Uluslararası hukuka direnen yargı düzelir mi?

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

“Yargı bağımsızlığı” noktasında dip yapan Türkiye’de artık mahkemeler, uluslararası yargı kararlarını da yok saymaya başladı.

Erdoğan yargısı varken BM Kararı da ne oluyormuş! başlıklı yazımızda, MİT marifeti ile Malezya’da kaçırılan 2 eğitimcinin yargılandığı davalarda mahkeme başkanının BM Kararı’nı nasıl görmezden gelmeye çalıştığını irdelemiştik.

Eğitimci İsmet Özçelik’in duruşması 04 Temmuz’a ertelenmişti. Sanık Özçelik’in ailesinden aldığım bilgiye göre, geçtiğimiz Perşembe günkü duruşmaya polis zoruyla getirilen bir tanık dinlendi. 27 Haziran’daki duruşmaya çağrılmasına rağmen gelmeyen, ancak son yapılan duruşmaya polis eşliğinde çıkarılan ‘tanık’ “Ben İsmet Özçelik ile 2008’den sonra görüşmedim” ifadesini kullanmış. O tarihten önce sanığın öğrencilere burs ayarladığını duyduğunu aktarmış!

BM Mahkemelerine konu olan İsmet Özçelik’in, bu kadar zaman süren yargılamasında şu ana kadar elde edilebilen tek delil bu olmuş oldu: “Sanığın öğrencilerine burs ayarladığını duyduğunu” iddia eden bir tanık! Diğer tanıkların hepsi ifadelerinden vazgeçmişti. Bu sanık da vazgeçse de mahkemeye zorla getirilip kendisinden böyle üstünkörü bir ifade alınmış vaziyette…

Mütaalasına başvurulan duruşma savcısı da Özçelik için “örgüt üyeliği ve terör propagandasından” ceza istemiş, eldeki bu son dakika deliline de istinaden… Ve duruşma 25 Temmuz’a ertelenmiş. “15 Temmuz” goygoyunun akabinde nasıl bir kararının çıkacağını tahmin etmek zor değil!

Duruşma sonrası sosyal medyada duygularını paylaşan İsmet Özçelik’in oğlu Suat Özçelik:

“Daha dün ifadelerini geri çeken tanıklardan birisi aleyhte ifade vermiş. Allah’ın adaletine güveniyorum. Ahirette bu durumu yaşatanlardan alacağım bütün haklarımı Rabbim bu ahlaksız adamları cezasız bırakmasın inşallah!” diyordu.

Bu devam eden yargılama bağlamında yargının durumunu kendisine özelden sordum oğul Özçelik’in sözleri çok kayda değer:

“Türkiye’de yargı; önündeki dosyaya göre değil, aldığı talimata göre işliyor kanaatimce. Savunma makamının gayretleri veya masumiyeti pek de önemli değil. İnsanlara tanıklık yaptırılarak cezalar kesiliyor. Eldeki tek somut dedikleri delilleri tanık. O tanığın da direk ilişkisini açıklayacak hiçbir delil yok. Sadece ifadeler.

Somut delil ortaya koymadan en güçlü delili bu tek tanıklık üzerine kuruyor mahkeme…”

Babasının son duruşmasına dair umudunu halen yitirmediğine dair de:

’’Daha dava sonuçlanmadı halen verilecek olan adil bir kararın ümidini yaşıyorum.” ifadelerini kullandı.

YARGININ ÜRKEKLİĞİ…

“Erdoğan yargısı”nın AİHM konusundaki ikircikli durumları da (Demirtaş davasındaki gibi) ortada… Acaba yargı, gerçekten buna böyle inandığı için bu şekilde konum alıyor, yoksa bazı endişelerle ve kaygılarla mı hareket ediyor..?

Sorunun cevabı belki de şu İstanbul seçiminin iptaline karşı çıkan YSK üyesinin eşine ‘tayin başlıklı haberde gizli! Malum, son dönemlerin en flaş gündemi İBB seçimleri idi. E. İmamoğlu’nun 31 Mart’ta kazandığı seçim –adeta bir yargı darbe ile- YSK kararı ile iptal edilmişti.

YSK, 4’e karşı 7 oyla iptal ederken, İstanbul seçiminin iptal edilmemesi yönünde oy kullanan dört YSK üyesinden biri de kıdemli hâkim Kürşat Hamurcu idi ve onun eşi Şahizer Hamurcu, talep etmediği halde başka bir mahkemeye atanmış bu hengamede!

Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yaz kararnamesiyle Şahizer hakimin Urla hâkimliğinden, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi üyeliğine atanması ‘terfi‘ gibi görünse de teammüllere göre öyle olmadığı, görev değişikliğinin ‘terfi‘ olabilmesi için teamülen, kişinin talep etmesi gerektiği bilinir… Ki bilen bilir, böyle bir dönemde bu tayinin ne demek olduğunu!..

Hamurcu ailesinin başına gelenler en hafifi… Bundan önce (şu son 4-5 yıl içinde) muhalif kararlar verdikleri ya da verebilecek durumda oldukları için yargı mensuplarının başına neler geldiğini dünya gördü! (Bunu hakkel yakin yaşamışlardan birisi olarak bunları kaleme almaktayım.)

Geçen hafta Türk yargısının dip yaptığı noktalardan idi ve bu durumu Türkiye’nin ‘Black Friday’i: AYM, Yücel, Akşener, MİT TIRları’ başlıklı yazımızda değerlendirmiştik. Aynı güne sıkıştırılan yargı skandallarından birisi de; Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) sitesinde Cemaat davalarında verilecek cezaların baştan tarifelere tabi tutulması idi. Zaten Adalet Bakanlığı ve HSK’nın da mahkemelere gönderdiği talimatlarda “Cemaat davalarında karar verirken merkeze sorma” şartı da vardı. (Bu skandal da kamuoyuna yansımış ama yeterince yer bulamamıştı.)

Şimdi, AYM’de “yargı bağımsızlığı”nı yok eden böyle talimatlar olduğu yerde AYM’de ve yerel mahkemelerde aykırı kararlar vermesi söz konusu olabilir mi ki?!

İşin aslı şu ki bu şablonlar, merkezden AYM’ye dayatılan bir tarife. AYM’nin 2 üyesi halen hapiste, hatta AİHM’nin kararına rağmen… Hapisteki AYM üyesi Alparslan Altan’ın oğlu Eren’in hastalığına ve ailesinin o kadar mağduriyetine rağmen… Üyesine sahip çıkamayan AYM’nin böyle bir şablon dayatmasına direnememesi normal (!)

Peki yargı bu kadar baskı altında iken ve bağımsız karar verebilmenin her geçen gün neredeyse imkansız hale geldiği Türkiye’de, yargının bu serbest düşüşünü frenlemek için nereden başlamalı..? Bu konuda bir teatide bulunalım derim.

İÇ HUKUKUN İŞLEYİŞİ..?

Türkiye’de yargı bağımsızlığının, adil yargılamanın bittiğinin en bariz göstergesi;

Mahkemelerin Anayasa Mahkemesi ve de AİHM tarafından verilmiş ihlal kararlarına uymakta direnç göstermiş olmalarıdır. (Bunun son halkası da BM Kararı’na karşı olan “BM de ne oluyormuş!” tavrıdır!)

Hatırlarsınız, Anayasa Mahkemesi’nin gazeteciler Mehmet Altan ve Şahin Alpay ile ilgili “hak ihlali kararı”, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından gözardı edilmiş ve adı geçen gazeteciler tahliye edilmemişlerdi.

Yine HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu konusunda AİHM tarafından hak ihlali kararı verilmiş, bu karara ilişkin Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” demişti. Bu açıklamanın ardından mahkeme Selahattin Demirtaş’ın tahliye talebini reddetmiş, bu arada İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, Demirtaş hakkındaki bir başka dosyanın istinaf incelemesini öne alarak, Demirtaş hakkındaki cezayı jet hızıyla onamış ve bu şekilde siyasi iradenin istediği yönde Demirtaş’ın tahliye yolu kapatılmıştı.

HSK BİR BAŞLANGIÇ…

Gelinen noktada yargı erki, yürütme ile uyumlu çalışma vaadinde bulunan HSK marifetiyle, adeta yürütmeye bağlı bir konuma getirilmiştir. Soruşturma ve kovuşturma işlemleri yürütmenin müdahalesine son derece açık olup, yürütmenin istediği biçimde soruşturma yürütüldüğü veya yapılması istenmeyen soruşturmaların kapatılarak yargı denetiminden kaçırıldığı görülmektedir.

Yürütmenin istediği doğrultuda karar vermeyen hakim-savcıların görev yerlerinin ve yetkilerinin değiştirilmesine, haklarında soruşturma açılmasına, görevden uzaklaştırılmalarına ve tutuklanmalarına kadar varan bütün bu işlemlerden de anlaşılacağı üzere, yürütmenin ve yürütmenin etkisi altındaki HSK’nın istemediği biçimde karar verebilmek mümkün değildir.

Yargı üzerinde, yürütmenin etkisi altında bulunan ve hatta yürütmeye bağlı bir kurum gibi faaliyet gösteren HSK marifetiyle oluşturulan baskı ortamı, kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ciddi bir şekilde zarar görmüştür.

Bu nedenlerle;

– Yürütme erkinin HSK üzerindeki rolünün ve etkisinin sınırlandırılması

– ve hâkimlerin görev yerlerinin kendi istekleri dışında değiştirilmesine karşı etkili güvencenin sağlanması;

– HSK’nın itibarının yanı sıra kamuoyunda yargıya güvenin yeniden tesis edilebilmesi için de Kurulun şeffaflığının artırılması,

– yürütmeden tamamen bağımsız olması

– ve evrensel standartlar ile uyumlu,

– usullere sıkı bir şekilde bağlı kalması gerekmektedir.

Bu şekilde hem tekrar o isminden kaldırılan Yüksek yargı vasfını tekrar güçlendirmiş, onurunu teminat altına almış ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ve halkına bir borcunu yerine getirmiş olacaktır. Aksi takdirde, temelleri dinamitlenmiş bir ülke ile birlikte bu kurul da batıp gidecektir!

Yani özetle: “Önce HSK’dan başlayalım” derim.

YAZIYA BİR DE DAVUTOĞLU’LU HAŞİYESİ:

Sonradan adı YBD/ “Yargıda Birlik Derneği”ne dönüştürülen Yargıda Birlik Platformu, Avrupa Konseyi organlarının belgelerinde, “governmentoriented” (Hükümet eğilimli) bir yapı olarak nitelendirilmişti. Dolayısıyla da Avrupa Yargı Kurulları Ağı (ENCJ), HS(Y)K’nın gözlemci statüsünü, “gerekli bağımsızlık ve tarafsızlık şartlarını taşıyamaması sebebiyle” askıya alınmasına karar vermişti.

İşte bu grup HSK’da ve bunlar yargıyı yönetiyor, dizayn ediyor.

Ki bunlar yola çıkarken, 03 Eylül 2014 tarihinde, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüşmüş, bu toplantı sonrasında seçimi kazanmaları halinde “yürütme ile uyum içinde çalışacakları” sözünü vermişlerdi! Basına da sırıtarak poz vermişlerdi…

Şimdi yargıyı getirdikleri yer ortada…

O biatı, AKP ve reisi adına kabul eden dönemin başbakanı A. Davutoğlu ise şimdilerde çıkmış, yeni bir parti kurma saikiyle “hukuk, demokrasi” filan diye geveleyip duruyor. (‘Üç yıl susmuş, işler kötü gidince konuşmaya başlamış’ da…)

Önce bu görüşme ve sonrasında yaşananların bir özeleştirisini yapsın, sonra konuşalım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin