Tarikatlarda mabeyni humayun (2)

YORUM | DOÇ.DR. MAHMUT AKPINAR

Mabeyni Humayun, dar oligarşik çıkar grubu sadece şeyh/lider etrafında olmaz ve merkeze münhasır kalmaz. Bir şekilde maddi ve manevi güce, paraya, imkanlara hükmeden herkesin etrafında, yerel düzeylerde de Mabeyni Humayunlar oluşur. O konumlardan, makamlardan kendine fırsat, itibar, imkân devşirenler çıkar.

Peki bunun çözümü ne?

Cemaatler-tarikatler bazı laiklerin dediği gibi “din ticareti” yaparak insanları sömürüyor, saf yığınları kandırıyor mu?

Sadece cemaatler, tarikatler değil, dini-seküler bütün yapılar büyüdükçe, paraya-güce hükmetikçe bu türden paradokslar yaşar. Ama dini yapılarda istismarın tahribatı çok daha büyük olur. Zira insanlarda dine, itikada, maneviyata inancı sarsar; yapılan hizmetlere güveni zedeler. Bir şirkette yaşananlar “menfeaat çatışması” olarak kalırken, bir dini grupta yaşananlar dine, dindara, maneviyata büyük zarar verir.

Bu nedenle:

    1. Tarikat türü yapılarda manevi önem atfedilen kişilerin dua-evrad, nasihat, irşad gibi konularla meşgul olması, bunun dışındaki konuları meşverete, açıklığa dayalı heyetlere bırakması problemi azaltacaktır.
    2. Bir yerde güç ne kadar temerküz ederse orayı ele geçirmek ve o gücü kontrol etmek için o kadar çok rekabet olur; mücadele verilir. Ama güç dağıtılırsa, ademi merkeziyet olursa hem güç mücadelesi azalır hem de bir gücün problemli kişilerce kontrol edilmesinin doğuracağı zarar azalır. Güç temerküzü katılımcılığı, gönüllülüğü, meşvereti de azaltır; otoriterlik eğilimlerini, kıyıcı rekabeti, suistimal imkanlarını artırır. Tarikat-cemaat türü yapılarda her şeyin merkezi olması, tüm gücün belirli insan(lar)da toplanması yozlaşmaya paralel, Mabeyni Humayun kurma ve lideri kuşatma talebini artırır.
    3. Suistimallerin azaltılması, dar oligarşik bir yapının-grubun etkin olmaması için güçlü kişiler-figürler üzerinden iş yapmak, faaliyet yürütmek yerine ilkeler, kurallar, prensipler üzerinden iş yapmak, faaliyet yürütmek gerekir. Otoriter, baskıcı yönetimlerde kişiler ve onların emirleri, talepleri önemli iken hukukun üstün olduğu demokratik yönetimlerde kurallar, prensipler önemsenir. Her otoriter yapı sahip olduğu muazzam güç nedeniyle etrafında çıkar grupları, mürailer, mabeyni humayunlar oluşturur.
    4. Tarikatlarda manevi konumlar genellikle irsi ve ailevi kanallardan kazanılıyor. Şeyhe ve ailesine manevi önem, anlam yükleniyor. Oysa irsi kazanımlarda ehliyet her zaman şaibelidir. Ne var şeyhin sülbünden gelen veya yakını insanların eleştirilmesi, sorgulanması çok mümkün olmaz. Manevi liderler tavziflerde yakınlıktan çok liyakate, niteliğe önem verirse etrafında çıkar halkalarının oluşmasını engelleyebilir.
    5. Cemaat-tarikat türü oluşumların kurumsal yapılarında, akçalı kısımlarında şeyhin-liderin ailesine, yakınlarına asla yöneticilik, görev, konum sorumluluk vermemek gerekir. Bu en başta onların manevi etkilerini kıran, zihinlerini irşaddan-tebliğden uzaklaştıran ve suizan ortamına iten bir durumdur. Organizasyonlar, yönetim yapıları kişilerin yetki ve kontrolüne bırakılmayıp demokratik işleyişe uygun tasarlanabilirse, liyakate, donanıma dikkat edilebilirse hasarı azaltma imkanı olabilir.
    6. Cemaat ve tarikat türü yapıların doğrudan ticari iş ve ilişkilere girmemesi “paylaşılacak” makamları, imkanları azaltacak, vuruşmayı, fitneyi önemli oranda engelleyecektir. Gayrı menkullerin, hesapların kişilerin, münhasıran Şeyhe/lidere akraba kişilerin inisiyatifinde olmaması manevi odaklara olan suizannı engelleyecektir.
    7. Dini gruplarda şeyhin/liderin her konuyu bildiğine, her alanda söylediğinin önemli olduğuna inanılır. Oysa manevi otoriteyi kullanma, biat-itaat kültürü profesyonel yönetimle bağdaşmaz. Yapılan işleri verimlilikten, rasyonellikten çıkarır. Hz. Peygamber bile bir fidan dikip tutmadığında “siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” demiyor mu?
    8. Dini gruplarda şeyhin her sözünde büyük keramet, hikmet aramak tarikatların en önemli açmazlarındandır. “Gavs hazretleri böyle buyurdu”, “Efendi Hazretlerinin talimatı böyle” deyince akan sular duruyor, mantık-muhakeme süzgecinden, değerler ölçeğinden geçirilmeden “yapılması zaruret” addediliyorsa Mabeyni Humayun için ortam çok verimli demektir. Zira onlar bunu çok kolay ve sınırsızca istismar ederler. Esas olan sözü kim söylerse söylesin söyleneni nasların, İslami ölçülerin, mantığın imbiğinden geçirmektir.
    9. Tarikat Cemaat türü yapılarda avantajlı, dar oligarşik bir halka oluşmuşsa şeyhin-liderin amme hakkı ve hukukullah adına buna müsaade etmemesi, kırmaya çalışması lazımdır. Aklı selim, ehli insaf insanların da dinin istismarına mâni olmak için bununla mücadele etmesi İslami, vicdani bir sorumluluktur. Bu tür durumlarda “bana dokunmasın!”, “dengeleri kollayalım!”, “biraz zamana bırakalım!” gibi yaklaşımlar sadece Mabeyni Humayuna güç ve zaman kazandıracaktır. Bir süre sonra ise o yapılarla mücadele etmek imkansız hale gelecek ve milyonların hakkı, emeği, hukuku dar bir zümreye feda edilmiş olacaktır.
    10. Dini gruplarda, tarikatlarda lidere büyük manevi güç, basiret, donanım atfedilir ve kalp gözüyle her şeyi göreceği, Allahın inayetiyle şer şebekelerini fark edip bertaraf edeceği düşünülür. Sebeplere ve tevhit akidesine de aykırı şekilde Şeyhin/Liderin bütün problemleri mucizevi şekilde görüp harikulade yollarla çözmesi umulur. Bu nedenle de genellikle ihvan arasındaki makul, makbul ve aklı selim kişiler devreye girmeyi, bir şeyler söylemeyi abes sayar. Şeyhe/Lidere bu konularda yardımcı olmayı edep dışı ve saygısızlık olarak görür. Oysa çoğu zaman şeyh/lider aynı dertlerden mustariptir ve ihvanından, arkadaşlarından çıkış yolu, yardım bekler. Mabeyni ele geçirmiş, şeyhi çevrelemiş kişi/kişiler kara çalarak, tehdit ederek, korkutarak, satın alarak insanların onuru, itibarı, ikbaliyle oynadığı için çok kimse mücadele etme yürekliliği sergilemek yerine şeyhin bir kerametle bu işleri halletmesi için seyirci kalır. Bu yaklaşım konuyu kangren etme yanında şeyhe/lidere vefasız davranmaktır. Şeyhi/lideri yalnız bırakma ve mabeyni humayunu güçlendirme dışında işe yaramaz.
    11. Düşünülenin aksine batıda çok sayıda dini grup, cemaat, tarikat var. Bunlar her türlü bağış, yardım alıyor, harcama yapıyor. Ancak yardımları/harcamaları herkese açık ortamlarda paylaşıyor, istismara karşı müsamahasız davranıyorlar. İslam dünyasındaki tarikat, cemaat türü yapılarda ise bu tür işler “güven” esasına göre, denetimsiz ve suistimale açık şekilde yürütülüyor. Doğal olarak denetimsizlik, kapalılık art niyetlilerin, özellikle de merkeze-güce yakın olanların aklını çeliyor, ahlakını bozuyor.
    12. Dini Hizmetleri yürütenler suizan etmemeli, suizanna sebep olacak davranışlardan çekinmeli ama daha önemlisi suizan, istismar kapılarını kapatacak sistemler, yapılar kurmalılar. Kardeşlerini günaha, vebale, yozlaşmaya bulaşmaktan kurtaracak şeffaf, açık, güven veren ortamlar oluşturmalılar. Pekâlâ bağımsız denetim birimlerine bile denetimler yaptırılabilir.
    13. Siyasetle girilen yakın ilişki ve iş birliği Allah rızası için çalışan manevi yapıları siyasetin hastalıklarına açık hale getiriyor. Dini hizmetleri siyasi etkiden alabildiğine uzak tutmak yozlaşmayı azaltacaktır.

İslam dünyasında cemaatler, tarikatlar nesillerin korunmasından, eğitimin yükselmesine, sosyal yardımlaşmadan, ahlaki erozyonun engellenmesine pek çok alanda güzel işler yapıyorlar. Bu yapıların yozlaşması, kirlenmesi ise hem dine, hem topluma büyük zararlar verebiliyor. Bu nedenle İslami hizmetlerle, hayır işleriyle uğraşanlar herhangi bir seküler kurum ve kuruluşun çok ötesinde kirlenmeye, yozlaşmaya ve Mabeyni Humayun oluşmasına karşı teyakkuz içinde olmalılar. İslami Hizmetlerin kapalı devre, akrabalara, yakınlara bina edilmesi “güvenli” gibi görünse de harekete büyük zararlar verebiliyor. Zira böylesi yapılarda sorgulama, soruşturma, arızaların ortaya çıkarılması mümkün olmuyor. Problem patladığında ise hasar devasa boyutlara ulaşmış oluyor.

Eğer bir Tarikatta-cemaatte Mabeyni Humayun oluştuysa Şeyhin/liderin bunu tek başına aşması zordur. Genellikle “fitne çıkmasın” diye çok şey sineye çekilir, yok sayılır. Bu durumda Mabeyni Humayun daha da pervasızlaşır. Problem çözülmeyince o davaya inananlar yavaş yavaş kenara çekilir, umudunu yitirir, gönül bağını koparır. İçerde kalanlar ise kırgın, çözümden umutsuz yaşar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

8 YORUMLAR

  1. Maalesef Mabeyn i Humayun oluşturanları engellemek istediğinizde üste çıkıp sizi haksız gösterebiliyorlar . Bu tarz insanlar la nasıl mücadele etmek lazım aceba hocam ? Devaminı getirirseniz seviniriz . Teşekkürler …

  2. Bugüne kadar okuduğum yazılarınız arasında en beğendiğim yazınız bu oldu. “Tarikatımızın ilkeleri” veya “Yolumuzun düsturları” başlığıyla her dergaha, tekkeye, cemevine, vs asılmalı bu yazı!

  3. Mahmut Hocam Allah razi olsn. Cok guzel yazdiniz yine. Fakat bu yazilarinizi okuyan “zihni berraklar” sizi yakinda aforoz edebilir :)).

  4. Yazdıklarınıza genel olarak katılıyorum. Sanki bizde de biraz böyle oldu ve neticede yedik sille-i ilahiyeyi..
    Yalnız, 7. maddede Resulullah (s.a.v.)’in fidan diktiğini yazmışsınız.. o fidan tutmayınca filan.. bunu yanlış biliyorsunuz. O hadisin sebeb-i vürudu, hurmaların aşılanmasıyla ilgili.. Resulullah’a yalan olarak ne söz ne de fiil isnad edilemez.. Sizi tenzih ediyorum ama, sözkonusu olan kavli ya da fiili sünnet olduğunda, siyasi analizlerde bile, icabında sağlamasını yapmak için ufak bir araştırmaya başvurduğunuzu tahmin ettiğim bazı bilgilerden, milyon kat daha mühimdir Resulullah’a isnad edilecek söz ya da fiilin sağlamasını yapmak.. Bahsettiğiniz mabeyn-i hümayun “kast”ını bertaraf etmeye, yazınızdaki yanlışı düzelterek başlayabilirsiniz.. bir “büyük abi” olarak..

  5. Resulullah buyurdu ki: “Benim adıma bilerek yalan söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlansın.” Evet.. Ehadis-i Nebeviye konusunda böyle “mütesahil” ve “gevşek” davrananlar yüzündendir ki, bi dünya uydurma rivayet ve bunları me’haz kabul edenlerce uydurulmuş bi dünya fırak-ı dâlle türemiştir.. haddizatında küçük bir açıyla başlayan hususlar, ufuk hattında büyük açılara dönüşmüştür.. Size 7. maddede Resulullah adına yanlış olarak yazdığınız bir hususu düzeltmeniz telkininde bulunmuştum.. görüyorum ki yazınızda herhangi bir düzeltmeye gitmemişsiniz.. Bu sizin için üfürükten teyyare bir husus olmalı ki tınmamışsınız.. Bu sitede yazacaksanız, cehaletinizi paylaşma hakkınız yok.. ne o? Ben bunları söylüyorum diye, hala eski kafayla düşünüp, bana “problem ilahiyatçı” olarak mı bakacaksınız? O halde yukarıda döşediğiniz yazınızda yazdıklarınızda samimi değilsiniz demektir.. Yedinci maddede yazdığınız şekle göre, biz diktiği ağaç tutmayan, kuruyan bir Nebi’ye inanıyoruz.. Fakat rivayetin sahih olanına göre ise, dünyevi konularda şahsi ictihad sahibi olan ve bu gibi hususlarda ictihadında bir beşer olması hasebiyle yanılabilen; ancak vahiy sözkonusu olduğunda tercih hakkımızın olmadığı mutlak bir itaatla itaat etmek gereken bir Nübüvvet kurumu anlaşılır.. illa ki işin teknik boyutunu anlatmalıyız ki ikna olasınız öyle mi?! Lütfen düzeltin.. Resulullahla ilgili en ufak bir yalan veya yanlış beyana tahammül gösterilemez.. Bu yazdığınızın ötedeki tekzibi çok acı olabilir.

  6. Birileri “sadece %20 çalıyorlar” deyince dinin ırzına geçmiş oluyorlardı.. Başka birileri de, “Resulullah’a sadece %20 yalan isnad ediyorlar” mantığı tenkid edilince, “Mahmud Bey rahatsız edilmiş” oluyor.. “Teşabehet gulubühüm”.. diyorum.. Yuh olsun muannidlere! Yuh olsun “Resulullah adına hassasiyet gösterin” denilince enaniyeti kendisine perde olanlara! Yuh olsun, veyl olsun!
    Protesto ediyorum. Mahmut’u savunacak kaç hilmi daha var acaba şu daire içerisinde? Neyin inadını yapıyorsunuz? “Resulullah bir fidan dikmiş, o da tutmamış kurumuş”.. Kardeşim böyle bir vakıa yok rivayetlerde. Bu düpedüz Resulullah’a yalan isnadıdır.. Mahmut’un yazdığı şekildeki bir anlatımı, “ehadis-Nebeviyye’de mana ile rivayet caizdir” ruhsatı ile de izah edemezsiniz. O paylaştığınız yazı gibi çok yazılar okudum merak etmeyin. Hadis alanında lisansüstü eğitimim de var.. internet hocası değilim. Şu küçücük (fakat hadd-i zatında çok büyük) meselede hakikat ne ise o yapılmalı, hakikati dillendiren kim olursa olsun, ENANİYET yapılmamalıydı.. Geçen gün Barbaros Bey’in yazısındaki “Allasen” tabirinin yanlış olduğunu yazınca, düzeltme yapıldı. Ben de memnun oldum ve teşekkür ettim. Fakat şu yazıda düzeltme yapılmadı. Bu durumda bana düşeni yapmış olmanın vicdani rahatlığıyla başımı yastığa koyabilirim. Artık Mahmut ile Hilmi’yi de, yanlışa yanlış diyenden “rahatsız olan” “tuhaf itikadi inhiraf”larıyla başbaşa bırakıyorum.. Roma’yı yakacak halimiz yok! Bir daha da “Mabeyn-i Hümayun”dan birisinin yanlışına yanlış dersem ne olayım! O mabeyn de başına geçsin der, işime bakarım.. vesselam.. (kusura bakmayın..)

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin