Teslim olmamak-1

Yorum | Levent Kenez

Son yazıda, geçen hafta resmen başlayan ancak uzun bir süredir zaten bir adamın iki dudağı arasında yönetilen Türkiye’deki bu düzene destek vermeyenler ne yapmalı? Acizane önerilerimizle bir sonraki yazıda burdan devam edelim demiştik.

Bu süreç ne zaman bitecek, bu süreç nasıl bitecek? Uzun bir zamandır bu sorularla yatıp kalkıyoruz. Her sohbetin gelip dayandığı yer burası. Çok da normal. Mazlumlar, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz  cezaevinde, dünyanın belki de en temiz en masum canları hayatını kaybediyor. Yüzbinlercemiz de derd-i maişet içinde.

Bu sürecin bir maç gibi biteceği yok. Yarın öbür gün tarih yazıldığı zaman çok özel bir yer ayrılacak bir zaman diliminin içerisindeyiz. Sonuçlarının da öyle olacağından şüpheniz olmasın. Ama yaşarken çok zormuş. İnsanın nefessiz kaldığı, yeter artık dediği, her sabah kendisini yeniden ayağa kaldırmaya çalıştığı günler.

Benim  görüşüm şudur, bu kötülüğü elimle engellemeye gücüm yok. Fert fert kimsenin yok. Elbette bir sebep tetikleyecek ve bu kötülük sarmalı bir bir yıkılacak. Umutsuz falan hiç değilim. Türkiye gibi ülkede ve ülkelerde her an her şey olur. Darbe mi? Olur. Erdoğan bütün orduyu tasfiye etse, nargile kafedekileri askeri, aktrolleri generali yapsa bu ülkede darbe olmaz diyenin aklına şaşarım. Ekonomik kriz? Damadı maliye nazırı işte, olmaması sürpriz olur. Bir bakarsın bir sinek çıkar her şey değişir. Cesaretin varsa istersen inanma buna! Onlarca yıl süreceğini hiç düşünmüyorum. Neden böyle düşündüğümü bir başka yazıda anlatmaya çalışacağım. Hiç bitmeyecek gibi dayanmaya, yarın bitecekmiş gibi umutlu olmaya gayret ediyorum.

Benim şahsi çabam şu; bu kötücüllüğün beni teslim almasına izin vermemek. Bunun yolu da direnmek ve ümitli olmaktan geçiyor. Yaşadıklarımız bizi maalesef reaksiyoner olmaya, başkalarının belirlediği gündemin ve olayların peşinden süreklemeye götürdü. Normaldi. Ama çok uzadı. Yeniden bulunulan şartlar ne olursa olsun, aksiyoner olmak için çaba göstermeli.

Nedir direnmekten kastım?

İnadına yaşamak ve inadına savunduğumuz değerlerin peşinde gitmek. Dünya hiçbir zaman muhteşem bir yer olmayacak. Her zaman acılar, gözyaşları sevinçler mutluluklar iç içe yaşanacak. Süreç 2 yıl sonra tamamen biter, ben-sen 6 ay sonra bir trafik kazasında ölebiliriz.

En büyük felaket imana gelen felakettir. Ahirete inan bir kimse için bunun dışında yaşanan bütün acıların telafisi ve bir anlamı vardır. Bu sürecin en büyük tahribatı sadece ülkedeki dini anlayış ve dinin içinin boşaltılması olmadı, hepimizi de etkileyen bir düşüş yaşadık. “N’oldu kurumların kapısında dualar ettik, mahkeme önlerinde cevşen okuduk da n’oldu”, “Hacet namazları kıldık Allah’a yalvardık yakardık n’oldu. Başımıza gelenlere bak”. İnsanoğlunun hayatında dün yok, yarın yok sadece bugün var. Bugün nasılsa bütün dünyasını öyle anlamlandırıyor. Dün yok, sanki doğduğumuz günden beri kan kusuyoruz, yarın yok sanki hep böyle gidecek. Sanki ahiret yok. Hayır. Allah’la pazarlık yapan bu küstahlıklardan bağımsız olarak söylüyorum. Bütün bunlar dayatılan kötücüllüğe teslim olmak. “Allah var, gam yok” dediysek bundan dönmek yok. Bunun gereği de Allah’tan uzaklaşmak değil bilakis daha da yakınlaşmaya çalışmak.

Kötücüllüğe teslim olmanın diğer bir göstergesi de başka zulüm gören ve kötülüğe uğrayanları duyunca içten,dıştan oh olsun demek. “Bize yapılırken sustunuz, şimdi sıra size geldi. Yaşayın bakalım”. Hayır. Eğer bu yaşananlar bize hiçbir şey öğretmediyse artık bundan sonra ilkeler ve vicdanımız doğrultusunda hareket etmeyi öğretmiş olması lazım. Kime bir zerre kötülük, haksızlık yapılıyorsa kendimize yapılmış gibi düşünmek ve empati duygumuzu geliştirmemiz lazım. Özgüvensiz, ezik, ve başkalarına öykünen duruşlara da ihtiyaç yok. Bu ülkede bana ahlak ve demokrasi dersi verecek kimse yok. En babasının çapını gördük, görüyoruz. Cemaat bütün yaşananlara ve şeytanlaştırılmasına rağmen insan sevgisi ve dürüstlükte benim diyene iki tur bindirir. Mazlumların yanında görünüp arada bir şahsi sigorta yapmak için fetöcüler diye şerefsizce laf çakan sosyal medyada RT avcısı samimiyetsiz insanlara da çok fazla prim vermeyin.

Bir diğer önerim ve yapmaya çalıştığım şey sosyal medyadan ve yalan yazmaktan başka bir şey üretmeyen mecralardan uzak durmak. Meslek gereği bunu tümden beceremiyorum ama frekansını düşürdüm. Çok önemli bir şey olursa duyarız merak etmeyin. Bunun yerine bir dostu aramak, onunla vakit geçirmek, kitap okumak, yeni şeyler yapmak çok daha faydalı. Herkes konumu ve durumuna göre vakit kaybı bu alışkanlıklardan çok da iyi alternatifler bulacaktır.

 

Devam edeceğiz…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Sayın Kenez, bu dönemde yurtdışında bulunan bizlere daha büyük görevler düşüyor. Hem ümitsizliğe düşmeyeceğiz, hem de Türkiye’deki insanlara fener olmaya çalışacağız inşallah. Yapılan haksızlıkları bütün dünyaya anlatmak adına elimizden geleni yapmamız lazım. Özellikle Amerika ve Avrupa’da daha önceden yaşayan ve İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi dünya dillerini bilen dostlarımızdan yardım alarak bu dillerde web sitesi, yazı, film, slayt vs. hazırlayarak dünyayı bilgilendirmeye çalışmalıyız. Eli kalem tutan, gazeteci, akademisyen, öğretmen ve diğer mesleklerden doslarımız kalıcı eserlerle bu devri kayıt altına almak durumundadırlar. Bunları başka kimse yapmaz, yapamaz. Gerçekleri dünyaya başkaları mı duyuracak?
    Aslında yeter sayıdayız ve birikimimiz de yeterli, unutmayalım ki böyle zor zamanlar yeni kabiliyetleri de ortaya çıkarır. Şu anda çevremizde çok yetenekli ve donanımlı arkadaşlarımız var. Sanırım biraz kararsızlık ve “bu işleri başkaları daha iyi yapar”, “ihtiyaç olursa bize söylerler, o zaman harekete geçeriz” gibi düşüncelerle harekete geçmekte tereddüt ediyorlar. Artık birilerinin söylemesine gerek kalmadan hakikatları yazmak ve dünyaya duyurmak için daha fazla beklemeyelim lütfen. Bu bizim hem görevimiz hem de hayatta (maddi ve manevi) kalmak için en önemli gerekçemizdir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin