Türk-Rus ilişkileri tarihinin bugünlere fısıldadığı gerçekler

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye – Rusya ilişkileri, bugünün rejimden bile daha önemli konusudur. Biliyorum, çok iddialı bir cümle bu. Fakat gerçek böyle. Ülkelerin iç meseleleri, genellikle insan hakları ve ekonomi alanları ile alakalı olur. Elbette insanlarımızın yaşam kaliteleri bakımından gerek ekonomik durum, gerekse de hak ve özgürlükler boyutunun en önemli göstergesi olan insan hakları standartları çok önemlidir. Fakat dış meseleler, ülkelerin güvenlikleriyle, toprak bütünlükleriyle ve hatta bağımsızlıklarıyla ilgilidir. Ve daha “teknik” bir alandır.

Bugün Türk dış politikasındaki Batı ittifakından Rusya (Avrasya) eksenine doğru bariz bir kayma var. Bu yazıda, Türkiye – Rusya ilişkilerinin bu gidişatının neden tehlikeli olduğunu ortaya koymak istiyorum.

ESKİ DÜŞMAN

Osmanlı Devleti’nin duraklama döneminden başlayarak Rusya daima Devlet-i Aliye’nin en ciddi düşmanı olmuştur. Uluslararası ilişkilerde devletlerin insanlar gibi duygusal anlamda dostluk ve düşmanlıkları yoktur. Dostluklar gibi düşmanlıklar da devletlerin çıkarları ile ilgilidir. Devletlerarası ilişkilerde anarşik bir rekabet ortamı vardır. Yani devletlerin üzerinde, onlar üzerinde bağlayıcı yaptırımlara sahip bir üst otorite yoktur. Devletlerarası ilişkilerde normlar ve uluslararası hukuk olsa da, güç ilişkileri daha belirleyicidir.

Bu bağlamda değerlendirdiğimizde, Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasındaki ilişkiler, her iki devletin de birbirine taban tabana zıt çıkarlara sahip olmasından kaynaklanmıştır. Rusya için Karadeniz üzerinde hâkimiyet kurmuş ve bu denizi bir Türk gölüne çevirmiş Osmanlı hâkimiyetini zayıflatmak hayati önemdeydi. Bugünkü Ukrayna ve kısmen Rusya topraklarının güney kanadı üzerinde denetime sahip Osmanlı İmparatorluğu, giderek bu Slav bölgeleri üzerindeki denetimini yitirdi. Böylece Karadeniz üzerinde Osmanlı mutlak denetimi son buldu. Bu bölgeye Rusya sirayet etti ve giderek yerleşerek kalıcılaştı.

RUSYA’NIN ÜSTÜN KONUMA GEÇİŞİ

1700’lerin başında Rusya, Osmanlı’ya karşı açıkça üstün konuma yükseldi. 18. yüzyılda Osmanlı Devleti, Rusya ile birkaç defa savaşmak zorunda kaldı. Rusya 1880’lerin sonunda dünyanın sayılı güçlerinden biri haline gelmekteydi. Aynı dönemde Osmanlı Devleti ise ölmek üzere olan bir hastayı andırıyordu ve kaçınılmaz sona doğru seri adımlarla yaklaşmaktaydı. 1791-1878 yılları arasında Osmanlı, Rus tehlikesine karşı tek başına karşı koyamayacağını anlamış ve İngiltere ile ittifak politikası sayesinde, Rusya’ya karşı denge stratejisi benimsemişti. 1888-1918 yılları arasında ise, bu denge politikası bu kez Almanya ile ittifak stratejisi sayesinde, Rusya ve İngiltere’ye karşı takip edildi.

Osmanlı’nın yıkılışına dek Rusya, İmparatorluğun en birincil rakibi oldu. Ruslar daima Türklerin aleyhine toprak genişletirken, Osmanlı yöneticileri Rusya’yı hep başka güçlü devletlerin desteği ile engellemeye çabaladılar.

EKİM DEVRİMİ İLE KONJONKTÜR DEĞİŞTİ

1917 Ekim Devrimi ile birlikte – yani Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı amansız bir mücadele içindeyken – Rusya iç sorunları (iç savaş ve akabinde rejim değişikliği) nedeniyle, Osmanlı ile rekabetten aniden çekiliverdi. Bu, İstiklal Savaşı yürüten Türkiye için hayati bir avantaj sağlayacaktı. 1920’lerde kendi rejimini konsolide etmeye gayret eden Ruslar, Türkiye ile uğraşmadılar. Buna enerjileri yoktu zaten. Bunun yerine, ideolojik nedenlerle ve jeopolitik bir realizmle, TBMM hükümetini desteklediler.

Gümrü ve Moskova antlaşmaları ile beraber, yeni Türkiye devleti, daha adı bile konmamışken doğu sınırlarını güvenceye aldı. Çünkü yeni Rus devleti (Sovyetler Birliği – SSBB) Türkiye rejimi ile anlaşmış,  kuzeydoğu sınırlarımızı garanti altına almayı kabul etmişti. Böylelikle doğudaki askerler Batı cephesine kaydırıldı. Bu sayede Yunan ordusuna karşı üstünlük kurulabildi. Hatta Ruslar, bu dönemde Türkiye’nin en önemli silah ve mühimmat tedarikçisi oldu. Dolayısıyla 1920-1936 yılları arasında TBMM hükümeti – Mustafa Kemal Paşa – sırtını Rusya’ya yaslayarak İngiltere ve diğer emperyalistlere karşı bir denge kurdu.

ALMANLAR DEVREYE GİRDİ

1791’den itibaren İngiltere’nin Rusya’ya karşı Osmanlı’yı koruma siyaseti izlemesinin nedeni, Rusların Akdeniz’e inmesine engel olmaktı. İngiltere bu siyaseti 1878’de terk etti çünkü Osmanlı Devleti’nin yıkılacağını öngördü. Yani İngilizler, artık Osmanlı’ya yatırım yapmanın ve onu korumaya çalın rasyonel bir strateji olmadığı değerlendirmesini yaptı.

Burada ana mesele şudur: Osmanlı Devleti kendi olanakları ile Rusya’ya karşı direnememektedir. Osmanlı’yı Ruslar yıkarsa, Akdeniz’e kalıcı şekilde yerleşirler. Bu nedenle Ruslardan önce İngilizler Osmanlı’yı yıkmalı ve topraklarını kendi çıkarlarına göre kontrol etmelidir. Şimdi Osmanlı için hem Rusya hem İngiltere yaşamsal tehlike olmuşlardı. Başka bir çözüm lazımdı. Devreye Almanya girecekti.

Küresel güç haline gelen 2. Wilhelm yönetimindeki Almanya’nın birincil rakibi İngiltere’ydi. Almanya, İngilterenin Osmanlı’yı parçalaması halinde İngiliz sömürgelerine giden yolda büyük bir stratejik avantaj elde edecekti.  Almanya bu nedenle Osmanlı’ya destek olma politikası takip etti. Amacı, Osmanlı’nın İngiliz İmparatorluğu’nun Asya topraklarına giden yolun bir bölümünü denetimine almaktı. Bu siyaset 1. Dünya Savaşı’nın doğu cephesinin belirleyicisi oldu. Ama Almanya ve Osmanlı Devleti bu savaşı kaybettiler. Osmanlı Devleti yıkıldı.

2.DÜNYA SAVAŞI SONRASI

Milli Mücadele döneminde Rusya ile zoraki bir ittifak sağlandı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan kısa süre sonra, Türkiye kendisini 2. Dünya Savaşı öncesi güç politikaları arasında buldu. Bu dönem, yükselen Alman ve İtalyan yayılmacılığına ve faşizmine karşı İngiltere ile işbirliği politikasını benimseyen Türkiye, giderek 1920-1936 dönemindeki Rusya ile ittifak atmosferinden uzaklaştı. Çünkü SSBB bundan hoşlanmamıştı. 2. Dünya Savaşı, iki süper güç çıkardı ve Avrupa güçlerini büyük oranda oyun dışı bıraktı. Avrupa, Doğu ve Batı Avrupa olarak ikiye bölündü.

İşte bu dönemde Ruslar, küresel güç olmanın verdiği özgüvenle, Türkiye’den İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara denizi çevresine yerleşmek, dahası Ankara’nın Kars, Ardahan, Trabzon ve Gümüşhane gibi illeri SSCB’ye terk etmesini istedi. Türkiye’nin – tıpkı son 250 yıldır olduğu üzere – kendisini savunacak kapasitesi yoktu. Bir Rus işgali an meselesiydi. Uluslararası konjonktür de buna çok müsaitti.

ABD İLE İTTİFAK DÖNEMİ

Bu durumda, Türkiye kendisine yeni bir müttefik aradı ve onu kolaylıkla buldu. Bu müttefik artık ne İngiltere, ne de Almanya’ydı. Almanya zaten tümüyle birmiş, ordusu bile olmayan, ortadan ikiye bölünmüş bir işgal bölgesiydi artık. İngiltere ise savaşta tüm gücünü yitirmiş, ekonomisi ve askeri gücü bakımından neredeyse tüm gücünü kaybetmişti. ABD ise (Ruslarla birlikte) küresel güç konumuna erişmişti.

Böylece ABD – tıpkı Batı Avrupa devletleri için olduğu gibi – Türkiye ve Yunanistan için de toprak bütünlüklerini Rus tehdidine karşı garanti eden güç oldu. Türkiye Truman Doktrini ve Marshall Olanı çerçevesinde büyük ekonomik ve askeri yardımlar aldı. Kore Savaşı’na katıldıktan sonra ise NATO’ya üye olarak, güvenliğini sağladı.

TÜRKLERİN GÜVENLİĞİ

1700’lerin başından bu yana Türkler güvenliklerini başka devletlerle işbirliği sayesinde sağladılar. Toprak bütünlüklerini tek başlarına koruyamayacak duruma düştüler. Bunun çeşitli nedenleri var. Ama en başta kendi silahlarını üretemeyecek bir bilimsel-teknolojik seviyeye gerilemiş olmak geliyor. Dahası, bugün devletler ileri teknoloji üretebilse dahi, yine de kendilerini koruma ve güvenliklerini ve toprak bütünlüklerini korumada diğer devletlerle işbirliğine gereksinim duyuyor. Bunun çok az istisnası var – ABD ve Rusya gibi.

Peki, Rusya’nın stratejisinde ne değişti? Hiçbir şey! Avrasyacılık konusunu defalarca yazdım. Özeti şu: Ruslar 1991’de Soğuk Savaş’ın sadece ideolojik mücadelesinin bittiğine, ama esas jeopolitik mücadelenin aynı şiddetiyle devam ede gelmekte olduğuna inanıyor. Buna göre Kara gücü olan Rusya’ya (Avrasyacılar) karşı deniz gücü olan ABD (Atlantikçiler) çevreleme harekatı yapıyor. Türkiye de Atlantikçi kanada dâhil. En azından öyleydi. Ancak bugün Ruslar Türkiye’nin Atlantik çizgisinden koptuğunu büyük bir memnuniyetle görüyor. Türkiye’yi kendi taraflarına eklemleyerek yutmak niyetindeler.

NATO OLMADAN SAVUNMA İMKÂNSIZ

Türkiye’nin ABD ve NATO güvencesi olmadan kendisini savunması mümkün değil. Üzgünüm, gerçekler bu kadar acı! Kendi silahını üretemeyen, iki-üç küçük savaş gemisi, motoru olmayan tank, iki yüz km. menzilli roket, 1960’ların teknolojisinde piyade tüfeği ve uzaktan kumandalı model uçak (İHA) yaparak, karşınızda taktik balistik nükleer kitle imha silahlarına sahip, envanteriyle dünyayı üç kez tümüyle toptan yok etme gücünü haiz, konvansiyonel askeri imkânları Türkiye’nin dört katı gücünde, kendi silahını yapan, petrol ve doğalgaz denizi üzerinde yüzen ağır sanayi ülkesi Rusya karşısında, 1950’lerden beri tüm savunma stratejisini NATO’ya dayandıran, teknoloji ve bilim üretemeyen, askeri sanayisi emekleme döneminde bir Türkiye’yi mukayese etmek bile imkânsız.

Vatan-millet-Sakarya diye esip gürleyenler, Osmanlı dönemini idealize eden dizi izlerken evinde döner bıçağı sallayarak gaza gelenler, Kurtlar Vadisi’nde dünya hâkimiyeti rüyasına dalanlarla bu işler olmaz!

BOŞ HAYALLER

Tarih bize şunu göstermekte: 1700’lerden beri başkalarının desteğine muhtacız. Büyük güç değil, orta gücüz. Ekonomimiz hızla büyüse de aradaki fark o denli büyük ki, bu farkın yüzde 6-7 oranlarında istikrarla büyüyen bir ekonomi ile bile ancak yüz yılda kapanma şansı var. Fakat yolsuzluklar ve iç çalkantılarla, bu istikrarlı büyüme hedefini de tutturamıyoruz. Uluslararası siyasette kaza golüyle maç kazanılmaz. Askeri yürütecek mazot, ordunun kullanacağı silah ve yakılacak cephane dışarıdan gelirken ona-buna kafa tutan, Ortadoğu’da Osmanlı hayallerine kapılanlar!

Hangi Osmanlı arkadaşım! 1700’lerden beri kendi ayakları üzerinde duramayan, bilimsiz-teknolojisiz, büyük güçlerin insafına kalmış Osmanlı’yı anlatan dizi çeksenize. Çekin ki, bu milletin biraz olsun ayakları yere bassın. Gerçek zaferin eğitimle, okullaşmayla, hayat standartlarıyla, yaşam kalitesiyle, eşitlik ve özgürlükle, teknoloji ve bilimle sağlanıldığını kavrasın.

TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ TEHLİKEDE!

Bugün Rusya güdümüne doğru kayan Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikededir. NATO bir işgal gücü ya da Gladio değildir. Hala işlevi olan, tüm Avrupa’nın – ve hala Türkiye’nin de – toprak bütünlüğünü garanti eden bir ittifaktır. ABD bu ittifakın temel taşıdır. Türkiye büyük devlettir ucuz belagati ile bu gerçekleri değiştiremezsiniz. Ama Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz. Dünya siyaseti ve uluslararası ilişkiler bilmeden, Türk dış politikası çalışmadan, tarihte olan geçekleri es geçerek bu memleketi götüreceğiniz yer, çöküştür.

İttihatçıların yaptığı hatanın tekrarlanmaması için bu aymaz rejime bir an önce itiraz ederek, atalarınızdan devraldığınız toprakları korumaya ve çocuklarınıza, almış olduğunuz emaneti devretmeye çalışın. Tekrar ediyorum ve tarihe not düşüyorum: Uyanın!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin