Trump’ın Erdoğan’dan alması gereken dersler [Adem Yavuz Arslan, yazdı]

Daha önce bu köşede ABD Başkanı Donald Trump’ın icraatları, özellikle de medya ve yargı ile kavgasından hareketle ‘bu gördüklerim bende dejavu hissi uyandırıyor’ demiş ve Erdoğan ile Trump arasındaki ‘mantalite benzerliklerine’ dikkat çekmiştim.

Takip eden süreçte ilginç gelişmeler oldu.

Trump medya ve yargı ile savaşını sürdürüyor ancak ağır hasarlar aldı. Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’i Rusya ile olan ilişkileri nedeniyle feda etti.

Gerçi Trump, Flynn’in ‘kellesini vererek’ kurtulmuş değil.

Zira Flynn skandalı her geçen gün daha da dallanıp budaklanıyor. Görünen o ki Flynn ve Trump’ın kampanya ekibindeki kişilerin ilişkileri bilinenden çok öte.

Bu arada geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan yeni detaylara göre Flynn ve AKP kurmayları (Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Enerji Bakanı Berat Albayrak) Fethullah Gülen’i kaçırmayı tartışmışlar.

Wall Street Journal ve CNN’nin gündeme taşıdığı bu olay bile başlı başına bir skandal.

BU TİP HAYDUTLUKLAR ‘VAHŞİ BATI’DA YAŞANIRDI!

Düşünsenize, ABD’den bir din adamını kaçırmayı planlıyorlar. Tamam, ABD eskiden ‘Vahşi Batı’ydı ve bu tip ‘haydutluklar’ çok yaşandı.

Ancak o eskidendi.

Olayın siyasi boyutu bir yana hukuki sonuçları mutlaka olacaktır.  Kaldı ki ABD medyasına yansıyan kulis haberlerine göre Flynn ile FBI arasında bir anlaşma olmuş. Bu durumda Flynn, FBI’ın işine yarayacak bilgiler vermis demektir ki Türkiye gündemini meşgul edecek yeni gelişmeler sürpriz olmaz.

Trump’a geri dönersek.

Beyaz Saray’ın mutlu olmadığı ortada.

Zira Trump, Müslümanlara yönelik seyahat yasağının iki kez yargıdan dönmesinden sonra ‘ObamaCare’ olarak bilinen sağlık reformunda da başarısız oldu.

Kendi partisini bile ikna edemedi.

Şimdi sırada ünlü ‘vergi vaadi’ var ki kulisler orada da istediğini alamayabileceğini gösteriyor.

Üstelik medya yeni başkanın canını fena yakıyor. Can yakıcı sorularla Trump’ı hırpalıyorlar.

Trump ve ekibinin Washington’a hâkim olan ‘yönetememe’ ve ‘sözüne güvenilmeme’ krizini aşmak için arayışta olduğu muhakkak.

TRUMP DERSİNE ÇALIŞMIYOR

Ancak görünen o ki Trump ya da danışmanları derslerine iyi çalışmıyorlar (!). Halbuki önlerinde Tayyip Erdoğan ve Türkiye örneği var ama bu tecrübeyi göz ardı ediyorlar.

Mesela Trump en büyük hatayı medyayla ilk günden kavgaya girişerek yaptı. Tamam, kampanya döneminde kavga etmesi normaldi, Erdoğan’da öyle yapmıştı fakat iktidara geldikten sonra durum değişmeliydi.

Erdoğan’ın yaptığı gibi ‘gizli ajandasını’ saklaması gerekiyordu.

Sonra ‘daha çok demokrasi’ ‘şeffaflık’ ve ‘özgürlük’ vaatlerinde bulunup, hatta üst üste bu yönde icraatlar yapıp liberallerin, azınlıkların, çeşitli grupların desteğini alması lazımdı.

Sonra yavaş yavaş kendi medyasını inşa etmesi gerekiyordu.

Kamu gücünü kullanarak bazı medya gruplarını yandaş iş adamlarına sattırmak da önemli bir adımdı.

Ardından el değiştiren bu medya gruplarına ‘danışmanları’ yayın yönetmeni olarak atamak, yazar yapmak da vardı.

Sonra muhalif medya gruplarının gelir kapılarını kesecek adımlar atmak gerekirdi. Bırakın kamuyu, reklam veren özel sektör şirketlerini bile baskı altına almaları lazımdı.

Vergi soruşturmaları ile biat etmeyen medya gruplarının nefesini kesmek gerekiyordu.

Bir yandan tabi olmayan gazetecileri kişisel olarak hedefe koyup onları yıpratırken öte yandan yandaş olanları ödüllendirmeniz gerekirdi. Mesela Air Force One’a sadece yandaş olanları almalılar ki mesaj hedefine ulaşsın.

Kamu ihaleleri ile zengin ettikleri yandaş işadamlarına yeni medya grupları vermeleri de gerekirdi.

Sonra uyduruk gerekçelerle muhalif gruplara tek tek el koymaları da lazımdı.

Halkın vergilerinden maaşlarını ödeyecekleri 100 bin civarında troll de istihdam etmeleri gerekiyordu. Bunlar hem sanal âlemde propagandalarını yapacaklar hem de muhalif gazetecileri tehdit edecek, yıpratacaklar.

Bu arada unutmadan bakanları da uyarmak lazım; troll hesaplarla gerçek hesaplarını karıştırmamalılar, sonra ortaya komik görüntüler çıkabiliyor.

Gazetelere el koymak, yandaş medya grupları inşa etmek yetmiyor, bir de o kurumlara ‘Alo Fatih’ler atamak lazım. Olur da, kazara hoşlarına gitmeyen bir haber çıkarsa telefonda ağlatabilmeleri lazım babası yaşındaki adamları.

Sonra yandaş yargı kurup her şeye rağmen can sıkan deli fişek gazeteciler olursa hepsini hapse attırmak lazım.

Twitter’da bile muhalefet etmeye kalkana öyle cezalar verdirmeliler ki kimse eleştirmeyi aklından bile geçirmemeli.

Hatta koruma ve danışmanların biat etmeyen gazetecilere fiilen saldırması lazım ki diğerleri de korksun.

Dediğim gibi,

Trump ve ekibi medyayı susturmak, yönetmek istiyor ama bunun için derslerine çalışmıyorlar.

Önlerinde Tayyip Erdoğan örneği var. Adım adım bir ülke medyası nasıl ele geçirilir, gazeteciler nasıl susturulur tecrübeyle sabit.

Yapmaları gereken bu tecrübelerden istifade etmek.!

 ***

‘TUTUKLAMA’YA DAİR KISA BİR NOT

Geçtiğimiz hafta içinde benimle birlikte Ekrem Dumanlı ve Faruk Mercan’a Hrant Dink Cinayeti kapsamında ‘tutuklamaya yönelik yakalama’ kararı çıkarıldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Büro savcılarından Gökalp Kökçü’nün tutuklama talep yazısında şöyle bir ifade var;

”Soruşturmanın tutuklu şüphelisi Ercan Gün, 30 Ocak 2007’de Zaman gazetesinde halen yurt dışında kaçak olarak bulunan FETÖ’nün medya tetikçileri Ekrem Dumanlı, A.Yavuzarslan ve Mehmet Faruk Mercan ile örgüt içerisinde ‘abi’ konumda bulunan avukat Halil İbrahim Koca ile buluşmuş, kendisine haber olarak yayınlayacağı görüntüler burada verilmesine rağmen, görüntülerin Samsun Jandarma Komutanlığında çekildiği algısı yaratılması için Samsun’a gönderilmiştir.”

Bu bir cümleye dayanılarak hakkımda ‘silahlı terör örgütüne üye olma’ ve ‘kasten öldürme’ suçlamasıyla tutuklama kararı verilmiş.

Hani derler ya ‘neresini düzelteyim’.

Bir ‘hukuk adamı (!)’nın ülkenin tanıdığı bildiği saygın gazeteciler için ‘tetikçi’ deme terbiyesizliğinde bulunmasına hiç girmiyorum bile. Onun değerlendirmesini hukukçular yapacaktır. Ayrıca, savcı çok ağır ithamlarda bulunduğu kişinin adını bile doğru yazmaktan aciz.

Ancak kamuoyuna açıklama ve tarihe not olsun diye şuraya yazıyorum;

Sayın Kökçü,

Neyden bahsettiğiniz hakkında hiçbir fikrim yok. Böyle bir toplantı ya da buluşma olmadı. Dolayısıyla olmamış bir toplantıya katılma şansım yok. Ekrem Dumanlı ve Faruk Mercan ile aynı medya kurumlarında çalışmışlığımız var. Fakat bahsi geçen avukatı tanımadığım gibi adını da ilk kez duydum.

Tutuklama talebinde ‘aranmasına rağmen bulunamadı’ türü bir ifadeniz var. Oysa, 2014 Mayıs’ından bu yana yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlıyım. Adresim ve bilgilerim tüm devlet kurumlarında var.

Elçilik üzerinden mahkeme evrakları da geliyor.

Gerçi ‘olmayan bir toplantı’ üzerinden gazetecilere tutuklama kararı aldıran bir savcı adres manipülasyonu yapmış çok mu?

Avukatım da tutuklu olduğu için mahkemede yapamayacağım savunmayı buradan yapıyorum:

Savcının neyden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yok. Ben de öyle bir toplantıya katılmadım. Bahsedilen görüntüyü televizyonda gördüm.

Dink Cinayeti’ne dair kitap yazdım, siz savcıların bulması gereken bilgi ve belgeleri yayınladım.

22 yıldır sadece gazetecilik yapıyorum. Gazetecilik de suç değildir. Başka da diyeceğim yoktur.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin