Post-Erdoğan rejimi üzerine

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN | MehmetEfeCaman@Tr724.com | @MehmetEfe_Caman

Geçtiğimiz yazılarda Türkiye’deki siyasal sistemin nasıl Erdoğan’ın kişisel diktatörlüğüne dönüştüğünü, bu dönüşüme Erdoğan ve AKP’nin neden gerek duyduğunu, rejim değişikliğinin Türkiye ve Batı arasındaki ilişkiler bakımından ne gibi değişikliklere yol açabileceğini inceledim.

Bu konuların hepsinin kesişim noktası, Erdoğan ve kişisel diktatörlüğünün Türkiye’deki Avrasyacı derin devletle işbirliği yapmak durumunda olması. Özetle 17/25 Aralık soruşturmalarından sıyrılabilmek için Erdoğan derin devletle işbirliği yapmak zorundaydı. Bu bağlamda daha önceki dönemde askeri vesayetin sonlanmasına karşı direnen bu Avrasyacı derin devletin askeri kanadının Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla tasfiye edilmiş önemli bir kısmı, 17/25 Aralık sonrası süreçte yeniden aktif görevlere geldiler ve istediklerini Erdoğan’a kabul ettirdiler. Kürt sorununa askeri çözüm, AB’den uzaklaşma, Rusya’ya yaklaşma, demokratikleşme sürecini destekleyen güçleri tasfiye etme ve hepsinden önemlisi Cemaat’i yok etme gibi noktalar, Erdoğan ve Avrasyacıların üzerinde mutabık kaldığı hususlardı.

Erdoğan ve ekibi, hem aklanmak, hem kendi siyasi iktidarlarını ve bununla bağlantılı ekonomik çıkarlarını bir süreliğine daha korumak, hem de Cemaat’i tasfiye etmek için, Avrasyacı derin devletin güdümüne girmeyi kabul ettiler. Başka alternatifleri yoktu. Onlar için her olasılık, ucunda Yüce Divan olan adalet sürecinden daha ehvendi çünkü.

Sonrasında yaşananları biliyoruz. Çözüm Süreci denilen Kürt sorununa siyasi çözüm bulmak stratejisi terk edildi. Avrupa Birliği reformları durduruldu. Anayasa ve yasalar ihlal edilerek Cemaat’le bağlantılı ya da bağlantısız birçok özel ve tüzel kişi takibata alındı. Bu süreçte onlarca üniversite ve ulusal televizyon kanalı, gazete, dergi kapatıldı, bunların mallarına yine anayasaya aykırı olarak el konuldu.

PERİNÇEK EKİBİ İÇİN DE ‘ALLAH’IN BİR LÜTFU’

“Allah’ın bir lütfu” olan 15 Temmuz kontrollü darbe girişimi bir dönüm noktası oldu ve bu sayede Avrasyacı derin yapının hedefinde olan NATO’cu kanat TSK’dan tasfiye edildi. Avrasyacıların siyasi kanadında olan Perinçek, daha önce Yüksek Askerî Şura ile ancak üç, dört subay ihraç edildiğini ve bunun bile kendileri tarafından sevinçle karşılandığını, ama şimdi (15 Temmuz sonrası) binlerce ‘irticacı’ subayın (bunu kendilerinden olmayan tüm subaylar diye okuyun) TSK’dan atıldığını, bunun kendilerinin en büyük başarısı olduğunu ifade ediyor.

Ergenekoncu ve Balyozcu birçok subayın şu an çok aktif ve stratejik görevlere getirildikleri sır değil. 17/25 Aralık sonrası durum sadece Avrasyacılara muhtaç olan bir Erdoğan ve yakın ekibi meselesi değil, aynı zamanda dünyayı okuyuş ve ideolojik temayüller anlamında da Avrasyacılarla Milli Görüş kökenli Erdoğancılar ve onların tabanı arasında birçok benzerlikler mevcut. Özellikle Batı karşıtı olmak ve Batı ile işbirliğini kısıtlamak/sonlandırmak, demokrasi ve insan haklarıyla sorunlu olmak, Türkiye’nin içe kapalı bir ülke olmasını istemek, çevre bölgelerde irredentist (tahakkümcü/yayılmacı) bir strateji izlemek gibi ortaklıklar dikkat çekici. Avrasyacılar her ne kadar güçlü olsalar da, Erdoğan’ın kendi tabanındaki karizmatik etkisinin, istedikleri politika tercihlerini halka kabul ettirme konusunda işlerini kolaylaştıracağını biliyorlar. Bu nedenle, mevcut rejimin vitrininin Erdoğan ve onun güdümündeki AKP olmasını tercih ediyorlar. Şimdilik!

ERDOĞAN’DAN TAHAKKÜME ALIŞKIN BİR ‘HALK’ DEVRALACAKLAR

Elbette yeterli güce ve kontrole ulaştıklarında halkın kendi politikalarını destekleyip desteklemediğinin de fazlaca bir önemi kalmayacak. Kontrol altındaki medyaya halk alıştı nasıl olsa. Haberlerin sansürlenmesi, manipülasyon, hukuksuz şekilde mala, mülke ek koymalar, siyasi iradeye bağımlı adalet teşkilatı, partizan kolluk güçleri, Kürt şehirlerinin ağır silahlarla bombalanması, Suriye’ye askeri müdahale ve bunun gibi birçok şey zaten mevcut. Yani zamanı geldiğinde, tüm bu örneklerden hareketle, demokrasiyi kendilerinin bitirmediğini, bunu sivil ve seçilmiş bir siyasinin ve ekibinin yaptığını, şimdi kendilerinin bozulan siyaseti düzeltmek için geldiklerini söylediklerinde, karşılarında sıfır muhalefet olacak, sıfır özgür medya, sıfır bürokratik direniş ve halk tepkisi. Altını çiziyorum, elbette zamanı geldiğinde.

İDEOLOJİK BİR İDEALİZM İLE HAREKET EDİYORLAR

Bu Avrasyacı kanadın Erdoğan ve ekibinin aksine, ideolojik bir idealizm motivasyonu ile hareket ettiklerini düşünenlerdenim. Elbette kişisel kariyer beklentileri vb. faktörler de önemli. Ama genel hatlarıyla Avrasyacılar aslında kökten Kemalistler. Yani erken dönem Kemalizm’i idealize eden ve rejimi kendi kafalarındaki “fabrika ayarlarına” geri döndürmeyi arzulayan bir ideolojik yapıları var. Demokrasinin Türkiye’ye birkaç numara büyük olduğunu, Türkiye’nin demokrasiye hazır olmadığını benimser bu görüş; bu yeni bir şey değil. Genellikle kadim Cumhuriyet bürokratik sınıfı toplum ve demokrasi arasındaki denklemi sorunlu bulur. Elbette İslamcılar bu grubun düşüncelerine katılmaz. Çünkü bilirler ki, demokrasi (bundan sadece seçimleri ve çoğunluk diktasını anlarlar) yani serbest seçimler olmazsa, Kemalist derin devlet karşısında hiçbir güvenceleri yoktur.

Avrasyacılarla Erdoğancılar elbette bunun farkındalar. Bu oyunun sonunda tek kazanan olmak zorunda olduğunun bilincindeler. Sıfır toplamlı bir oyun bu. Fakat yine bir satranç terimi kullanayım, daha oyunun açılış faslındayız. Oyun sonu stratejileri daha açığa çıkmadı. Ama eldeki enstrümanlar/mevcut imkânlar bakımından değerlendirdiğimde, demokratik hukuk devletinin olmadığı bir ortamda bu mücadelenin galibinin elinde kolluk gücü olan grup olacağını tahmin etmek için çok fazla Sun Tzu okumuş olmaya gerek yok.

İSLAMCILAR ANCAK DEMOKRATİK BİR ÜLKEDE YAŞAYABİLİRDİ

Avrasyacıların kendileri bakımından en önemli başarısı Erdoğan ve yakın çevresini demokratik temel değerleri reddetme durumunda bırakmaları. Yukarıda değindiğim gibi, İslamcıların Türkiye’de tutunabilmeleri için demokratik bir temel düzen gerekiyor. Çünkü güçlerinin temel dayanağı çoğunluğun oylarıyla iktidara gelip, sonrasında gerekli koşullar olgunlaşıncaya dek ülkeyi demokratikleştirmek, asker ve bürokrasinin sistem üzerindeki belirleyici etkisini yok etmek, rejimin savunucusu Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı unsurlarını içeriden fethederek bu mekanizmaları da bertaraf etmek. Bu sayede eski rejimin tüm dayanak noktalarını ortadan kaldırmak ve sivil darbeyi gerçekleştirmek.

Erdoğan ve ekibinin planı buydu. Fakat yolda nefislerine yenik düştüler. Maddi çıkar beklentileri, ideolojik ideallerinin önüne geçti. Aslında belki de hep böyleydi. Neyse, konumuz bu değil. Önemli olan, yolsuzlukları ortaya saçılınca, ortadaki pisliği temizlemek için güçlü bir ortağa ihtiyaç duymaları. Böyle de oldu. Bunda şüphe yok. Ama asıl önemli soru şu: bu güçlü ortak, babalarının hayrına mı onlara ihtiyaç duydukları desteği sağlıyor? Evet, oyun büyük ve bu satrancı, stratejiyi daha iyi bilen ve katı gücü denetimine alan kazanır. Kanımca birbiri ardına gerçekleşen stratejik hamleler meydanda ve bu oyunun sonunun yaklaştığını gösteriyor.

UFUKTA BİR ŞEYLER BELİRDİ ANCAK BU GELEN DEMOKRASİ DEĞİL

Post-Erdoğan dönemi, siyasette bir değişim-dönüşüme işaret ediyor. Yalnız bu dönüşümün beraberinde demokrasi getirme olasılığı ne yazık ki yok. Değişecek olan iktidar sahipleri olur ama rejim aynı kalır. 2019 anayasa değişiklikleri ekseninde daha da güç yoğunlaşması ortaya koyan bir diktatörlük, orta ve uzun dönemin kaçınılmazı gibi görünüyor. Dahası, şu anki Erdoğan rejiminin hedefindekiler bakımından (Cemaat, Kürtler, liberaller, gazeteciler, akademisyenler vs.) değişen bir şey olmayacak. Avrasyacılar Erdoğan’ın kullandığı terminolojiyi ve retoriği kendi “fabrika ayarları yaklaşımına” göre sadece genişleterek devam edecekler. Yani gidişatın bir sonraki aşaması, demokrasi ve insan hakları savunucuları için ümit vaat etmiyor.

Elbette hem mevcut Erdoğan rejimi, hem de onun hâlihazırdaki koalisyon ortağı veya gölge güç Avrasyacı kanat, demokratik alternatifin ve AB yolunun hesaplarına uymadığının bilincindeler. NATO/ABD ve AB Türk siyasetinde etki kaybına devam edecekler. Yükselen “yeni Roma” olan dominant güç Rusya, bu yeni ortamın dış politika belirleyicisi olacak. Bir sonraki yazıda da bu bağlamı ele almak istiyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sayın hocam, katılır mısınız bilemem ama…
    Bu iki grubun bir başka ortak özelliğinin ‘İran sevgisi’ olduğunu düşünüyorum. RTE’nin İran ile Reza Z. üzerinden kurduğu kirli menfaat ilişkileri (Selam Tevhid i de ekleyebilirsiniz) ile Avrasyacilar in İran meclisinde ağırlanması bana çok ilginç geliyor. ‘Turkiye İran olmayacak’ sloganı atanlar ile atilmasina neden olanlar sanki aynı ekip gibi. Sizce Türkiye üzerinde Rusya dan daha etkili bir güç olabilir mi?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin