‘Reis’ bu saatten sonra yumuşar mı? [Celal Sakallıoğlu]

Tayyip Erdoğan, nihayet o hep şikâyet ettiği çift başlılık belasını ortadan kaldırdı ve tartışmasız bir baba figürü olarak partisine geri döndü. Bundan sonra adıyla sanıyla tek adam ve siyasi-gayri siyasi her konunun yegâne doğruluk ölçütü. Kimileri‚ tamam artık istediğini aldı diyerek, kimileri de gerginlikten kâr etmiyor ve bunun farkında düşüncesiyle Erdoğan’ın yumuşayacağını, memleketin de kısmen normalleşeceğini düşünüyor. Daha doğrusu umuyor, umut ediyor. Bendeniz bunun olmayacağını düşünenlerdenim.

NEDEN OLSUN Kİ?

Tayyip Erdoğan, Tanrı’nın verdiği bir ayrıcalık olarak, her zaman ve her konuda haklı olduğunu düşünen bir adam. Görevi, iyilerle kötüler arasında geçen ezeli mücadelede kötülerin hakkından gelmek. Şaka yapmıyorum, inanç destekli siyasetin gelip dayanacağı yer zaten budur. Yani teorik olarak yumuşamasını gerektiren bir şey yok. Pratikte ise kamuoyunun kendine yetecek kadar bir kısmını verdiği destansı mücadeleye inandırmış vaziyette. Seçimlerde kullanılan ‘sağlam irade’, ‘dik dur eğilme’ vs. gibi sloganlarla anlatılan lider tipi, tavizsiz, sert, acımasız biri. Ve bu kazandırıyor. Yani pratikte de yumuşamasını gerektiren bir durum yok.

Asıl performansını cenk meydanlarında gösteren bir liderden bahsediyoruz. O, sulh zamanlarının sanatkâr padişahı değil, harp meydanlarının muzaffer komutanı olmak muradında. Harp dediğim; memleketin yerli ve milli olmayan unsurlarına karşı verilen mücadele. O’na göre siyaset, savaşın farklı araçlarla yapılan şekli. Ruhun şâd olsun Clausewitz, Türkiye’de büyük bir hayranın var. Uzun lafın kısası, bu bir savaş ve savaş yumuşaklık kaldırmaz. Kahramanımız ancak taktisel olarak, düşmanlarını uyutmak için yumuşayabilir, o da bir yere kadar.

Siyaset meydanı bir ‘arena’ya döndü ve bunu yapan Erdoğan’ın bizzat kendisi. Sürekli kan görmek isteyen azgın bir seyirci kitlesi var. ‘Öldür! Öldür!’ diye bağıran bu kitle nezdinde hayat kurtarmanın, düşene el uzatmanın beş para etmeyeceğini biliyor. Zaten çok meraklı da değil. Her şey bir parmak işaretine bağlı ve bu zaten olması gereken şey. Öyle düşünmese tüm yetkileri kendinde toplar mıydı? ‘Tamam işte, yetkileri topladı bitti’ demeyin; Erdoğan bugüne kadar hangi zaferinden sonra yumuşadı?

ERDOĞAN BAŞKA NE İSTİYOR OLABİLİR?

Üstelik yine aynı soru: Neden yumuşasın? Olan-bitenden feci vicdan azabı duyar bir hali mi var? Bunun ihtimal dışı olduğunu söylemeye gerek bile yok zira yaşadıklarımız hep onun tercihi ve ‘o’ tercihlerinde yine ve hep haklı. Peki, dış aktörlere, mesela AB ya da ABD’ye mi bakarak yumuşasın? Reisimiz AB’nin mürebbiye hallerinden fena sıkılmış vaziyette ve -ekonomik faaliyetler dışında- AB’nin zat-ı âlileri üzerinde yumuşak bir gücü yok. ABD’nin ise hali ortada. Reis, medeni bir ülkede Trump gibi bir adamın seçilmesini kendi siyasetinin doğruluğunun ezeli bir göstergesi olarak değerlendiriyor.

‘Reis bu saatten sonra yumuşar mı?’ sorusuna nihai bir cevap bulabilmek için önce su soruyu cevaplamak kazım: Tayyip Erdoğan bundan sonra -iktidarda olmanın ötesinde- ne istiyor olabilir? Yapmak istediği şey açısından bakarsak Türkiye’yi dönüştürüp ‘aslına irca ettirmek’. Asıl derken, edebiyatın Necip Fazıl’dan, tarihin Kadir Mısırloğlu ya da Mustafa Armağan’dan, müziğin mehter ya da ‘Dombra’dan, milletin de kendi seçmeninden ibaret olduğu bir asıl. Olmak istediği şey açısından bakarsa, açıkça tarihe geçmek. Yapmak istediği de, olmak istediği de, toplumun ve siyasetin aşkına dramatik müdahalelerde bulunmayı gerektiriyor ki Erdoğan’ın bugüne kadar bu konuda herhangi bir çekincesini görmedik.

ONU KİM DURDURACAK?

Malumunuz, kuvvetler ayrılığı dediğimiz, temelde devletin tehlikeli bir güç temerküzü doğurduğu ve bunun direksiyonda bulunanları çığırından çıkardığından hareketle yapılan bir iç denge arayışı. Farklı kurumlar birbirlerini frenleyecek ve bu, iktidarın yozlaşmasına engel olacak. İşte bu artık bizde yok. Yani, Reis -hâşâ huzurdan(!)- hata yaparsa, onu frenleyecek bir mekanizma yok. Başkanlık sistemine geçerken bu mekanizmayı büyük bir heyecanla kaldırdık ve artık her şey Reis’in iradesine göre şekilleniyor.

Peki, Reis’in iradesi içgüdüleriyle baş edecek kadar güçlü mü? Olsaydı, Washington’daki rezalet herhalde yaşanmazdı. Başka bir ülkede (Amerika gibi bir ülkede) protestocu dövdürmek, zihniyetin, artık rasyonel bir şekilde işlemediğini gösteriyor. Kıdemli senatör John McCain, konuyla alakalı konuşmasında Türkiye’yi ‘üçüncü dünya ülkesi’ olarak tarif etti. O görüntüleri önünüze koyduklarında bu saygısızca ve can yakıcı sözlere itiraz etmek kolay olmuyor. Komedyen Noah Trevor, konuyu programına taşıdı ve “Erdoğan gelirken kanunlarını da beraber getirmiş… Düşünün biri evinize girip çocuklarınızı dövüyor” dedi.

Yankee’lerin anlamadığı şey bizim buralarda itibarin biraz da sopayla kazanılan bir şey olduğu. Ama yine de hariciyemizin yeniyetmeleri şu an muhtemelen olan biteni nasıl izah edeceklerini düşünüyorlar. Karşılarında Yenikapı kalabalığı yok, işleri zor!

BATI’DAN KOPABİLİR

Geldiğimiz noktada, Batı’nın iki lider ülkesi olan ABD ve Almanya’nın Erdoğan’a ve liderlik ettiği siyaset yapma biçimine sempatisinin kalmadığı açık. Trump’ın Erdoğan’ı takdir ettiğine dair söylentiler var ancak Trump’ın kendisi de epey sıradışı hatta tuhaf bir lider ve iktidarda ne kadar kalacağı belli değil. Reis’in Batı’dan uzaklaşmayı -yine ekonomik kayıplar dışında- bir dezavantaj olarak gördüğünü sanmıyorum. Hatta bu gerçekleşir ve içeride iyi saran bir hikâyesi yazılırsa hem Batı’nın ikide bir kafa ütülemesinden kurtulmuş olacak hem de Doğu’ya, otoriter yönetim cenneti sayılan ülkelere açılmasını kolaylaştıracak.

Şimdi, tüm bunları üst üste koyup soralım: ‘Reis’ bu saatten sonra yumuşar mı?

Neden yumuşasın ki!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Yazı güzel, katıldığım noktalarından esası ufku çok puslu gösteriyor, sonuçta ufuk görünmüyor. Ufuk yakın da değil. Bence esas anlaşılması gereken bu.

    Hayale gerek yok: “Çok yakında,… pek yakında…”

    Yok yok, ne yakın, hele hele ne de çok yakın. Epey uzak. Hatta, belki hiç! Bu ihtimal de hiç düşük değil. Bir kere bu hakikati herkes kabul etmeli.

    2. nokta, ki bence daha da mühim gibi:
    TR esas değil, dünya esastır. İşimiz dünyaya en büyük hakikati anlatmak-göstermek. Başka birşey değil.
    Bunu TR’nin köylerinden ÇIKAN herkes kabul edivesin gaaaaliii!

    3. nokta: Artık görülsün: bu köylü millet korkak + menfaatperest + cahil. Ötesi değil. Ve bu kalın kitleye öyle “parisienne” davranmak aptalca. Höt, pat, küt! Tek yol bu.Adam bunu bildi, bununla başardı.
    Bu 3a) bendi.

    3b) bendi ise: “Höt, pat, küt”le gaspedilen haklar ve hayatları “parisienne” bir şekilde mi geri almayı düşünüyorsunuz?
    🙂
    Beyler. Burası dünya. Güneşin 8 gezegeninden biri. Ahiret-land değil! Newton’un bulduğu kurallar geçerli: gayet de muteber. Kurala uyan kazanır. Uymayan “neden olmuyo” diye bekleyip sızılanır durur.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin