Temsilde adalet ve 24 Haziran seçimleri

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Uzun bir demokrasi ve seçim tecrübesine sahip olan Türkiye, yeni cumhurbaşkanı ve milletvekillerini belirlemek için 24 Haziran’da bir kez daha sandık başına gidiyor. Bu seçimler, şu ana kadar Erdoğan’ın mitinglerdeki gaflarıyla öne çıksa da OHAL ortamında ve iktidar partisinin ülkede estirdiği baskı ortamında ne kadar sağlıklı olduğu her zaman tartışılacak gibi görünüyor.

Muhalefetin ise nasıl olup da OHAL ortamında yapılacak bir seçimi kabul ettiği ise bir muamma olarak kalacak. Daha bir yıl önce 16 Nisan referandumunda yaşananlar ve YSK’nın “mühürsüz oy” tercihi düşünüldüğünde 24 Nisan’la ilgili tereddütler daha da artıyor.

Bu seçimler, bir cumhurbaşkanı adayının henüz kesinleşmiş bir cezası olmamasına rağmen seçim propagandasını hapishaneden yapmak zorunda kalmasıyla da “büyük bir ayıp” olarak tarihe geçecek.

MÜNTEHİB-İ SANİDEN SEÇMENE

Tarihçiler, Türkiye’de seçimlerin tarihini Tanzimat devri başlarına kadar götürerek ilk seçimlerin 1839’larda “muhassıl” belirlemek için yapıldığını kabul ediyorlar. Bu seçimlerde sandık yoktu ve seçmenler tercih ettikleri kişinin yanına giderek oylarını kullanmış oluyorlardı.

Osmanlı döneminin ikinci seçim tecrübesi, 1864 Vilayet Nizamnamesi sonrasında il meclisleri için üye belirlemek amacıyla yaşandı. Bu uygulama 1871’de bütün ülkeye yaygınlaştırıldı ve bütün Osmanlı tebaası seçimle tanışmış oldu.

Bugünkü seçimlerin ilk örneği ise 1876’da Meşrutiyetin ilanıyla görüldü. İki dereceli olarak yapılan seçimlerle kısa bir süre faaliyette bulunan ilk Osmanlı parlamentosu açıldı. Abdülhamit rejiminin baskıcı ortamında otuz yıl süreyle bir daha seçim yapılamasa da Osmanlı vatandaşları 1908’de İkinci Meşrutiyetle beraber kendi temsilcilerini seçme imkânı elde ettiler.

Osmanlı döneminde “iki dereceli” olarak başlayan seçimler, çok partili hayata geçilen 1946’ya kadar devam etti. Bu yöntemde birinci seçmenler yani halk, asıl oy verecek olan ikinci seçmenleri belirlemekte ve “müntehib-i sani” denilen bu kişiler seçimlerde oy kullanmaktaydı.

TÜRKİYE SEÇİMLERİ YA DA YAZ BOZ TAHTASI

İkinci Meşrutiyet dönemi seçimleri İttihat ve Terakki’nin baskısı altında gerçekleşti. Muhalif partilerden ancak birkaç milletvekili Meclise seçilebildi.

Cumhuriyetin ilk döneminin de tek parti iktidarına dönüşmesiyle seçimlerin bir anlamı kalmadı. İkinci seçmenlerin tek görevi 1938’e kadar Atatürk, daha sonra da İnönü’nün belirlediği listeleri onaylamaktı.

Çok partili hayatla birlikte seçimlerle ilgili olarak en çok tartışılan konuların başında seçim sistemleri geldi. 1946’dan bu yana Türkiye’de çok farklı seçim yöntemleri denenerek ülke, dünya demokrasi tarihinin seçim laboratuvarına dönüştü.

Bugün AKP’nin cumhurbaşkanlığını ve meclis çoğunluğunu devam ettirebilmek için ittifaklara izin veren bir düzenleme yapması gibi 1961, 1971 ve 1980’de askeri yönetimler, diğer dönemlerde de iktidarı kaybetmek istemeyen egemen partiler, yeni yöntemler deneyerek amaçlarına ulaşmaya çalıştılar.

ÇOĞUNLUK SİSTEMİ

İlk çok partili seçimlerin yapıldığı 1946’da seçimleri çok rahat kazanacağını düşünen CHP, “liste usulü basit çoğunluk usulü” ile seçimlere gitmişti. Bu yöntemde bir seçim çevresinde bir oy fazla alan parti, bütün milletvekilliklerini kazanmaktaydı.

CHP, “tartışmalı” 1946 seçimlerinde başarılı olsa da 1950’de ilk defa “gizli oy, açık tasnif” esasıyla yapılan seçimlerde büyük bir yenilgiye uğradı.

Bundan sonraki 1954 ve 1957 seçimleri de Demokrat Parti’nin zaferiyle sonuçlandı. Ancak çoğunluk sistemi birinci partiye büyük bir avantaj sağladığından DP, 1954 seçimlerinde aldığı yüzde 56,6’lık oyla Meclisin yüzde 93’üne hâkim olmuş; CHP ise yüzde 34,5 oya karşılık Mecliste yüzde 5,5 oranında temsil edilebilmişti.

Üç dönem seçim kazanan DP’nin otoriter eğilimlere yönelmesinde ve güç zehirlenmesi yaşamasında önemli nedenlerden birisi de seçim sisteminden dolayı Mecliste orantısız bir şekilde temsil edilmesi oldu.

CHP ise çoğunluk sistemine karşı çıkarak partilerin aldıkları oy oranına göre milletvekili çıkarmaları esasına dayanan “nispi temsil” sistemini savunmaya başladı. Ancak gücünü devam ettirmek isteyen DP, geri adım atmadı.

NİSPİ TEMSİL AMA NASIL?

27 Mayıs darbecileri çoğunluk sistemi yerine nispi temsil sisteminin D’Hont modelini uygulamaya koydular. Bu sistem ilk defa 1961 seçimlerinde uygulandı ve seçimler sonunda Türkiye koalisyon hükümetleriyle tanıştı.

Demirel liderliğindeki AP ise 1965 ve 1969 seçimlerinde nispi temsile rağmen tek başına iktidar olmayı başardı. Özellikle 1965 seçimlerinde nispi temsilin ülke genelinde “artık oyların küçük partilere dağıtılması” esasına dayanan “milli bakiye” sisteminin uygulanmasıyla küçük partiler büyük bir avantaj elde ederek TBMM’ye girdiler.

1965 seçimleri Türkiye’de bugüne kadar yapılan seçimler içinde temsilde adaleti en mükemmel şekilde sağlayan seçim oldu. Diğer seçimlerin aksine partilerin milletvekili çıkarmak için almaları gereken oy oranı da birbirine çok yakın olarak gerçekleşti. Ayrıca seçmen tercihleri, parlamentoda yüzde yüze yakın temsil edilme imkânı buldu.

Milli bakiye sisteminden daha sonra vazgeçildi ve Türkiye, nispi temsil yöntemiyle yoluna devam etti. 1980’e kadar süren bu dönemin özelliği ülke barajı olmadığından küçük partilerin de meclise girme imkânı elde etmeleriydi.

12 EYLÜL VE SEÇİM BARAJLARI

12 Eylül darbecileri, 1973 ve 1977 seçimlerinin koalisyonla sonuçlanmasının ülkede istikrarı önlediğini öngörerek yeni bir siyaset mühendisliğine soyundular. Nispi temsilin “ülke ve seçim çevresi barajlı”  yöntemini tercih ederek 1983’den itibaren uygulamaya koydular.

Siyasal İslamcılar ve Kürt siyasetçiler, baraj sisteminin kendilerinin Meclise girmelerini engellemek için getirildiğini iddia etmekteydiler. yüzde 10’la dünyanın en büyük oranlı seçim barajı, birçok partinin Meclise girmesini engellediği gibi halk iradesinin de Meclise tam olarak yansımasının önünde büyük bir engel oluşturdu.

Yüzde 10 barajı, 1983 ve 1987’de küçük partilerin Meclise girmesine engel olsa da 1991 seçimlerinde Refah Partisi çatısı altında yapılan ittifakla barajın bir anlamı kalmadı. Ancak seçim barajı, daha sonra da Kürt siyasetinin kâbusu oldu ve bunu aşmak için bağımsız adaylarla seçimlere girildi.

Bu dönemde uygulanan seçim çevresi barajı da birinci partiye büyük bir avantaj sağlamaktaydı. Özal, 1987 seçimlerinde barajlara ilave olarak kontenjan uygulaması da getirerek oylarındaki düşüşe rağmen ANAP’ın büyük bir çoğunlukla iktidarını devam ettirmesini temin etti.

ANAP, bu sayede yüzde 36,3 oy oranıyla, Mecliste yüzde 64,9 oranında milletvekilliği kazandı.

TEMSİLDE ADALET

Anayasaya göre seçim kanunlarının “yönetimde istikrar ve temsilde adalet” ilkelerine uygun bir şekilde yapılması gerekse de 2000’li yılların seçimleri, temsilde adalet yönüyle çok büyük problemler ortaya çıkardı.

2002 seçimlerinde DYP’nin yüzde 9,5, MHP’nin yüzde 8,3 ve Genç Parti’nin de yüzde 7,2 oy almalarına karşılık baraja takılmalarıyla AKP aldığı yüzde 34,4 oyla Mecliste yüzde 66,3 oranında temsil edilerek büyük bir çoğunluk elde etti. Bu seçimde oyların yüzde 46,6’sı yani yaklaşık iki seçmenden birisinin oyu meclis dışı kaldı ve böylece temsilde adalet yönüyle en kötü seçim tablosu ortaya çıktı.

AKP ise temsilde adaleti temin edecek düzenlemeler yerine 2011’de kasetlerle MHP’nin, 2015’de de değişik stratejilerle HDP’nin baraj altında kalmasına yönelik politikalar izledi. Bugün de ittifaklara imkân veren kanun değişikliğiyle iktidarını devam ettirmeye çalışıyor.

Son yapılan düzenleme ile ittifaka dâhil olan partiler baraj sorununu aşmış oldu. Bu durum önceki dönemlerde yaşanan temsilde adalet problemini de bir ölçüde giderecek gibi gözüküyor.

24 Haziran seçimlerinde ittifaklara dâhil olmayan tek parti olan HDP, bu yönüyle seçimin kilit partisine dönüşmüş durumda. HDP’nin barajı aşamaması durumunda AKP hak etmediği bir şekilde 70-80 milletvekilliği daha kazanarak temsilde adaletin gerçekleşmediği bir ortamda iktidarını beş yıl daha sürdürme imkânı elde edecek. Bu durum Avrupa Konseyi’nin 2003’de aldığı Türkiye’nin seçim barajını düşürmesine yönelik tavsiye kararının ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Seçimleri “harp” olarak gören ve “hile” olarak değerlendiren AKP’nin “temsilde adalet” gibi bir derdi olmasa da milyonlarca oyun Meclise yansımamasının sağlıklı bir demokrasi anlayışı ile bağdaştırılması mümkün gözükmüyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin