“Süzme münafık” meselesi

YORUM | SÜLEYMAN SARGIN

Faik Can müstearıyla 13 Temmuz 2017 tarihinde (yaklaşık sekiz ay önce) Tr724’te yazdığım bir yazıda geçen “süzme münafık” nitelemesi haklı olarak eleştiriliyor. İzahlarına girmeden önce lafı hiç eğip bükmeden söyleyeyim, o ifade maksadı aşan, bana yakışmayan, ağır ve yanlış bir ifadeydi. Yazının yayınlandığı gün görüşlerine çok değer verdiğim yakın dostlarımdan bu konuda eleştiri ve uyarılar aldım. Bülent Keneş, Bülent Korucu, Levent Kenez gibi değerli arkadaşlarım haklı eleştirilerini yönelttiler. Aynı halkada ders okuduğum arkadaşlarımdan da benzer tepkiler aldım. Ben de onlara hak verdim. Konu o dönemde kapandığı için işin doğrusu bir açıklama yazısı yazmayı düşünmedim. Belki de ilahiyatçı kibrim ve egom o gün için buna müsaade etmedi. Ama ben pişmanlığımı kendi içimde yaşadım ve Rabbime o konuda bir söz verdim.

O yazıdan sonra da bir daha benzer muhtevada ne bir yazı yazdım ne de sosyal medyada o tür bir paylaşımım oldu. Ancak son dönemde değerli Engin Sezen beye verdiğim bir mülakat üzerine bazı maskeli sosyal medya hesapları konuyu şahsıma yönelik bir itibar suikastına dönüştürdüler. Savaş Genç ve Aydoğan Vatandaş gibi bazı değerli isimler de haklı olarak bu konuyu gündeme getirdiler. Hem insanları suizandan kurtarmak hem de hakikate olan özür borcumu ifa etmek maksadıyla birkaç hususu tavzih etmek istiyorum.

  1. Öncelikle Faik Can ismi benim başka muhtevalı yazılar yazmak ve paylaşımlar yapmak için aldığım bir isim değil. O dönemde Tr724’te yazan hemen herkes dönemin şartları gereği müstear isimle yazıyordu. (Dolayısıyla Tr724’ün özür dilemesini gerektirecek bir durum yok.) Yani ben kendi adımla bir yerde yazarken Faik Can adıyla orada başka yazılar yazmış değilim. O talihsiz ifadeyi de müstear ismin verdiği rahatlıkla kullanmadım. O günkü halet-i ruhiyemle o yazıyı Süleyman Sargın olarak da pekâlâ yazardım. Bunu sanki açık kimliğimle farklı, müstear isimle farklı şeyler yazıyormuşum gibi algı oluşturanlar büyük haksızlık ediyorlar. Eğer bunu bilmeden yapıyorlarsa işte gerçeği şimdi söyledim, yok eğer bildikleri halde kasıtlı bir saldırı içindelerse burada kimliklerini gizleseler de hiçbir kimliğin ve işin gizlenemeyeceği o günde onlarla bir hesabım olacağını bilmelerini isterim.
  2. Kendi adımla yazmaya başladıktan sonra,  Faik Can ismiyle tek bir yazı bile yazmadım. Faik Can adına açılmış Twitter hesabımı da uzun zamandır kullanmıyorum. Sadece belli aralıklarla ayet, hadis, dua ve büyüklerin sözleri gibi içerikler paylaşıyorum. Bunun dışında müstear hiçbir sosyal medya hesabım ve müstear ismim olmadı.
  3. O yazıyı insafla ve dikkatle okuyanlar yazıda “süzme münafık” olarak kimlerin nitelendiğini de görürler. Yazının girişinde konunun hedefinin “kim oldukları bilinmeyen bir kısım maskeli sosyal medya hesapları” olduğu açıkça belirtiliyor. Sebebi de şu; yazının yayınlandığı tarihlerde sosyal medyada kimliği belirsiz 3-5 tane hesap Hocaefendi’nin şahsına ve yakınında bulunan birkaç isme karşı oldukça edepsizce ve insafsızca isnat ve iftiralarda bulunuyorlardı. Tahribin kolay olmasından ötürü bu paylaşımların -ki hiçbiri eleştiri veya sorgulama değildi, tamamen Hocaefendi’ye iftira ve hakaret içeriyordu- pek çok masum insanın zihnini ve gönlünü kirlettiğini gördüm. O sosyal medya hesapları da içeriden insanlarmış havası veriyorlardı. Birkaç farklı yerde insanlardan o istikamette olumsuz beyanlara ve sorulara şahit olunca o anki öfke ve hiddetimin de tesiriyle bahse konu tezvirata yönelik bir yazı yazdım. Yazının hedefi sadece o maskeli hesaplardı. Yalan, iftira, itham, itibar suikastı, fitne ve fesat hepimizin bildiği gibi münafık vasfıdır. Bu sebeple o günkü halet-i ruhiyemle Asr-ı saadette münafıkların Efendimiz’e yönelik yaptıkları benzer şeyleri örnekleriyle anlattım ve haddimi aşarak o hesap sahiplerine “süzme münafık” dedim. Elbette dememeliydim. Buna rağmen o talihsiz tanımlama açık kimlikleriyle hizmet eleştirisi yapan değerli akademisyen ve gazetecilere yönelik yapılmış gibi bir algı oluşturmak isteniyor. Yazının yayınlandığı tarih 13 Temmuz 2017, Prof. Dr Ahmet Kuru’nun Hocaefendi’ye açıktan bir kısım eleştirilerde bulunduğu, çok tartışılan yazısının yayın tarihi ise 15 Eylül 2017. Yani “süzme münafık” yazısı, akademisyen arkadaşların tepki çeken yazılarının başladığı tarihten iki ay önce yazılmış.
  4. Şunu net ve kesin olarak belirtmek isterim, kim olurlarsa olsunlar, insanların sert veya yumuşak eleştiri yapmalarına, sorgulamalarına, yazılar yazmalarına ve fikirlerini açıklamalarına sonuna kadar saygılıyım ve bunun zaruri olduğuna inanıyorum. Bu, benim yeni bir tavrım değil. Üç sene önce sosyal bilimcilerle ilahiyatçılar arasında başlayan tartışmadaki tavrımı da başta İhsan Yılmaz olmak üzere pek çok kimse bilir. Hakaret, tahkir, tezyif, itham, iftira ve itibarsızlaştırma olmadığı müddetçe çok sesliliğin, farklı düşüncelerin, eleştirilerin her platformda özgürce yazılmasından ve konuşulmasından yanayım. Bu anlamda farklı seslere yer verip faydalı bir tartışma ortamı oluşturduğu için Engin Sezen beye ve www.thrcrcl.ca portalına teşekkür etmek isterim.
  5. Bugünlerde alevlenen “müstear isimlerle yazma ve paylaşım yapma”  tartışması da gösteriyor ki müstear isim meselesi ciddi bir problem. Benim ifadelerimi sertçe ve bağlamından kopararak eleştiren arkadaşlar haklı olarak “kimliği belirsiz maskeli tipleri sosyal medyada engellemekle” övünüyorlar. Ben de o yazıda kim olduklarını bilmediğim, eleştiri değil tamamen hizmete ve Hocaefendi’nin şahsına yönelik art niyetli paylaşımlarda bulunan, itibar suikastleri yapan, içeriden oldukları izlenimi veren (o hesapların önemli bir kısmının istihbarat tarafından yönetildiğini düşünüyorum) o hesaplara yönelik eleştirilerde bulundum. Okuyucuları da bu tiplerden uzak olmaları için uyardım. Münafık benzetmesi yanlıştı, bunu bütün kalbimle kabul ediyorum. Ama bugün geldiğimiz noktada beni eleştiren insanların aynı dertten (maskeli hesaplar) muzdarip olduklarını da unutmamak gerekiyor.
  6. Müstear isimler özellikle sosyal medyada önemli bir problem ama tarih boyunca edebiyatçılar, sanatçılar, devlet adamları bunu çokça kullandılar. Bu yönüyle müstear isme külliyen karşı olmak, hepsini aynı kategoriye sokmak doğru bir yaklaşım değil. Bizim o dönemde müstear isimle yazmak zorunda kaldığımız gibi bugün hala aynı zarureti yaşayanlar olabilir. Yarın da kimlerin aynı mecburiyete maruz kalacağını bilemeyiz. “Aydınsan, gazeteciysen açık kimliğinle yazacaksın kardeşim!” tavrı bu nedenle, gerçekçi ve insaflı değil. Özcan Keleş’in geçen hafta yaptığı bir yayında ortaya koyduğu ölçüler ve dile getirdiği endişeler çok haklı ve yerinde. Müstear isimle yazan herkes kötüdür genellemesi yakalamaya çalıştığımız fikri zenginliğe de engel olur. Yazanın açık kimlikle mi, müstear isimle mi yazdığından ziyade yazdıklarının içeriği daha önemlidir. Müstear isimlerle yazıp çok faydalı paylaşımlar yapan hesapların sayısı da az değil. Maskelerin arkasına saklanarak yalan, iftira, hakaret, ifsat, fitne üreten tiplerle müstear yazmak zorunda kalan insanları ayırt etmemiz gerekiyor. Fikir beyan eden, sert bile olsa eleştiren, düşünce üreten insanlar ister açık ister müstear isimle yazsınlar, değerlidir ve saygıyı hak ekmektedir. Paylaştıklarında hiçbir fikir kırıntısı olmayan, sadece insanlara hakaret eden, iftira atan, insanların arasını bozmaya çalışan tiplere karşı ise ister açık isimle, ister müstear olarak yazsınlar mutlaka tavır konmalı ve mücadele edilmelidir.
  7. Savaş Genç hoca yakından olmasa da şahsen tanıdığım ve hakikaten değer verdiğim bir akademisyen. Kendisinin bir röportajda ifade ettiği bir düşüncesini ben de kendi röportajımda eleştirdim. Hala da aynı kanaatteyim. O eleştiriyi yaparken Savaş Hoca’ya yönelik kesinlikle bir hakaret ve aşağılamada bulunmadım. Tam tersine o sözlerine üzüldüğümü ve o ifadesinin, dile getirdiği pek çok kıymetli düşünce ve eleştiriyi insanlar nezdinde değersizleştireceğini söyledim. Çünkü Savaş hoca gerçekten bu işin ızdırabını çeken, sıkıntısını yaşayan ve bu uğurda bedel ödemeye devam eden bir insan. Hizmetin büyük sıkıntılar yaşadığı şu son 4-5 yılda Savaş Genç hem yazılı hem görsel medyada hizmeti canhıraş bir gayretle savundu. Bugün de gerek yazı ve röportajlarında gerekse sosyal medya paylaşımlarında sadece eleştirilerde bulunmuyor. İnsanlara alternatifler sunuyor, mazlumların, mağdurların sesi oluyor, akademik çalışma yapmayı düşünenlere burs imkânlarını anlatıyor, iş yapmak isteyenlere yol gösteriyor. Sosyal medyada kendisine yönelik linç kampanyası başlatılması çok çirkin ve insafsız bir durum. Elbette hiç kimse bir başkasının fikrine yüzde yüz katılmak zorunda değil. Bu fıtrî de olmaz. Her düşünce, fikir, karar ve uygulama sorgulanabilir ve alternatifleri ifade edilebilir. Ayrıca her eleştiride de istifade edilecek yönler mutlaka vardır. Ben şahsen değerli Gökhan Bacık’ın Kıtalararası platformunda “Hizmet hareketinin kültleşmesi riskine dair” kaleme aldığı ve içinde benim bir kısım görüşlerime eleştirel olarak atıfta bulunduğu yazısından kendi adıma oldukça istifade ettim. Hakperestlik ve hakkaniyet Mü’min olmanın en önemli vasfıdır. Hepimiz birbirimizi eleştirebilir, yanlışlarımızı dile getirebiliriz. Bu bizim insan olmamızın da Mü’min olmamızın da gereğidir. Bunu yaparken kimseyi dışlamamak, incitmemek, hakaret etmemek, tezyif ve tahkirde bulunmamak da aynı ölçüde gereklidir.
  8. Hizmet Hareketi son senelerde ağır bir imtihandan geçiyor. Bu travmatik süreçte yazdığımız ve konuştuğumuz şeylere dikkat etmemiz elzem. Sürecin hâsıl ettiği gerginlik ve sıkıntıların etkisiyle zaman zaman sert, kırıcı ve maksadı aşan ifadeler kullanabiliyoruz. Bu hepimiz için geçerli olan bir husus. Başka zamanlarda normal ve anlayışla karşılanabilecek bir cümlemiz, bir ifademiz bugün insanların böğrüne bir mızrak gibi saplanabiliyor. Farklılıklara saygı, herkesi kendi konumunda kabul etme ve tahammül bizim vazgeçilmez prensiplerimiz olmalı. “Gönlünüzde herkesin oturabileceği bir sandalye olsun” bir tavsiye olmaktan çıkıp hepimiz için önemli bir hayat düsturu haline gelmeli. Herkes daha iyiye ulaşmak adına rahatça fikrini ifade etmeli. Hiç kimse söylediği ve yazdığı şeylerden dolayı hakarete, iftiraya maruz kalmamalı. Böyle yaklaşanlara karşı ister gerçek ismiyle ister müstear ismiyle yazsın, ortak bir tavırla tepki gösterilmeli. Fikirler serbestçe ifade edilebildiği gibi, aynı serbestlikte karşı eleştiriler de yapılabilmeli. Hiç kimse bir başkasını “sen hala konuşuyor musun, bırakın gidin artık” diyerek yok saymaya çalışmamalı.
  9. Son olarak hatırlatmak istediğim bir husus daha var; bizler Allah’a ve ahirete inanan insanlarız. Niyetlerimizin, sözlerimizin ve eylemlerimizin hesabını en ince ayrıntısına kadar Rabbimize vereceğiz. Bu sebeple yazdığımız ve konuştuğumuz her şeyi vicdan süzgecinden geçirmemizde fayda var. “Dokuz düşünüp bir konuşmak” zorunda olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Sadece konuşmuş olmak için söylemek, içimizde birikmiş gazı atıp rahatlamak için yazmak ve bu şekilde egomuzu tatmin etmek bize kul hakkı başta olmak üzere ciddi veballer yükler. En büyük duam bu karanlık ve ufunetli sürecin bir an önce bitip zulmün sona ermesidir. İnşallah hepimiz bu süreçten hem kendi adımıza hem de hareket adına çok şey öğrenerek, ruhi ve fikri anlamda kıvama ererek çıkarız. Rabbim bizleri istikametten ayırmasın…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Suleyman hocam Hz.Omer efendimizin Hudeybiye de sarf ettigi sozler icin hayatinin kalan kisminda hep sadaka vererek avf ve magfiret dilemesi gosteriyor ki bu durumlar mevzu bahis olacak ve kimileri isin hakikatine muttali olunca avf edilme vesileleriyle Cenabı Hakkın dergahinda el açacak …

  2. Eline ve kalemine zeval vermesinAllah.f.can olarakta s sargin olarak ta baştan beri yazilarinizi okuyorum ve cok yararlandim bahsi geçen yazinizi okudum sayilan sifatlar tamamen munafik sfatlariydi ama neylersinki hırsıza hırsız demenin suç oldugu bir surecten geciyoruz üzülme selamlar

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin