Truman Show

Köprüde darbe girişiminin 2. yılında, 15 Temmuz senaryosunun klibi çekildi.

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Truman Show adlı filmi bilir misiniz? Aslında komedi mi yoksa dram mı, karar vermenin zor olduğu filmlerden olması nedeniyle çok düşündürücüdür. İçinden normal hayata dair çok ders çıkarabileceğimiz bir öykü. Ben bu filmi yıllar önce izlemiştim. Senaryosu Andrew Niccol’a ait. Yönetmeni ise Peter Weir. Başrolünde Jim Carrey oynuyor. Öykü esasında çok basit bir kurgu üzerine inşa edilmiştir Truman Show’da.

Filmin ana karakteri Truman (Jim Carrey) orta yaşlı bir adamdır. Normal bir hayatın ortasında, işinde gücünde, arkadaşlıkları, özel hayatı, özlemleri ve zafiyetleri olan sıradan bir adam, sıradan bir hayat sürmektedir. Fakat hayatı acaba ne kadar sıradandır? Truman esasında bir paralel gerçeklikte, yapay bir hayatı yaşamaktadır. Doğduğundan beri gerçek bildiği her şey aslında bir film seti, bir kurgu, devamlı gözlem altında olunan bir sosyal laboratuar ortamıdır. Truman, bir reality show, bir TV programıdır. Truman’ın dışında programda olan herkes, yaşanılanların showun bir parçası olduğunu bilmektedir. Hepsi rollerini oynamakta, Truman ile girdikleri ilişkilerde, kurdukları diyaloglarda, karşılıklı etkileşimlerde, hep oyunculara özgü profesyonel bir doğaçlama yapmaktadırlar. Elbette Truman dışındaki tüm karakterler, mesela Truman’ın en yakın arkadaşı veya markette çalışan kasiyer, akşamları evlerine, gerçek hayata geri dönmektedir. Her bir oyuncu, rol yaptığının farkındadır. Oysa Truman yaşanan her şeyi gerçek yaşam sanmakta, kendi “normal hayatını” yaşadığını düşünmektedir.

Türkiye, Truman Show haline geldi

Türkiye toplumu bugün geniş çaplı bir Truman Show haline gelmiş durumda. Gerçek nedir diye düşünmeden, olanı yaşıyorlar. Çünkü gerçekleri sormak için önce şovun dışına çıkıp olayları tepeden gözlemlemek gerekiyor. Oysa toplum, süre gelen sanal gerçekliğin gerçeklik olduğundan çok emin bir şekilde, kendisine verilen repliklere uygun şekilde yaşamına devam ediyor. Toplumun dışındaki senaristler, başrol oyuncuları, orta ve küçük roldekiler esasında şovun farkındalar. Her birinin şovun devamından medet umdukları faydalar ve çıkarlar var. Dahası, senaryodaki sanal hayat, acı gerçekliklere göre çok daha kabul edilebilir, daha ehveni şer olduğundan, zeki olup bir şovun dramaturjisinde konu mankeni olduğunu sezenler bile, gerçekleri görmezden gelmenin büyüsüne kapılmışlar, gerçeklikle yüzleşmekten kaçınıyorlar.

Kısmen ağır çelişkiler de olsa, show devam etmeli! Bu bir derin hipnoz, beyne verilen en güçlü uyuşturucudan daha etkin bir yöntem, bir tür beyin yıkama, bir tür sosyal ortamda yapay olarak birey üretimi – son derece güçlü bir siyasal iktidar devşirme fabrikası var adeta… Evet show devam etmeli… Yapay olduğu sırıtan ve buram-buram manipülasyon kokan senaryoya alıştı insanlar – hayır, daha doğrusu alışmaları sağlandı. En olmayacak, mantık zinciri ağır hasarlı senaryo fragmanları, gayet kolayca ana senaryoya eklemleniyor. Trumanlaştırılan toplumun öngörülen yapay (sanal) yaşam akışına devamı için aktörler değişiyor, dikkat çekme manevraları yapılıyor, bazen havuç bazen ise sopa gösteriliyor. Set dışındaki gerçeklik (asıl hayat!) bilinmesin diye, sette sürekli bir teyakkuz hâkim. Gerçeklerin gizlenmesi çok önemli çünkü. Kimin için önemli? İktidarını devam ettirmek isteyenler için.

İnsan hayatı ve senaryo döngüsü

Truman’ın en büyük zafiyeti, hayatının normal olduğuna dair olan sarsılmaz inancıydı. Türkiye toplumunun da en büyük zafiyeti bu! Hayatın normal olduğuna dair duyulan derin inanç, insanların aksaklık ve çelişkileri, yapaylık ve aykırılıkları, abrakadabra ve üçkâğıtları olağan kabul etmelerini sağlıyor. Tıpkı Truman gibi, bilindik ve tanıdık, alışılmış ve benimsenmiş döngünün içinde çelişki de olsa, bu inşa edilen gerçekliğin yıkılışının büyük bir sosyal ve psikolojik travmayı tetikleyeceğini hissediyor insanlar. Bu, algısı açık olanların tercihi ama sadece. Algısı kapalı olanlar, ne setin ne de senaryonun izini sürebiliyor. Muhtemelen onlar set yıkıldıktan sonra da o hipnotize olmuş güdümlü iç dünyalarının yalnızlığında, bir başlarına aynı senaryonun döngüsünü yaşamayı sürdürecekler.

İnsanların yaşadıkları hayatın bir senaryo döngüsü üzerine kurgulanmış olması gerçeğini kabul etmelerini beklememiz ne derece mantıklı? Alışıla gelmiş, bundan da önemlisi herkesin kabullendiği bir sanal gerçekliği esas gerçeklikle değiştirmek kolay değil. Truman en samimi arkadaşının sette görevini ifa eden ücretli bir aktör olduğunu öğrendiğinde neler hissetmiştir? Karşısında rol yapan, senaryodaki bağlamda replik doğaçlamasında bulunan birinin ihanetinden ziyade, kendi varoluşunun esasında hiç olmadığının ayırtına varması değil midir asıl zor olanı? Yani anılarınızın esasında hiç olmadığını, bildiğiniz hayatınızın esasında hiç yaşanmadığını, sizin bedenen ve ruhen bar olmanıza karşın varlığınızdan söz etmenin mümkün olmadığı bir durumdan bahsediyoruz!

Türkiye’de hayatın bizzat kendisi bir senaryo

Bize anlatılanlar sadece sözel olarak döngüsü devam ettirilen bir senaryo değil. Biz, sadece anlatılanlardan dolayı derin hipnoza şahit olmuyoruz Türkiye’de bugün. Esas sorun, hayatın bizzat kendisinin bir senaryo olduğu gerçeği. Faizin faiz lobisinden dolayı arttığına, dövizdeki artışın Türkiye’nin ilerlemesini çekemeyen yabancıların hain stratejilerinden kaynaklandığına, 15 Temmuz’un arkasında ABD’nin ve Almanya’nın olduğu “FETÖ” darbesi olduğuna inanan insanlar, Meriç’i geçerken hayatını kaybeden zavallı üç çocuğa ve annelerine ağlamayıp, “terörist onlar!” diyebiliyor. Gerçekliklerle bağlantısı kopuk kitle, senaryo gereği 15 Temmuz’un yıldönümünde Köprü’de ayinsi kült törene katıldıklarında, akıllarına o köprüde neden darbe gecesi sadece tek şeridin kapatıldığını, boğazı bıçakla kesilen zavallı askeri okul öğrencilerinin veya erlerin neden silahsızken ve teslim olmuşken linç edildiklerini sormuyor. Neden ülkenin liderinin o gece darbe kalkışması “Allah’ın lütfu” dediğini de, bunu dedikten tam iki yıl sonra neden 15 Temmuz’un “hayırlara vesile olduğunu” söylediğini de sorgulamıyor. Ne insanların mallarına çöreklenen bir devlet aparatı, ne anayasaya uymayan cumhurbaşkanı ve devlet erkânı, yüzbinlerce işinden usulsüzce çıkartılmış kamu görevlisi veya hapishaneye tıkılmış on binler onları rahatsız ediyor. Ne yazılarından dolayı hapishanede yıllardır süründürülen Ahmet Altan’lar, Nazlı Ilıcak’lar veya Mümtazer Türköne’ler, ne de Meriç’i geçerek zulümden kaçarken canlarından olan mini minnacık bebeler, toplumu rahatsız ediyor! Senaryo işliyor, sette her şey normal, sanal hayat olağan akışı içinde (senaristlerin öngördüğü gibi!) devam edip gidiyor. Ufak çelişkilerden uyacak gibi olanlara yapılan standart tavsiye, tüm otoriter-faşizan rejimlerde olduğu gibi, hiç değişmiyor: “Sus! Konuşma sakın!”.

Sette rollerini oynayan büyük oyuncuları geçtim – onlar da senaristler gibi büyük balıklar zaten. Benim derdim orta roller ve figüranlarla. Acaba figüran olmak nasıl bir şeydir o ortamda? O vıcık-vıcık rezalete bulaşmış, buram-buram ihanet ve şerefsizlik kokan fragmanlarda rol alan küçük oyuncular (Pınar Kür’e selam olsun!) acaba evde başlarını yastığa koyduklarında, ya da sabahları yüzlerini yıkadıktan sonra sıfatlarına baktıklarında huzur buluyorlar mı? Karanlıktan gelen fısıltılar ne söylüyor onların, sessiz odalarında, tek başlarına kaldıklarında?  Çocuklarının başlarını okşarken akıllarına Meriç’te son nefesini veren miniklerin soğuk bedenleri ve renkli giysileri içindeki betsiz yüzleri gelmiyor mudur birader? Gelmiyorsa nasıl insan bunlar böyle? Evet, evet! Biliyorum show devam etmeli, de, ama… ama… Aması yok, bunu da biliyorum. Oynanan rollerin satılan şahsiyetler olduğu adi bir tiyatro, şahsiyetsizlerin kurduğu bir set bu.

Filmin sonunun başlangıcında Truman bir teknede denize açılır. Set ne kadar büyük – hatta ulu! – görünürse görünsün, arkadaş, dünya çok ama çok, ama çok-çok büyüktür! Hey hat, o tekne bu nedenle setin denizinin sonundaki ufukla tamamen aynı tondaki duvara toslar. Truman elleriyle “ufkun duvarına” dokunur. Ve gerçeği anlar. Artık bir sette bulunduğunun, bir senaryonun ana kişisi olduğunun, bir yaşamının aslında hiç olmadığının ayırtına varacaktır. Truman vardır, set olmasa da. İnsanların bunu anlaması mühim, dostum! Sen esasında bu evrende, mekânın neresi olursa olsun teksin! Gerçeği anlayan Truman, gerçeği ifşa etmek ister, ister istemez! İnsan herkese yalan söyleyebilir, ama kendine yalan söyleyemez! Sana show devam etmeli deseler de, showun bitimine sen karar verirsin sonuçta.

Ey okur!

Ben yanılabilirim. Hatalı düşünebilirim, seni yanlış yönlendirebilirim ey okur. Bu nedenle sakın benim yazdıklarıma da güvenme, e mi? Ama şunu bil ki, bende ancak klavyeme basan parmaklarımın ve sana yansıtmaya çalıştığım düşüncelerinin gücü var! Oysa bir düşün, elinde ordusu, silahı, polisi, mahkemesi, basını, savcısı, hâkimi, vergi memuru, merkez bankası, okulları, sarayları, adamları olanı. Bu nedenle, çelişkileri gör, olaylara bütünsel pencereden bak, lütfen eleştir, lütfen sorgula! Truman gibi, den de gerçeği ifşa etmeye başla. Gerçek nedir? Bunu sana ben söyleyemem. Ancak sana gerçek nedir diye sormanı salık verebilirim. Ama dikkat et, senin yerine başkası cevap vermesin bu soruya. Hayır, illa ki cevabın kimin ağzından çıktığı değil kast ettiğim! Soruyu kendi kalbine ve beynine sor, cevabı onlar versin kardeşim! Show devam etmeli diyenlerden sakın!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Bir zaman ODTU makinada okurken motor dersi hocamız teneffusde bizimle gundelik yasamla ilgili sohbet ederken , Dunya duzenini kuranlar kendilerinden habersiz insanlarin bir araya gelerek sosyal yapı olusturmalarına musade etmezler demişti. O zaman ne demek istedigini anlayamamıştım. Simdilerde anlıyorumki birileri fena halde insanların dagınıklıgından ne yapacagını nasıl yasayacagını nicin yasayacagını bilememesinden fena istifade ediyorlar ve bu avantajı kaybetmek istemiyorlar. Kritik yerleri ele gecirmisler insanlara en iyi yasam seklinin bu olduguna butun gucleri ile inandırmaya bazı hakikatleri gizlemeye calisiyorlar. Insanlar kurulu duzende yıpranıyor omurleri ah ile vah ile geciyor genel olarak yuzde seksen mutsuz. Cogunluk siyasetcinin dagıtacagı ulufe veya haksız menfaat pesinde. Bu resim bende bunu cagrıstırdı

  2. Spoiler!

    13. Kat filminde de, Truman Show filminde de kahramanımızın yaşadığı dünyanın ötesine geçerek gerçeği bulmak için “ona sunulan sınırları zorlaması” gerekmişti. Her iki filmde de, bir yolculuğa çıkarak son sınıra dayanma ve “o sınırı aşarak hakikate erme” işlenir.

    Türk halkının da hakikate ermesi için, medyanın sunduğu gerçekliğin sınırlarını aşması ve o gerçekliğin ötesini zorlayan sorular sorması gerekiyor.

    Türkiye medyası, halkı küvezlerde tutarak enerjisini emmek için tasarlanmış bir Matrix programı! Uyanmamamız için bize sanal bir gerçeklik seyrettiriyor!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin