Osmanlı’ya bütüncül bakış (1)

OSMAN ŞAHİN

Peygamber efendimiz (sav), kendilerinden sonra her dönemde gelecek müceddidlerden haber vermişlerdir. Bu insanlar, dini yaşadıkları zamanın hükümlerine göre dinin doğru anlaşılıp yaşanması için tekrar yorumlanmasını sağlayarak, dinde ihtiyaç olan tecdit hareketlerini gerçekleştiren peygamber varisleridirler.

Her devirde ihtiyaç olan prensipleri vaaz edecek olan insanlara ihtiyaç vardır…

Bulundukları zamanın sahibi olan bu zât’lar, aynı zamanda, yaşadıklar dönem için zaruri olan prensipleri de vaaz etmişlerdir. Belki bu insanlar, manevi ilimlerde olduğu kadar diğer alanlarda da ihtisas sahibi olmayabilirler. Fakat vaaz ettikleri prensipler, genel prensipler olup, başta İslâm’ın bulundukları çağa göre nasıl yorumlanıp yaşanması konusunda olmakla beraber, özellikle sosyal alanlarda meselelerin ne şekilde ele alınması gerektiği, tarihteki oluşumların ve şahısların ne şekilde değerlendirmesi gerektiği ve hüküm verirken dikkat edilmesi gereken hususlar hakkında da önemli prensipler ortaya koymuşlardır.

Bu prensiplerden her ilim alanı kendisine bakan yönüyle istifade etmelidirler. Çünkü bu prensipler ekseriyeti itibarıyla Kur’ani ve Nebevi kaynaklıdır. İçinde bulunulan zaman dilimi açısından, Kur’ani ve Nebevi hakikatların dillendirilmesi olduğundan hakikat ifadesidirler. Mutlak doğruyu ifade eden her zaman Kur’an-ı Azimüşşan ve sahih beyanı nebevi olmuştur. Bizler yaşadığımız zamanın çocuklarıyız. Çoğu zaman meseleleri değerlendirirken içinde bulunduğumuz zamanın kayıtlarından kurtulamayız. Dolayısıyla yaklaşımlarımız mahruti olamadığından ve beşeri zaaflarımızın da işin içine girmesinden dolayı, verdiğimiz hükümler hakikatı tam ifade edememektedir. Hele söz konusu olan hadiselerin, maddi olan yönlerinden başka manevi boyutları da varsa ve İslam ile ilgili hadiseler ve şahıslar konuşuluyorsa, yapılan  yanlış yorumlar ve verilen hükümler çok daha önemli zararlara yol açabilmektedir.

Buna binaen çağını aşmış, beşeri zaaflardan kurtulabilmiş, mahruti bakışa sahip, Allah (c.c.) katından da teyidata mazhar (müyyed min indillah) olan bu zevâtın beyanları ve ortaya koydukları prensiplere, doğruyu bulabilme adına eşeddi ihtiyaç ile ihtiyaç vardır. Burada şöyle bir itiraz çok anlamsız olacaktır: “İyi ama onlar tarihci, siyaset bilimci, fizikci, matematikci vs. değiller ki, bu meseleler bizim alanımız, biz daha iyi biliriz…” Bu insanlar, bizim ihtisas alanımızla ilgili detaylar hakkında fikir beyan etmemektedirler. Onlar meselelere yaklaşım ile ilgili çok önemli kriterleri, prensipleri elimize vermektedirler ki beşerin maddi ve manevi saadeti ile ilgili konularda yanlışlar yapılmasın ve yanlış hükümler verilmesin.

Sığ eleştirilerin merkezinde “Osmanlı Devleti”…

Sohbet meclislerinde ne zaman Osmanlı Devleti hakkında bir bahis açılsa birileri, Osmanlı Devleti hakkında atıp tutmaya başlıyor. Aslında günümüzde yaşanan problemlerin kaynağının Osmanlı Devletindeki uygulamaların devamı olduğundan, cımbızla seçercesine Osmanlı’da falan kadı şöyle yapmış, falan şahıs şöyle bir zülüm yapmış gibi koskoca altı asırlık bir zaman diliminden alınmış münferid örnekler verilmekte ve muhavereler bir şekilde yaşanan kardeş katli hadiselerine getirilmek suretiyle, Osmanlı Devletinde aslında hükümferma olan adaletsizliklerdi, zülümlerdi demeye getirilmek istenmektedir. Böylece yeryüzünde hususen ilk dört asrında ve genelde altı asır boyunca ortaya konan harikulade bir medeniyet ve adalet sistemi karalanmaya çalışılmaktadır. Bugün için Türkiye’de Osmanlı Devleti ile hiçbir ortak yanları olmadığı halde Osmanlı Devletini de siyasi amaçlarına alet eden Siyasal İslamcıların zülmüne maruz kalan insanlar, bu zülmün de etkisiyle tenkitlerinin dozunu iyice arttırmaktadırlar. Bu hususta batılı kaynaklara bina edilerek kaleme alınmış bir kısım akademik çalışmalar örnek verilmek suretiyle de tenkitlerinin aslında ilmi olduğunu ifade etmektedirler. “Tarih yorumu ve devletin kutsallığı” başlıklı bir yazıda bu konudaki bir takım yanlışlara ve hüküm vermedeki zorluklara dikkat çekmiştik. Maalesef Osmanlı ele alındığı zaman gerekli olan mahruti ve insaflı bakış açısı kaybedilmektedir.

Bütüncül bakış sahibi insanların gözünde Osmanlı…

Buradan hareketle daha önceki yazılarda üzerinde çok konuşulan Osmanlı Devleti ve yöneticileri ile ilgili hususları ve ayrıca Bediüzzaman Hazretleri ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu konudaki bazı düşüncelerini bu yazıda bir araya getirmek istiyorum.

Öncellikle mana alemlerinde “Osmanlı hakkında verilen hüküm nedir” diye sorulabilecek bir soruya Osmanlı Devletinden iki asır once yaşamış Muhyiddin Arabi Hazretlerinin beşareti ile cevap verelim. Kur’an ve Ehadisi Nebeviyeden yaptığı istihracatındaki isabetliliği ile meşhur olan, manevi büyüklerden bu önemli zat Şecerei Numaniye’sinde, Osmanlı Devletine işarette bulunmuş ve Hulefâ-i Râşidîn’den sonra İslama en büyük hizmeti yapacak olan devlet olacağını haber vermektedir.

Hocaefendi “Yolun Kaderi” adlı eserinde şu tesbiti yapmaktadır: “Muhakkak ki Osmanlı devletinin de yanlışları vardır her devletin olduğu gibi. Fakat Osmanlılar aynı zamanda dört asır boyunca çok geniş bir coğrafyada huzur ve emniyeti de tessüs etmiş bir devlettir”.

Osmanlı Devletinin de doğruları ve yanlışları vardır. Bunun aksi iddia edilemez. Bu doğrular ve yanlışlar sorgulanmalıdır. Bu şekildeki bir ibret nazarıyla gerekli dersler, hem pozitif, hem de negatif anlamda alınmalıdır. Ama yapılan yapılan yanlışlara odaklanarak, adalet ve medeniyet adına ortaya koydukları güzellikleri inkar etmemek lazımdır. Osmanlı’nın hataları ve sevapları teraziye konulduğunda sevaplarının çok daha ağır bastığı görülmektedir.

Bu konuda Fethullah Gülen Hocaefendi, Muhteşem Osmanlı ve Ecdâda Saygı başlıklı bamtelinde Bediüzzaman hazretlerinin bir sözünü alarak konuyu çok güzel ifade etmektedir: “Hazreti Üstad’ın ifadeleriyle diyecek olursak, “Senin bir sene zarfında attığın tükürük, bir günde senden çıkmış bulunsa, içinde boğulacaksın. Müteferrik zamanda istimal ettiğin sulfato gibi acı ilâçları bir günde birkaç kişi istimal etse, hepsini de öldürebilir.” İşte aynı bunun gibi, Osmanlı’nın bazı fertlerinin hataları herbiri tarafından işlenmiş ve farklı zamanlardaki kusurları toplanıp bir anda yapılmış gibi tasavvur edilirse, karşımıza çok çirkin bir tarih çıkabilir. Oysa, Osmanlı’nın bir de fetih ve medeniyet tarihi vardır. Fakat maalesef, zaaflarının esiri bazı kimseler, o yüce kâmetleri kendi seviyelerine indirirerek kendilerine mazeret uydurma ve kendi cürümlerini hafif gösterme psikolojisinin de tesiriyle yalan yanlış tasvirlerde bulunuyorlar.”

Fethullah Gülen Hocaefendi “Bir Kez Daha Vifak ve İttifak” başlıklı bir Kırık Testi’de Osmanlı Devleti hakkında şöyle diyor: “Selçukluların tesirsiz hâle geldikleri, Babaî isyanlarıyla bütün bütün felç oldukları, güneşlerinin gurup etmeye yaklaştığı dönemde ise, Söğüt’ün bağrında âdeta bir tırtılın metamorfoz yaşayarak kelebeğe dönüşmesi gibi yeni bir oluşum bütün âfâk-ı âlemde arz-ı endam etmiştir. Evet Osmanlı, âlem-i İslâm’ın kuzeyinde İslâm dünyasının karakolculuğunu yapmış, onu korumuştur. Mâlik bin Nebi’nin ifadesiyle, eğer İslâm dünyasının şimalinde Osmanlı olmasaydı, bugün İslâm dünyası da olmazdı. İnsanlık tarihinde dört asır boyunca bir devleti kıvamında götürme, ne Romalılara, ne Çinlilere, ne Hintlilere, ne de başka bir millete nasip olmuştur”. 

“Ashâb-ı Kehf, Hızır ve Zülkarneyn” başlıklı bamtelinde Hocaefendi, şunları söyler: “Yeryüzünde 3-4 asır sulhun sukunun emniyetin ve güvenin temsilcisi haline geldiler. Bakmayın bu yeni yetmiş yalancı tarihin çocuklarına, atalarına söven insanlara, benim dedelerim yok sadece babam var deyip maksimum 100 yılı kabul eden yeni yetmelere bakmayın, Râşid halifelerden sonra gelir. Şanlı bir tarihimiz vardır.”

Hocaefendi, “Ütopya” yazarı Campanella’nın Osmanlı Medeniyeti ile tanışınca söylediği: “Ben Ütopya’yı boşuna yazmışım, meğersem benim yazdıklarım bir yerde yaşanıyormuş” sözünü ele alarak, henüz batı medeniyetinin bu işin hayalini kurduğu, edebiyatını yaptığı hususların o dönemde Osmanlı Devleti’nde yaşandığı gerçeğine dikkat çekmektedir.

Fethullah Gülen Hocaefendi Çatla Sodom-Gomore!.. başlıklı bamtelinde tarihi şahsiyetler ve özellikle sahabe ele alındığında çok temkinli olmak gerektiğini ifade ederken şu önemli kriteri de elimize vermektedir. “Bugünden durup, o günde cereyan eden hadiseleri, içinde yaşamış vakanüvis gibi değerlendirip birilerini bir yere birilerini de bir yere koymak recmen bi’l-gayb olur. Bu da doğru değildir. Karanlıkta taş atmak gibidir. İsabet edip etmeyeceği belli değildir.”

Bir sonraki yazıda inşallah Bediüzzaman Hazretleri’nin Osmanlı hakkındaki görüşleri kardeş katli meselesiyle devam edelim…

Hocaefendi’nin Osmanlı hakkındaki düşünceleri için aşağıdaki Bamteli kayıtlarına bakılabilir:

  1. Osmanlı’da Fütüvvet Ruhu 17/08/2009  
  2. Muhteşem Osmanlı ve Ecdâda Saygı   30/05/2011. 

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Osmanlı’ya bütüncül bakış diye başlık atıp sadece F. Gülen’in eserlerinden hareketle açıklamaya çalışmak çok mantıklı gözükmüyor.
    Biz de artık Serdar Efeoğlu Hocadan bununla ilgili bir veya birkaç yazı bekliyoruz.
    Tartışma her zaman iyidir

  2. Yazdiklariniza genel olarak bircok itirazlarim var:
    – Bazi kisilerin Osmanliyi haksiz elestirdikleri dogru ama diger tarafta bircok kiside de olcusuz bir Osmanli kutsamasi var. Bence bu da dogru degil. Yeni yeni anliyorum bu durumu. Meger bize surekli Osmanli propagandasi yapilmis. Halbuki gunahiyla sevabiyla dengeli bir sekilde ele alinmaliymis.
    – Cemaatin kendi kabugunu kirip Dunya capinda Hareket olmaya calistigi bir zamanda hala `Osmanli` guzellemeleri yapmak cok yanlis bence. `Devletcilikten`,`milliyetcilikten`.. kurtulamadigimiz muddetce uluslararasi bir deger olamayiz hicbir zaman.
    – Arap dunyasinda, Avrupada.. vb. bircok yerde Osmanlinin cok kotu bir imaji var. Onlarin bu alerjilerini kasimanin hicbir faydasi yok.
    – Padisahlar icinde veli sayilabilecekler olabilir ama olaylara artik mistik yaklasilmamasi gerekir. Yok `kutsi devlet`, `kutsi padisah`.. yo oyle bisey. Islama yaptiklari hizmetler gozardi edilemez ama tum yapilanlari sanki sadece Islam icin yapmislar gibi dusunenler bence cok ciddi yaniliyorlar. Guc, iktidar, taht kavgalari bolca yasanmis Osmanlida. Hicbir padisah tumuyle kusursuz degil. Sevabi daha fazla olmabilir ama onlara kutsal insanlar olarak bakilmasini dogru bulmuyorum.
    – Hocaefendi din alimi birisi, tarihci bir insan degil. Her yaziya mutlaka ekleniyor anlamis degilim. Cok mu gerek var. Zaten yazinin ana omurgasini Hocaefendiden alintilar kaplamis. Ayrica Hocaefendi metot olarak Osmanlinin guzel taraflarini aktarmayi secmis birisi, bir din alimi bu sekilde yontem belirleyebilir. Ama Osmanliya bilimsel olarak yaklasilmak isteniyorsa cok daha farkli kaynaklardan da istifade edilmeli degil midir?
    – Su anda TR de Osmanli milliyetciliginin bol bol istismar edildiginin farkinda degil misiniz? Onlarin yaptigi ile sizinkinin ne farki var?
    – Sonuc olarak; zamanlama, icerik.. vb. bircok konuda yazinin cok ciddi problemler icerdigini dusunuyorum.
    Asil beni kahreden ise su: Bunca hadiseler yasanmasina ragmen, hala degismeyen o eski bakis acilarimiz. Madem kafanizi degistiremiyorsunuz, ne diye yazi yazarak icinde bulundugunuz aci durumu desifre ediyorsunuz ki?

  3. Osmanlı herşey den önce bir devlet ve devletler zalim dir az ya da çok.
    Devlet ler kutsanmaz.
    Tarihçi olacak ise Yazar öncelikle Osmanlı nın en az diğer devletler kadar karışık hikayesini de kabul edecek.
    Kendi çağında pekala diğer emsal Devletlere nazaran iyi olması onun zalim karakterini değiştirmez.
    Bir ideal gibi dayatmaya gerek yok.
    Selçuklu ya bir medeniyet pekala denir ama Osmanlı bu konuda Selçuklu nun gerisindedir.
    Anadolu bu gerçeğe şahittir.
    Abartmaya gerek yok.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin