Sağanak propagandalı günler [Kemal Ay]

15 Temmuz’un yıldönümü etkinlikleri son hızla devam ediyor.

Uzun süredir Batı medyasıyla kavgalı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan önce Die Zeit, ardından BBC’ye çıktı ve kendince ‘propagandasını’ yaptı. Propagandasını diyorum çünkü Die Zeit röportajından anlıyoruz ki Erdoğan’a göre ‘medya’ demek propaganda demek. Başka bir işlevi ve amacı olamaz. Haliyle eğer bir teröristle röportaj yapıyorsanız, onun propagandasını yapmış oluyorsunuz ve bu da sizi terörist hâline getiriyor. Acıklı bir durum ama Erdoğan buna inanıyor belli ki. Nitekim BBC röportajında da hapisteki gazetecilerin aslında ‘gazeteci’ olmadığını vurguladı.

ÖZGÜVENİN SEBEBİ NE OLA?

Bilemiyorum dikkatinizi çekti mi, Erdoğan bu iki röportajda da son derece özgüvenli. Karşı tarafı suçlayarak üste çıkma stratejisini, hiç çekinmeden uyguluyor. ‘Sahaya inme’ hâli var yani Erdoğan’da. Peki, bunun sebepleri neler olabilir?

Aklıma biri onun açısından olumlu, diğeri olumsuz iki sebep geliyor. Olumlu sebep şu: İşler iyi gidiyor, yeni gelişmeler olacak. Erdoğan’ı sevindirebilecek az sayıda gelişmeden birisi Reza Zarrab meselesinde mesafe kat ediliyor olma ihtimali. Diğeri İsrail’le doğalgaz anlaşmasının imzalanmak üzere oluşuyla ilgili çıkan haberler. Bu anlaşma Erdoğan’ın hem aile serveti için önemli, hem de İsrail’le kurulacak dostluktan özellikle dünya genelinde fayda ümit ediyor. ABD’deki İsrail’le çalışan lobicilerin, iktidarını perçinlemekte katkı sunmaları ihtimal dâhilinde. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump’ın da bu lobicilerle arasının iyi olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bu olumlu senaryo gerçekleşiyorsa maalesef Cemaat’e yönelik zulmün artabileceğini de hesaba katmak gerekir.

Erdoğan’ın sahaya inmesinin olumsuz anlamı ise özellikle Avrupa tarafından terk edilme korkusu yaşamasıyla alakalı. Yakın zamanda Almanya, İncirlik’ten çekildi ve Avrupa Parlamento’sunda Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili ‘müzakereleri durdurma’ yönünde bir tavsiye karar ezici çoğunlukla kabul edildi. Son röportajlarında da Erdoğan NATO’ya bağlılığını sunarken, AB ile ilişkilerde birliği suçlayıcı bir pozisyon takınıyor. Hatta AB Türkiye’yi almayacağını deklare ederse memnun olacağını, zaten ‘halkının’ çoğunluğunun AB’yi istemediğini belirtiyor. İhaleyi AB’ye yıkıp yine içeride kazanma derdinde.

15 TEMMUZ’UN EKMEĞİNİ BİRAZ DA BÖYLE YİYELİM

Her iki durumda da Erdoğan’ın ajandasında 15 Temmuz’un yıldönümünü bir ‘PR şenliğine’ çevirmek var belli ki. Kendisini bu konuda hayli ‘haklı’ görüyor ve 15 Temmuz üzerinden bir süredir kaybettiği ahlakî üstünlük pozisyonunu kazanmaya çalışıyor. ‘Adalet Yürüyüşü’ ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazandığı uluslararası sempatiyi de böylece egale etme derdinde.

Bu arada PR kampanyası sadece Erdoğan’a bağlı değil. ABD’de Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Yaşar Güler’e program yaptırıldı. Bürokratların bu tip programlara katılmalarına ‘sivilleşme’ çerçevesinde bağırıp çağıran AKP’liler Yaşar Paşa’nın ağzının içine bakıyor. Zira ABD tarafından ‘seküler’ olarak algılanan ordunun en önemli pozisyonlarından birinde bulunan Yaşar Paşa’nın Cemaat aleyhine konuşmalar yapması, PR açısından önemli görülüyor.

Batı medyasında şu aralar 15 Temmuz’da Cemaat’in rolünü anlatan ve Fethullah Gülen’i ‘şüpheli’ hâle getirmeye çalışan başka yayınlar da oldu. Nedim Şener, Hollanda medyasına konuşmuş mesela. Almanya devlet televizyonunda AKP’nin 15 Temmuz tezlerini bizzat eski Ergenekon sanıkları anlatmış. Meşhur ittifakın bir parçası olarak görülebilir.

YEMİNLİ CEMAAT DÜŞMANLIĞI KADROSU

Artık şundan eminim: İktidara muhalif olsa da, Cemaat’in bir şekilde Türkiye’de ‘eski hâline’ dönmesinden korkan, mümkünse Cemaat’i tarihten silmek, bir daha hiçbir şekilde Cemaat’ten haber almamak üzere onu yedi kat yerin dibine gömmek isteyenler var. Her siyasi partide de varlar üstelik. Bunlar, 15 Temmuz’daki darbe girişiminin tamamen Cemaat üzerine kalmasını, böylece de Cemaat’in ‘damgalanmasını’ arzu ediyorlar. Erdoğan’ın bundan devşirdiği güçten rahatsız değiller. Bizzat o gayrimeşru gücün ülkeyi bugünkü buhrana soktuğunun ya farkında değiller, ya da bunu umursamıyorlar.

Ruşen Çakır’ın Diken’e verdiği röportajda da bunun izlerini bulmak mümkün. Bir yandan Gülen’in 40 yıldır darbeye hazırlandığını savunurken, bir yandan 15 Temmuz’daki bütün o acemice çabaların ‘kasıtlı’ olmuş olabileceğini iddia ediyor Çakır. Gazeteciliği geçtim, ortalama zekâda birisinin okuduğunda görebileceği çelişkilerle dolu tezlerle Cemaat’i suçlamaya devam ediyor.

İnsanlardaki Cemaat nefretini anlayabiliyorum. Nefretin, vehimlerle ve mantık dışı da olsa sık tekrarlanan genel geçer dedikodularla nasıl büyüyebildiğini de biliyorum. Ancak bu nefretin bizzat, sahiplerinin kariyerini, hayatını mahvettiğini görmemeleri, açıkçası üzücü. Türkiye’de hakikatmiş gibi muamele gören iddiaların Edirne’den çıkınca fazla alıcı bulamamasının bir sebebi bu. Bir de tabi, bilimden kültüre, teknolojiden eğitime hemen her alanda dökülmekte olan bir ülkede evrensel standartlarda gazeteciler olduğunu varsaymak da, naifçe.

BATI MEDYASINA KONUŞMANIN KIYMETİ…

15 Temmuz’da Cemaat’i tek düşman ilan ederek ‘Yenikapı Ruhu’ oluşturmaya çalışan Erdoğan, bu planında pek başarılı olamadı. Nitekim o planın da tek amacı dünyayı ikna etmekti. Önce HDP’li vekiller tutuklandı, ardından CHP’den Enis Berberoğlu. Ruşen Çakır’ın ya da Nedim Şener’in dediği gibi Batı, Erdoğan’dan nefret ettiği için Gülen’i sempatik bulmuyor sadece. Erdoğan’ın söyledikleri ile yaptıklarını yan yana koyduğunuzda, gerçek ortaya çıkıyor. Die Zeit röportajını okuyanlar, Erdoğan hakkında ne düşünmüştür? Ya da BBC’deki röportajı? Hüsnü Mübarek’in devrilmeden hemen önce CNN’de Christiane Amanpour’a röportaj verdiğini hatırlar mısınız? Yani Batı medyasına konuşmanın kadri kıymeti, o kadar.

15 Temmuz’un yıldönümü etkinlikleri son hızla devam ediyor. O kadar…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin