’in de ne kadar “demokrat” ve “hukuka bağlı” söylemleri tercih ettiklerini hepimiz gördük! Yani, mesele Erdoğan’ın gitmesi değil. Bu görüşlerimi bir önceki yazımda senaryolar çerçevesinde incelemeye çalışmıştım. Yani 25 Haziran’da uyanacağımız Türkiye’de – olasılık çok az olmakla birlikte – mucize kabilinden bir cumhurbaşkanı değişimi gerçekleşse bile, bu Türkiye’nin – en azından seri adımlarla – demokratikleşmesine kapıyı aralayamayacak. Erdoğan’ın gitmesi iyi olur mu? Tebessüm ediyorum sadece! Elbette iyi olur! Çünkü Erdoğan, çevresi ile beraberce, yolsuzluklar ve adaletsizlikler rejiminin baş müsebbibidir. Elbette iktidardan düşmesi, mağdurlar bakımından – bu satırların KHK ile hain ilan edilmiş, türlü mezalime uğratılmış yazarı da dâhil – son derece sevindirici olur. Çünkü Erdoğan ve taifesi için – ve onlarla beraber anayasaya ihanet eden kamu görevlileri için – iktidardan düşmek, yargılanmak anlamına gelecek! Onları yargılayacak mahkemeler de yürütme güdümünde olan mahkemeler olacağından, Erdoğan mağdurlarına rüsva görülen muamele, Erdoğan ve ekibine de yapılacak. Bunu Erdoğan ve çevresinin kuzu-kuzu kabulleneceğini beklemek ve demokrasicilik oyunu oynayarak kafayı kuma gömmek, sanırım çok naif bir tutum olurdu. Fakat bu ikincil bir konu. Birincil önemi haiz olan, kadrosal değişikliklerin kısa vadede rejimsel değişiklikleri sağlamayacağı gerçeği. İnce gelse de, Akşener gelse de, kendilerinin Erdoğan’dan daha “anti-FETÖ’cü” olduğunu ispat etmek durumunda kalacaklar. Derin devlet gerçeği bunu gerektiriyor.

Cumartesi annelerinin kayıp evlatlarını bulun!

Derin devlet için ampirik kanıt arayanlar, Cumartesi annelerinin kayıp evlatlarını bulsun! Onsan sonra kanıt sorsunlar! Ya da Çözüm Süreci’nden vazgeçen ve şahinleşen Erdoğan’ın bu kararı almasındaki etkenleri, rasyonel-ampirik metotlarla açıklasınlar! Ya da, Ergenekon ve diğer darbe davalarının sanıklarının nasıl olup da içerden çıkarıldıklarını, o da yetmiyorsa 28 Şubat’tan mahkûm olanların ceza kararlarına karşın neden cezaevine girmekten muaf tutulduklarını izah etsinler! Başka bir değişle, derin devlet bir vakadır. Erdoğan’ın arkasında o yapı olmasa, Erdoğan ve taifesi iktidarda beş dakika duramazlardı! Meral Akşener’in partisinde olan kilit isimler, CHP’deki ulusalcılar, MHP’nin katıksız Erdoğan desteği, derin yapıdan bağımsız sadece anlamsız tesadüfler olarak izah edilebiliyor mu? Bu soruya ediliyor diyenler, bu yazıyı da okumaya devam etmesin! Çünkü boşa zaman kaybı olduğu aşikârdır! Ama Türkiye siyasetini takip edenler – bunu karşılaştırmalı olarak yapanlar – Türkiye’de satıh altı iktidar mücadelelerinin, özellikle ordu dâhilinde ve ordu-siyaset ilişkileri dinamikleri içinde her zaman belirleyici bir etkiye sahip ola geldiklerini görecek, itiraf edecektir.

Bu seçimlerde Erdoğan, ancak bu derin yapı gitmesinde fayda görüyorsa gider. Gördüğüm kadarıyla, Erdoğan ve derin yapı ittifakı gayet güzel yürüyor. Çünkü Erdoğan Türkiye’yi NATO’dan ve Batı’dan gayet seri adımlarla koparıyor. Hatta ekonomik kriz ve sonucu olacak yakıcı fakirleşme de bir tür Batı düşmanlığına ve Türkiye’nin Rusyacı Avrasya jeopolitiğine kaymasına bir tür manivela teşkil edebilir. Ez cümle, Erdoğan hala işlevlerini fevkalade yerine getirmekte. Denileni yapan, bunu da kitlelere çok güzel lanse eden bir tür Pinokyo. Kaldı ki, Erdoğan da sanırım pazarlıklarını ona göre yapmış olacak, sistemi kontrol edebilme bakımından etkin görünüyor. YSK ve yüksek yargı, yargı, polis, istihbarat, kısmen de askeriyede etkin denebilir. Yani derin yapı ile bir simbiyoz var. Karşılıklı bağımlılık da denebilir. Eğer bu karşılıklı bağımlılık sürmekteyse, Erdoğan galip ilan edilir zaten. Yok, Erdoğan miadını doldurdu kanaati söz konusuysa, derin yapı kendine yeni bir partner bulabilir. Bu bağlamda İnce de Akşener de son derece uygun profiller.

Demirtaş’a gelince…

İkinci tura kalınırsa, Erdoğan dışındaki adaya destek olunması ifadesine ben inanmıyorum. Kürtler, bir merkezden aldıkları direktifle mesela Akşener’e oy atmayacak kadar siyasileşmiş bir millet çünkü. Sonuçta onların ağzı, bugün bizim ağzımızı yakan çorbadan çok daha önce yandı. Dolayısıyla yoğurdu üfleyerek yemeye alışkınlar. Kendilerine öteki diye bakan ya da bayramda boncuk dağıtan türden siyasilere/ideolojilere pabuç bırakmazlar.

Bu bağlamda, gelelim esas tahmine: Erdoğan için ikinci tur diye bir şey olamaz. İkinci tur kaybetme riski demek. Yani oy olarak. Ama bunun yanında, derin yapının “bunun miadı dolmuş, desteği eriyor” algısı bağlamında da! Yani Erdoğan numarasını birinci turda yapacak. Sihirbaz tavşanı şapkadan birinci turda çıkartmak zorunda. Alışık olduğumuz sözleri söyledikten sonra tabi: “abrakadabra!”. Bu söz, son yıllarda Türkiye’de olan her şeyden önce kulaklarımızda çınlayan ünlü söz değil mi zaten!

Son not: Tüm kalbimle, bu yazıda yazılan tüm analizlerin yanlış çıkmasını, seçimlerin gerçektende zulmün bitmesiyle, demokrasi ve hukuka dönüşle sonuçlanmasını, barış-hoşgörü-adalet içinde bir seçim gerçekleşmesini diliyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Degerli yazar, sebepler dairesinden baktigimizda, zalim fikir hurriyeti, ozgurlugu sumurup,kullanarak isleyen bir sistemin basina gecer ve istemi islemez kendisine karsi rakip uretemez hale getirir. Bu sebepler dairesi ancak bir de Allah’in Kudret dairesi var ki, firavun gibi onunde durulmaz bir zalimi, ordusuyla beraber kendi ayaklariyla yuruyerek kaderlerinin tecelli edecegi yere goturur…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin