Selçuk Gültaşlı: Rejim değişti, AB kendini kandırmamalı, daha otoriter bir Erdoğan’a hazır olmalı

Gazeteci Selçuk Gültaşlı EUObserver’da yayımlanan İngilizce makalesinde “AB, daha otoriter bir Erdoğan’a hazır olmalı, Türkiye’nin Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sahip olduğu rejim değişti.” değerlendirmesinde bulundu. 24 Haziran’dan sonra oluşan yeni Türkiye tablosunu değerlendiren Gültaşlı, “New York Times’ın belirttiği gibi artık Erdoğan’ın elinde “dikatatörlük yetkileri” var. İşte bu başkanlık sistemi, pazar günkü seçimlerin ardından, tam olarak uygulanmaya başladı” uyarısında bulundu.

Gültaşlı’nın yazısının Türkçe tercümesi şöyle:

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önceki pazar günü 5. seçim zaferini kazandı. Nihayet hiç bir demokratik ülkede olmayan her şeye kadir bir tek adam sistemi ile Türkiye’yi yönetebilecek.

Bir çok siyasi gözlemci Erdoğan’ın artık Rusya’nın Vladimir Putin’i veya Çin’in Xi Jinping’i gibi “güçlü yöneticiler” liginde yer aldığı konusunda hemfikir.

Geçen yıl sultanvari bir icracı başkanlık sisteminin oylandığı şaibeli referandumun ardından, Putin’in danışmanı Sergei Markov Erdoğan’ın artık Rus liderinkilerden çok daha güçlü ve geniş yetkilere sahip olacağını söylemişti.

New York Times’ın da belirttiği gibi artık Erdoğan’ın elinde “dikatatörlük yetkileri” var. İşte bu başkanlık sistemi, pazar günkü seçimlerin ardından, tam olarak uygulanmaya başladı.

Kısacası, Türkiye’nin Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sahip olduğu rejim değişti.

Başbakanlık makamı kaldırılacak, Meclis büyük ölçüde bir noter dairesine dönüşecek, Anayasa Mahkemesi hakimleri dahil olmak üzere üst düzey devlet görevlilerini, Erdoğan atayacak, bütçeyi yapacak ve ülkeyi herhangi bir denetime tabi olmayan kararnamelerle yönetebilecek.

Türkiye’deki başkanlık sistemi, ne Amerika’daki, ne de Fransa’daki başkanlık sistemine benziyor.

Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun defalarca vurguladığı üzere, Türkiye’deki sistemde herhangi bir denge ve kontrol mekanizması yok.

Türkiye’nin zaten çok güçlü tek adamı, artık en güçlü ve artık hiç bir devlet kurumu otoritesini sorgulayabilecek konumda değil. Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” dediği 2016 yılındaki darbe girişiminden bu yana, bütün kurumlar ya hizaya sokuldu, ya da ehlileştirildi.

AB kendisini kandırmamalı! Muhalefetin ve eleştirinin her türlüsüne tahammülsüz, uzun süredir sahip olmak istediği yetkileri nihayet eline geçirmiş, daha otoriter bir Erdoğan’a hazır olmalı.

Erdoğan’ın seçim gecesi yaptığı zafer konuşması hiç de uzlaşmacı değildi, tam aksine iç ve dış düşmanlara karşı daha sert tavır almayı vaat ediyordu.

Ancak bu kez Erdoğan MHP’nin desteğini de yanına almak zorunda kaldı.

Türk siyasetini takip eden tecrübeli gözlemciler, Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini MHP’nin desteğine borçlu olduğuna işaret ediyor.

Meclis’teki durum ise farklı.

Erdoğan’ın AKP’si 2002 yılından beri ilk defa Büyük Millet Meclisi’nde azınlıkta kaldığından kanunları çıkartabilmek için MHP’nin desteğine muhtaç.

Din yani AKP ile milliyetçilik yani MHP’nin evliliği sadece Türkiye için değil, AB için de çok önemli sonuçlar doğuracak.

Büyük ihtimalle Türkiye Devleti’nin ideolojisinin tedricen laik bir milliyetçilikten, dindar bir milliyetçiliğe doğru evrildiğine şahitlik edeceğiz.

Kürt yanlısı HDP’nin Meclis’teki üçüncü büyük parti olmasına rağmen, bir sonraki seçimde de MHP’nin desteğini almak isteyecek olan Erdoğan, muhtemelen taviz vermeye yanaşmayacak.

Erdoğan’dan Kürt sorunu bağlamında daha çatışmacı bir yaklaşım beklenebilir.

Dindar milliyetçilik daha çok Batı ve AB karşıtı olacak, AB’nin elinde Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir manivela kalmayacak. Bu sert üslubun ilk belirtileri görülmeye başladı bile.

Bu hafta Türkiye dışişleri bakanlığı AB zirve toplantısının sonuç bildirgesini “iki yüzlü ve tutarsız” olmakla suçladı.

Erdoğan gibi Bahçeli de OHAL’in süresiz olarak uzatılmasından yana.

AB’nin, Avrupa Parlamentosu’nun ve Avrupa Konseyi’nin her üçü de, OHAL’i kaldırması için Erdoğan’a çağrı yaptı.

Dindar Cumhurbaşkanı ile aşırı milliyetçi lider, PKK ve (Erdoğan’ın darbe girişiminden sorumlu tuttuğu) inanç temelli sivil toplum örgütü Hizmet (Gülen Hereketi) kurumlarına karşı yürütülen mücadeleye hız vermek konusunda da mutabık kaldılar. Hizmet Hareketi darbeye karıştığını reddediyor.

Avrupa Konseyi rakamlarına göre darbe girişiminin ardından 150.000 kişi gözaltına alındı, 78.000 kişi tutuklandı ve 110.000 devlet memuru kamu görevinden uzaklaştırıldı. Hapse atılanların 17.000’i kadın.

Bu rakamların iki lideri de tatmin etmediği anlaşılıyor.

Basın hürriyeti ise, iki liderin üzerinde en çok anlaştıkları konu.

Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye hapisteki gazeteci sayısı konusunda dünya lideri. Erdoğan kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle günde ortalama üç kişiye dava açıyor. Özgür ve eleştirel basını fiilen yok etmiş durumda.

Medya organlarının %95’i, karlı kamu ihalelerini alan iş adamlarına ait.

Bahçeli, seçimlerden hemen sonra, partisine iftira atmakla suçladığı, çoğunluğu gazeteci 80 kişinin isminin bulunduğu bir kara liste yayınlayarak, bu isimlerin yaptıklarını hiç unutmayacakları sözü verdi.

Son olarak Erdoğan Türkiye’nin bir sonraki kuşağının daha dindar ve milliyetçi bir kimlikle şekillenmesi için bütün ülkede din eğitimini seve seve mecburi kılacaktır.

Ne de olsa şu anda eline geçirmiş olduğu yetkilerin hayalini, sırf ekonomiyi yönetebilmek ve yeni toplu konut projeleri yapmak için kurmuyordu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin