Recep İvedik başardı [Analiz: Kemal Ay]

Geçenlerde şöyle bir haber düştü önümüze: Oscar ödüllü, yaşayan en önemli yönetmenlerden Martin Scorsese’in son filmi ‘Silence’ (Sessizlik), Recep İvedik’in 5. filmi vizyona gireceği için salon kalmadığından, gösterime girememiş. 16 Şubat’ta vizyona giren ‘Recep İvedik 5’, ilk 3 günlük hasılatta yine rekorları alt üst ederek, 2 milyona yakın kişi tarafından seyredilmiş.

Recep İvedik bir fenomen. Televizyonda doğdu, internette büyüdü ve sinemada meyve topluyor. Her filmi, yeni bir rekor kırarak Türk sinema sektörünü şaşırtıyor. En çok izlenen 20 Türk filmi arasında serinin bütün filmleri var. Muhtemelen 5. film de bu listeye girecek ve ilk 20 filmin 5’i Recep İvedik olacak. Muhteşem bir ‘rekor’. (Listedeki diğer filmlerin de çoğu ‘komedi’. Onları Çağan Irmak ve Mahsun Kırmızıgül’ün ‘ağlak’ filmleriyle, Kurtlar Vadisi Irak ve Fetih 1453 gibi ‘hamaset’ filmleri izliyor.)

SEYİRCİNİN VAZGEÇİLMEZİ

ivedik filmTürk seyircisinin Recep İvedik serisine gösterdiği bu yoğun ilgi, haliyle tiplemenin kaynağı Şahan Gökbakar’ı ‘tartışılmaz’ kılıyor. Öyle ki, Recep İvedik serisine bütün sinema eleştirmenleri burun kıvırsa da, bu sektörden bugüne kadar kazanılmış en çok parayı Şahan Gökbakar kazandı.  Seyirciyle, kimsenin kuramadığı bir iletişim kurdu. Filmi tamamlayıp vizyona koyması yetiyor, ekstra bir çabaya ihtiyaç bile duymuyor. Eleştirileri de, umursamıyor.

Hatta ünlü sinema yazarı Atilla Dorsay’la polemiğe bile girmiş, kendisini tanımadığını ifade eden Dorsay’a, “O zaman bu işleri bıraksın” gibi cümleler kurmuştu. Seyircinin tercihi belli.

Düşünsenize, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, dünyanın başka hiçbir yerinde öyle olmasa da, Martin Scorsese ile Şahan Gökbakar’ı tercihler arasına koysanız, muhtemelen Türk seyircisi Şahan’ı seçecektir. Dünyadaki bütün sinema otoriteleri bir araya gelse, belli ki, Türk seyircisini Recep İvedik’ten ayıramaz. Nitekim, sinemanın en önemli ödüllerinden Altın Palmiye’yi (Cannes) kazanan Nuri Bilge Ceylan, Recep İvedik’in ilk 3 günde seyredildiğinin 10’da 1’i kadar bile seyirci toplayamadı bugüne dek Türkiye’de. (Rekoru 166 bin seyirci.)

FENOMENİ ANLAYALIM

Ödül toplayan sanatsal filmlerin gişede düşük gelir elde etmesi normaldir, popüler zevke hitap etmezler çoğu zaman. Ama Hollywood’un jargonuyla ‘box office’ yani gişe filmlerinin de belli bir kalite çıtası vardır. Titanic mesela. Tarihi bir olaydan esinlenilmiş, dramatik bir öykü. Türk seyircisi bir hayli ilgi göstermişti o zamanlar ancak şimdi gelse, o kadar ilgi görür mü bilinmez. Zira, artık Oscar’lık filmleri daha az salonda bulabiliyorsunuz Türkiye’de.

Peki, nedir Recep İvedik’i bu kadar sevilir, seyredilir kılan? Birkaç sebep sıralanıyor:

  1. Recep İvedik, halkın içinden, sokakta görebildiğimiz, Türk halkının kendisiyle ya da çevresiyle özdeşleştirebildiği bir karakter. Fazlasıyla sokaktan. Bazıları için patavatsız, tatsız bir üslubu var ama sevenleri için ‘dobra dobra’, sözünü esirgemeyen bir yanı var. Bazıları için ‘kaba, saba’ ve saygısız, sevenleri için herkese haddini bildiren, ‘tarzı olan’ bir karakter.
  1. Recep İvedik, elitler tarafından kurulmuş bütün o yerleşik düzeni darmadağın ediyor. Gittiği her yerde, restoranda, işadamları toplantısında, sanat galerisinde hatta yoga dersinde veya dalış gezisinde bile işin ‘uzmanını’ bulup onunla cedelleşiyor ve kendi yöntemleriyle ‘kazanıyor’. Yani işin kurallarına göre kazanmış değil ama ‘gönüllerin kazananı’ o. Klişe uzmanlık afra tafralarına ‘gider’ yapıyor. (İnternette Recep İvedik’in Kemalizm’i alt ettiğine dair ilginç yazılar bulabilirsiniz. Evet, yerleşik düzeni ve elitizmi ‘sarsıyor’ ama… Kocaman bir AMA.)
  1. Recep İvedik, sinemaya eğlenmek için giden insanlara tam da istediğini veriyor; lafı dolandırmıyor, alt metin, üst metin kurmuyor, neyse o. İçi dışı bir! Gerçi alabildiğine çirkinleştirilmiş, karikatürize edilmiş dış görünüşüne rağmen, içinde ‘ilginç bir saflık’ da yatıyor. Çocuğunuzun Recep İvedik gibi olmasını istemezsiniz muhtemelen ama meraklanmayın Recep İvedik’in okula giden çocuklar için özel üretim okul çantaları, kalemlikleri vs. var. Belki de istersiniz, kim bilir!
  1. Taşradan şehre gelmiş insanın, şehirli züppeden intikamını alıyor. Bir ara “Şahan Gökbakar, yeni neslin Kemal Sunal’ı” yakıştırması yapıldığında, sosyolog Tayfun Atay güzel bir yazı yazmıştı. Şöyle diyordu: “‘Recep’, kırdan kente göçün karşımıza çıkardığı insan malzemesinin daha erken dönemlerde olduğu gibi ‘ezik’liğine değil, ‘azman’lığına dair bir karikatürleştirme girişimi. Seyirci, ‘İnek Şaban’a gülerken bir acıma hissi de buna eşlik ederdi. ‘Recep İvedik’e gülen ‘kentsoylu’ (ya da ‘Beyaz Türkler’ diyelim!) insanlarda ise bir acımadan ziyade karakterin (fiziksel olmaktan öte ‘kültürel’ anlamda) saldırganlığı, pervasızlığı, yırtıcılığı karşısında bir acizlik hissinden belki daha fazla dem vurulabilir.”

Recep İvedik, 90’lı yıllardaki gecekondulaşma, kaçak yapılaşma, çarpık kentleşme trendleriyle birlikte şehre gelen ‘maganda’ tipinin, farklı bir kalıba oturtulmuş hâli. Atay, ‘postmodern maganda’ dese de, buradaki ‘çığırından çıkma’ hâli, daha farklı bir dinamiği, yakıp yıkmayı değil aynı zamanda ‘ele geçirip hayat hakkı tanımamayı’ açık ediyor. Bu yönüyle bir çeşit ‘taşralı faşizmi’ (Ortada bir tek Recep İvedik kalacağına göre, ona muhtacız).

DEĞİŞİMİN GÖSTERGESİ

İvedik kadar çirkin (iç, dış) bir karakterle insanların özdeşleşmeleri, onu günlük hayatta hep bastırdıkları ‘içgüdülerinin’ kahramanı kılmaları, bana çok tuhaf gelirdi eskiden. Gözümde, marjinal bir karakterdi bu yönüyle. Şive komikliğinin, abartılı oyunculukların, bağırıp çağırmaların yerini ince esprilerin, zekice kurgulanmış oyunların, daha minimal ama etkili bir güldürünün aldığını düşünüyordum. Mizah dergilerinde karikatürü aşarak pişen, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan gibi komedyenlerle popülerleşen, altı dolu bir mizah.

Nitekim daha eğitimli, daha şehirli bir Türkiye’deyiz. Öyle olmasını beklerdim.

Gelgelelim, 1980’lerde Turgut Özal’la başlayan dünyaya açılma, özelleşme (hem ticarî hem de insanî olarak), kültürel çeşitliliğin farkına varma gibi dinamikler, 2000’lerde hızla tüketildi. Şehirlerde biriken ‘kültür’, taşradan şehre gelen ya da şehrin varoşlarından merkeze taşınan ‘yeni zenginler’ tarafından ya beğenilmedi ya da ‘ele geçirilmesi ve tersine döndürülmesi gereken bir yapı’ olarak görüldü. AKP iktidarı 2010’dan sonra hızla, ‘yerli ve millî’ adı altında kendi ‘kültürel iktidarını’ kurmaya girişti. Sadece Kültür Bakanlığı’nın son yıllarda fonladığı projelere bakmak yeterli.

OLAN ‘ORTADAKİLERE’ OLDU

Tıpkı Recep İvedik gibi, bunu kültürel bir diyalog ve ikna süreci olarak değil, ‘azmanlık’ aksiyonu içinde yaşadı Türkiye. TRT, Anadolu Ajansı, Kültür Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı gibi herkesin vergileriyle finanse edilen kurumlar, toplumdaki sadece tek bir kesimin ‘kültürüne’ yönelmeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan hâlen ara sıra çıkıp iktidarı döneminde kültür konusunu ihmal ettiklerini söylese de, ‘yancıları’ hâlihazırda belediyeler eliyle neredeyse bütün şehirlerdeki ‘kültür’ lokallerini doldurdu.

Olan, 2000’li yıllarda kapılarını muhafazakârlara da açmaya başlayan ve Nilüfer Göle’nin tabiriyle ‘duvarları yıkmayı’ hedefleyen ‘ortadakilere’ oldu. Nasıl ki Recep İvedik’e karşı saf tutmak mümkün değilse, burada da ‘saflaşmalar’ ancak kültürel alanın daha da daraltılmasına sebepti. Tiyatrolar, sinema, yayınevleri, dergiler, müzik… Bütün bunların ‘can damarı’ olarak görülen Beyoğlu… Türkiye’nin en uzun soluklu kültür yayınlarının bazıları Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) eliyle kapatıldı. Kayyımların filleriyle girdiği kurumların hafızaları sıfırlandı. Tıpkı Moğol istilasında Bağdat Kütüphanesi’nin yok edilmesi gibiydi.

Demokrasinin bütün dünyada krizde olduğu şu günlerde, yeterince kalabalık destekliyorsa her şeyin ‘iyi, güzel, doğru’ olabileceğine ikna edilmeye çalışılıyoruz. Recep İvedik, kazandı yani. Martin Scorsese de kimmiş?

ivedik spot

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin