Suudilerin Hicaz hâkimiyeti ve Katar krizi [Dr. Serdar Efeoğlu]

Ortadoğu, yaklaşık yüz yıldır dünyanın en önemli çatışma alanlarından birisi oldu. Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’ın öncülüğünde altı ülkenin yine bir Körfez ülkesi olan Katar’ı teröre destek vermekle suçlayarak bazı yaptırımlara girişmesi, Ortadoğu’yu yine dünya gündemine taşıdı. Erdoğan iktidarının Suudilere karşı Katar’ın yanında yer almaktan da öte askeri destek vermesiyle de kriz yeni bir aşamaya girdi.

VEHHABİLERİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SUUDİLER

Bugün Suudilerin egemenliğinde olan Hicaz, Yavuz’un 1517’deki Mısır seferiyle Osmanlı topraklarına dâhil oldu. Osmanlılar yüzyıllarca bölgeyi özerk bir yapı ile yöneterek çöllerde yaşayan Bedeviler ve vahalardaki yerleşik aşiretlere müdahale etmediler.

Hicaz, Birinci Dünya Savaşı’na kadar Mekke şerifleri tarafından idare edildi. Fethedilen yerlere Türk nüfus yerleştirme politikası Hicaz’da uygulanmadığından bölge etnik özelliklerini korudu.

Vehhabilik ise 18. yüzyılda Necid bölgesinde ortaya çıktı. Mezhebin kurucusu Hanbeli kadısının oğlu Muhammed bin Abdülvahhab şirk olarak gördüğü uygulamalara karşı harekete geçtiyse de büyük bir muhalefetle karşılaştı. Ancak Dir’iyye Emiri Muhammed bin Suud’un himayesi altında fikirlerini yayma imkânı elde etti. Aralarında yapıldığı iddia edilen anlaşmaya göre Suudilerin emirliğini destekleyecek, onlar da Vehhabiliğin yayılmasına yardım edeceklerdi. Böylece dini bir hareket olarak ortaya çıkan Vehhabilik, siyasi bir kimliğe kavuştu.

SUUDİLERİN İLK HİCAZ HÂKİMİYETİ

Suud ailesi kısa zamanda Riyad ve Ahsa’yı ele geçirerek Necid’in bedevi kabilelerini kontrol altına aldı. Vehhabi Suudiler, 1803-1805 yılları arasında Mekke, Medine ve Taif’i işgal ederek Hicaz’da Osmanlı halifesi adına hutbe okunmasına son verdiler.

Suriye ve Irak’taki Osmanlı kuvvetlerinin Suud yayılmacılığına engel olamaması üzerine Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın kuvvetleri harekete geçti ve 1815 yılında bölgede Osmanlı hâkimiyetini yeniden sağladı. Hatta Suudi emirlerinden Abdullah bin Suud, İstanbul’da yargılanarak Peygamberimizin defnedildiği hücre-i saadeti yağmalamak suçundan idam edildi. Suudiler bu müdahale ile büyük bir darbe alsalar da 1824’de Emirlik yeniden canlandırıldı.

Osmanlı Devleti Necid’de Suudilere karşı Cebelişemmer Aşireti’ni ve başındaki Reşidileri destekledi. Reşidiler bu sayede rakipleri Suudilere karşı üstünlük sağlayarak 1891-1902 arasında Riyad’a hâkim oldular. Suud ailesi ise II. Abdülhamit’in onayıyla Kuveyt’e giderek orada yaşadı. Reşidilerin çok güçlenmesi hem Osmanlı Devleti’ni, hem de Kuveyt Emirini himaye eden İngilizleri rahatsız etti. Kuveyt Emiri karşısında tutunamayan Reşidilerin elindeki Riyad tekrar Suudilerin eline geçti. Bundan sonra Suudi-Reşidi rekabeti yıllarca devam etti.

Suudiler bu rekabette üstünlük kurarak Reşidileri merkezleri Hâil ve çevresine mahkûm ettikten sonra İngilizlerin desteğiyle bütün Necid’e hâkim oldular. Osmanlı Hükümeti bu durumu kabullendi ve 1914 yılında Abdülaziz bin Abdurrahman’a Paşalık vererek yeni kurulan Necid vilayetine vali tayin etti. Böylece Suudiler bağımsız bir yapıya kavuşuyor, Vehhabilik de devlet olma aşamasına geliyordu.

Vehhabiler bid’atlara karşı çıkan bir yaklaşımla ortaya çıksalar da diğer Müslüman grupları “acele bir şekilde tekfir etmeleri” ve “cihad” kavramını Müslümanların içindeki farklı inanç ve geleneklere karşı siyasi ve askeri güce başvuracak şekilde yorumlamaları nedeniyle şiddete dayanan politikalar sergilediler. Mücadele alanları diğer Müslüman gruplar oldu. Hedeflerine ulaşmak için Ortadoğu’da yayılmaya çalışan İngilizlerle işbirliği yapmaktan geri durmadılar ve bu sayede Hicaz’a hâkim oldular.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE SUUDİLER

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra Arap isyanlarını engellemeye çalıştı. Mehmet Akif İttihatçıların isteğiyle, Hicaz ve Necid’e seyahat ederek Vehhabi ileri gelenleriyle görüştü. İngilizler de Mekke Şerifi Hüseyin’in isyanı sırasında Suudileri isyana karışmamaya ikna etti. Bu durum Suudilerin savaş sonuna kadar tarafsız kalmalarını sağlasa da bundan kârlı çıkan İngilizler oldu. İngilizler Suudilere silah ve para yardımı da yapmaktaydı.

İngilizlerin bütün Arapların kralı olmak isteyen Şerif Hüseyin’e karşı güven duymamaları, savaş sonunda Hicaz’da hâkimiyet mücadelesini tekrar başlattı. Suudiler yüz sene önce ele geçirip daha sonra kaybettikleri Haremeyn’e yeniden göz diktiler. Osmanlı kuvvetlerinin bölgeyi terk etmesinden sonra da Hüseyin’le mücadeleye giriştiler.

Bu süreçte İngiltere’nin Suud ailesini tercih etmesiyle İbn-i Suud, 1926’da Mekke, Medine ve Cidde’yi ele geçirdi ve Hicaz’a hâkim olarak kendisini “Hicaz Meliki” ilan etti. Suudiler,  Vehhabiliğe sahip çıkarak yayılması için gayret gösterseler de bir menfaat çatışması yaşandığında her zaman İngilizleri tercih ettiler.

1932 yılında Necid, Hicaz, Asir, El-Ahsa bölgelerini içine alan Suudi Arabistan Krallığı ilan edildi. Suudi Arabistan, İngiltere’nin bölgeden çekilmesinden sonra ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki olarak varlığını sürdürdü ve son olarak Trump’ın gezisinde görüldüğü üzere bu işbirliği, 11 Eylül saldırıları ile açığa çıkan El Kaide terör örgütüne rağmen bugüne kadar devam etti.

KATAR VE OSMANLILAR

Şu an krizin diğer tarafında yer alan Katar’ın geçmişinde de yine Osmanlı ve İngilizler yer alıyor. Osmanlı Devleti “bin kadar gemiye sahip olan ve ticaretle uğraşan” Katar bölgesini hâkimiyet altına almak için Kanuni devrinde Katar sancağını kurmuşsa da doğrudan hâkimiyet gerçekleşmedi. Yine de bölge, Lahsa eyaletinin nüfuz alanında kaldı. İngilizler 1868’de Katar’ı kendi nüfuzları altındaki Bahreyn Emirliği’ne vergi vermek zorunda bıraktılar.

Katar Emiri’nin İngiliz baskısından kurtulmak için Osmanlılardan yardım istemesiyle 1871’de Katar’da Osmanlı egemenliği sağlandı ve Necid’e bağlı bir kaza yapıldı. Osmanlılar, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Katar’daki haklarından İngiltere lehine vazgeçti ve bölge 1916’da İngiliz egemenliğine girdi. 1940’larda bulunan petrol, bölgenin ekonomik yönden gelişmesinde etkili oldu.

1971’de İngilizlerden bağımsızlığını elde eden Katar, dünyadaki en büyük gaz rezervlerinden birine sahip olmasıyla öne çıkıyor. Katar, 1991’de yaşanan Körfez Krizinde ABD’nin yanında yer aldı ve ekonomisi daha da gelişti. 1997’de 522.000 olan nüfusu, 2004’de 744.000’e, 2016’da da 2,5 milyona çıktı.

TÜRKİYE VE YENİ KRİZ

Suriye’de yaşananlardan ders almamış gözüken Erdoğan yönetimi, çok bilinmeyenli bir denklem olan Katar krizine müdahil olmak için fazla istekli görünüyor. Ancak gerek Suudilerin, gerekse Katar’ın tarihi gelişim sürecine baktığımızda ilişkiler ağının karmaşık olduğu ve büyük güçlerin rekabet alanlarının başında geldiği gerçeği ortaya çıkıyor.

Özellikle krizin temelinde “teröre destek verme” suçlamasının olması ilginç bir durum oluşturuyor. Ayrıca ön planda Suudilerin görünmesine karşılık Katar’da askeri üssü bulunan ABD desteği olmadan böyle bir adım atılması elbette mümkün değil. Krizin Trump’ın Arabistan gezisinden kısa bir süre sonra çıkması da bunu doğruluyor.

Türkiye’nin bu krizde bir arabulucu rolü üstlenmesi mantıklı olsa da doğrudan askeri destek vermesini anlamak zor gözüküyor. Bunu bir de duygusal bir şekilde yeniden yüz yıl önceki topraklara dönüş olarak değerlendirmek reel politikle kesinlikle örtüşmüyor.

AKP yönetimi Türkiye’de bir gecede hiçbir delile dayanmadan ve hiçbir mahkeme kararı olmadan yüzlerce vakfı, STK’yı, şirketleri ve yüzbinlerce kişiyi terörist ilan etmişken, Erdoğan’ın büyük bir aşk ve şevkle Katar’daki vakıfları savunması ve terörle hiçbir ilişkileri olmadığını söylemesi de ilginç bir garabet olarak tarihe geçiyor.

15 Temmuz ve sonrasındaki tasfiyelerle iyice güç kaybeden Türk ordusunun böyle bir maceraya sürüklenmesi için çok önemli gerekçeler olması gerekirken duygusal açıklamalar yapılması, asıl nedenlerin gizlendiği şüphesini öne çıkarıyor ve akla çeşitli sorular getiriyor. Özellikle Katar emir ailesi ile Erdoğan arasında dikkat çeken aşırı yakınlık merak uyandırıyor. Ancak şahsi dostluk ve menfaatlerle dış politika üretilmesinin Türkiye’nin başına yeni problemler açacağı kesin gözüküyor.

Kaynaklar:  “Katar, Suudiler, Vehhabilik”, DİA; M. Bostancı, Suudi Arabistan’ın Kurulması, GÜ SBE Doktora Tezi, Ankara, 2013; T. Erdoğan, Modern Suudi Arabistan Devleti’nin Kuruluşu, FÜ SBE Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 2006.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin