Rahat Ol Mübarek!

YORUM | HAKAN ZAFER

Körü körüne inanmış insan cesareti korkutucu olur. Ne yapabileceğini tahmin edemeyeceğiniz biri karşısında güven hissi yitip gider. Aklım beni, “inandığına bağlı ama” diyerek rahatlatmaya çalışsa da, sırf lütfedip(!) inanmış diye, inandığına muhalif ne varsa yapabilen nicelerini göz önüne getirince, zihni yoğunluğu azaltma yoluna gidiyorum.

Aklınıza geleni tahmin edebiliyorum; “Peki Müslümanlık?”

Tam da bu sebeple o, elinden dilinden zarar gelmeme, karşısındakine varlığıyla güven vermedir. Karşılaşmanın türü meydan muharebesi dahi olsa, yapabileceğinizin en fazlası ne ise bellidir, pusu kurmaz, önceden elçi gönderir bunları deklere edersiniz. Sürpriz kötülüklere açık karakterlerin, eğip bükenlerin, zulüm ve mazlum seçenlerin Müslümanlıkla arası bu yüzden iyi değildir. Taassup ehli veya inancı aşırılık doğuran zaaf haline dönüştürmüş kimselerin dindarlık temelleri, görünür ama çürüktür.

*****

Hayırlı işlerin, insan iradesi ve eliyle şekillenmiş menfi yolları olabilir mi?

Bir iyiliğe menfi yönden hizmet edilebilir mi?

İyiler, kötülüğe ve kötüye karşı savunmada kötü olana ihtiyaç duyar mı?

Kafamı bu sorular kurcalıyor epeydir. Kötülüğe muhtaç halde ilerlemiş iyiliğin, böyle bir yolun çamuruna bulaşmış kimselerin var olma ihtimalini bile akıldan geçirmek yoruyor.

İnandığı ile çelişen kötülükleri yapan, yapılmasının gerekli olduğunu savunan kimsenin kendini ikna etme kararlılığının kaynağı ne olabilir? Kendini ikna ederken kullandığı argümanları seçmedeki kusur bulmaz âşık körlüğünden, hep başarıları, hoşa gidenleri seçen beyin tuzaklarından nasıl kurtulup da kendini yargılayabilir insan?

Hiçbir varlıkta olmayan, sırası geldiğinde sergilerken ustalığına şaşırtacak bir donanımı var insanın; Bahane üretmek. Bunun en rafine şekli ise, geçmiş torbasından güzel ayıklamak, torbanın kalanının da güzelle dolu olduğuna inandırmak.

Tuttuğu balıkları anlatan bir balıkçıdan normali ne var, ya boş çektiği oltalar? İngiliz tarihçi Tawney, “Tarihçiler, kazananları ön plana çıkarıp, kaybedenleri geriye atarak, hâlihazırdaki düzeni kaçınılmazmış gibi gösterirler” diyor. Sosyal hafızamız, mevcut duruma mecbur olduğumuza inandırmak için sadece destekleyici kanıtları toplayıp, onları da eğip büken resmi tarih yazıcısı gibi çalışıyor.

Güzellerini ayıklayacak kadar geçmişi bildiğine nasıl eminse, geleceği de öyle bildiğini düşünen kimselerin, muhakeme kabiliyetlerine duydukları sıra dışı güvene dayalı, “rahat olun, biliyoruz” teklifi asla bir muhakeme mahsulü değildir. Peki, yaşanan her şeye mazeret üreterek, kendisine ve benzerlerinin eline özel izinle(!) irili ufaklı dürbünler verilmiş, -geçmiş cepte- geleceğe döndürüp haber uçuranların kendi dürbününde gördüğü değil, anlattıkları gerçeğin ta kendisi zannedilirse suç kimin? Şiddetli beklentinin filtrelerinin gözeneklerini genişlettiği kimselerin mi, ne göndersek geçiyor diyenlerin mi?

Hasılı

Davranışlarımızı başkalarına koyduğumuz esaslı kurallar belirlemiyor, kendimizi müstesna kabul ediyor, yetersizlik, yatkınlık ve konforumuzdan ötürü yol mübahlama işini mesleğe çeviriyorsak; uğruna çabaladığımızı düşündüğümüz ne ise ona en küçük katkımız olmayacağı gibi işgal ettiğimiz yerdeki karartımıza güven duyan kimselerin hakkına da girmiş oluruz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin