Pes etmek ırkçıları sevindirir

HABER-YORUM | HASAN CÜCÜK

Mesut Özil’in Almanya milli takımını bırakırken sarfettiği ‘kazandığımızda Alman’ım, kaybettiğimizde ise göçmen.’ sözleri etkisini devam ettiriyor. 92 kez giydiği Alman milli formasıyla 23 gole imza atan Mesut Özil, yaptığı asistlerle de başarıda pay sahibi olmuştu. Mesut Özil’in vedası, göçmen kökenli futbolculrın yaşadığı ayrımcılıkları gündeme getirdi. Bir çok ünlü isim ‘ben de benzer durum’ yaşadım dedi.

Avrupa’ya 1960’lı yıllardan itibaren gelen göçmenler için bulunan uygun isim ‘misafir işçi’ olmuştu. Ekonomik gerekçelerle Avrupa’nın yolunu tutan bu insanların uzun vadeli bir planı yoktu. Kısa sürede geldikleri topraklara geri dönme niyetindeydiler. Kısa süre sonra dönmeyi planladıkları için eilerini ve çocuklarını getirmeden ‘bekar’ olarak gelmişlerdi. Ancak aradan geçen yıllar planları değiştirdi. Geçici gelenler kalıcı oldu. Eş ve çocuklarını getirdiler. Misafir işçilikten göçmenliğe daha sonra ise yabancı kökenliğe terfi ettiler. Bazen bulundukları ülkeye göre isimlerinin başına ‘yeni’ kelimesi eklendi; Yeni Danimarkalı, Yeni Alman vs.

Misafirlikten kalıcılığa terfi eden göçmenler için hayatın her alanında tutunma ve başarılı olma süreci başlıyordu. İlk nesilin geldiği şartlar ve eğitim durumundan dolayı mecburi istikametleri fabrika işçiliğiydi. Küçük yaşta gelenlerin önüne açılan fırsatlar vardı. Ancak anne-babasının durumundan dolayı topluma tam uyum sağlamaları kolay olmuyordu. İki farklı dünya arasında yetişiyorlardı. Ne geldikleri ülkenin ne de yaşadıkları ülkenin özelliklerini taşıyorlardı. Kendilerini ispat etmenin en iyi yollarının başında spor geliyordu. Spor denince ise akıllara futbol geliyordu.

1980’li yıllarda Türkler arasından Erhan Önal, İlyas Tüfekçi ve Erdal Keser Almanya’da profesyonel futbolcular oldu. Stuttgart ve Dortmund formalarıyla adından söz ettiren bu isimler parladıktan sonra kariyerlerini İstanbul takımları Fenerbahçe ve Galatasaray’da sürdürdü. Bu isimler arkadan gelen bir nesile rol model oldular. Küçük bir fark vardı; gurbetçi olarak tabir edilen bu futbolcular biraz yıldızını parlatınca gözünü Türkiye’den gelecek tekliflere çeviriyorlardı. Yolunu Türkiye’ye çevirmeyip Almanya’da top koşturan Yıldıray Baştürk gibi isimlerde oluyordu. Altıntop kardeşler Hamit ve Halil ise ancak kariyerinin sonlarına doğru rotasını Türkiye’ye çeviriyordu.

Bulunduğu ülkenin milli formasını giyen ilk Türk kökenli Kubilay Türkyılmaz oluyordu. Milli tercihini İsviçre’den yana kullanan Kubilay Türkyılmaz’ın izinden önce Yakın kardeşler Murat ve Hakan gidiyor sonra Eren Derdiyok ve Gökhan İnler takip ediyordu.

Bazı Avrupa ülkeleri eski sömürgelerinden gelenleri ‘yabancı’ olarak görmeyip, milli takıma alıyordu. Surinamlılar Hollanda milli takımında boy gösteriyordu. Portekiz’in en büyük yıldızı Eusebio Mozambik asıllıydı. Ancak göçmen tabir edilen insanların milli takımlarda boy göstermesine Fransa öncülük ediyordu. Fransızlar 1998 Dünya Kupası’nda şampiyonluğa ulaşırken, takımın iskeletini göçmenler oluşturuyordu. Özellikle Cezayir asıllı Zinedine Zidane kupaya damga vurmakla kalmayıp, Fransa’nın yıldızı olarak öne çıkıyordu. ‘Sefil göçmenler’ Fransa ile tarih yazarken, başarıyı kabullenmek istemeyenlerde vardı. Bunların başında ırkçı Ulusal Cephe geliyordu. Ulusal Cephe’nin lideri Jean- Marie Le Pen’e göre, Fransa milli marşını bilmeyenler milli formayı giyiyordu. Fransa’nın başarısı diğer Avrupa ülkelerininde gözünü göçmenlere yöneltmesini sağladı. Polonyalıları ‘göçmen’ olarak görmeyen Almanlar, ilk kez kadrolarına Afrika asıllı bir oyuncuyu aldı. Gerard Asamoah, Almanya milli formasını giyen ilk siyayi oyuncu oluyordu. Podolski, Klose gibi Polonyalı asılllardan sonra Sami Khedira, Mesut Özil, Jerome Boateng, İlkay Gündoğan gibi göçmen çocukları Almanya için ter dökmeye başlıyordu. Belçika ve İsviçre milli takımında artık göçmen çocukları ağırlığı vardı. Hatta İsviçre milli takımında İsviçreli bulmak zorlaşıyordu. Kosova ve Arnavutluk kökenliler takımın iskeletini oluşturuyordu.

Göçmenler milli takımın başarısı için ter dökmesine karşılık, toplumun bir kesimi tarafından kabullenmiyprlardı. Sadece ‘ırkçı’ çevreler değil, spor basını içinde ‘ikinci sınıf’ olmaya devam ediyorlardı.

Mesut Özil’in ‘Kazandığımızda Alman’ım, kaybettiğimizde ise göçmen.’ sözlerinin benzerini Karim Benzema, Ruud Gullit, Romelu Lukaku ve Mario Balotelli gibi yıldız isimlerde dile getiriyor. Cezayir kökenli Fransız futbolcu Karim Benzema, 2014 yılında yaptığı açıklamada “Gol atarsam Fransızım, atamazsam Arap” demişti. 1980’lerin sonunda dünyanın en iyi futbolcularından biri olarak gösterilen Surinam asıllı Gullit, kendi neslinin de ırkçılığa maruz kaldığını belirterek, ‘O zamanlar kimse bize destek çıkmıyordu. Ben de kendi kendime ‘Herhalde farklı göründüğüm için böyle şeyler oluyor’ diyordum. İyi oynadığım zaman kabul gördüğümü hissediyordum. Dış görünüşüm farklıydı ama iyi oynadığımda itibar kazanıyordum.’ diyordu. Keza Belçika’nın ünlü forveti Lukaku, ’İşler iyi gittiğinde gazetelerde benim hakkımda ‘Belçikalı forvet’ diye yazdıklarını okudum. İşler kötü gittiğinde ise bana ‘Kongo asıllı Belçikalı forvet’ diyorlardı.’ diye dert yanıyordu.

Maalesef yeşil sahalarda ayrımcılık hala devam ediyor. FİFA yıllarca ’ırkçılığa hayır’ kampanyası yapmasına karşılık özellikle Afrika kökenli oyunculara yönelik ırkçı sözlerin ardı arkası kesilmiyor. Peki çare nedir? Çare daha çok göçmen kökenlinin milli takımlarda yer almasıdır. 1998’de olduğu gibi 2018’te de Fransa göçmenlerin sayesinde Dünya Kupası’nı kaldırdı. Göçmenlerin başarıyı katkısı devam ettikçe ırkçıların sesleri daha az çıkacak, ayrımcılık yapanlar daha büyük tepki öekecek. Mesut Özil, kolay olanı seçip milli takımı bıraktı. Keşke mücadele edip Alman milli formasını giymeye devam etseydi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin