Operasyon sırası Menzil’de mi?

HABER-ANALİZ | SEFER CAN | @can_sefercan

İslam’ı ‘cemaat’ halinde yaşamaya çalışan tabir yerindeyse ‘örgütlü’ müslümanları en genel tasnifle ikiye ayırabiliriz: Köktenciler ve gelenekçiler.

Müslümanların yeniden güçlenmesi idealini köke/asli kaynaklara inmekle mümkün görenlere farklı isimler verilebilir. Selefiler, radikaller, köktendinciler ya da batı literatüründeki fundamentalistler diyebiliriz. ‘Geleneksel Müslüman’ köktencilerin kendileri dışındaki herkese verdikleri isim. Dini bireysel yaşayan cami cemaati de, tarikat ve cemaatler de onların gözünde aynıydı. Geleneksel Müslüman, onların nazarında bilinçlenmemiş, İslam’ı bir kültür olarak yaşayan insanlardı. Bireysel dindarlara da çok kızarlardı ama asıl öfkeleri bilhassa tarikatlaraydı. Marks’ın ‘din afyondur’ önermesine bile hak verecek şekilde tarikatların müslümanları uyuşturduğunu savunurlardı. Bilinçlenme diye sundukları şey ise siyasal talepli örgütlenmelerin dışında kalmamaktı. Esasta ana kaynaklara dönüşle birlikte usulde çağcıl metotların kullanılması gerektiğini öne sürerlerdi. Partileşme, kamuoyu oluşturma, sokak hareketleri gibi gelenekte ve ana kaynaklarda kaydı olmayan yöntemleri kullanmamayı neredeyse nifak sayarlardı.

 

 

 

 

 

Bizdeki köktenci/Siyasal İslamcı kesim kendi ideologlarını yetiştiremedi. Onun için bir tercüme hareketi niteliğinden sıyrılamadı. İran, Pakistan ve Mısır’da yazılanlarla kendilerine rota belirlemeye çalıştılar. Gelenekçiler ise ‘müceddid’ olarak tanımladıkları Süleyman Hilmi Tunahan, Zahit Kotku ve Said Nursi gibi isimlerle topluma daha fazla ulaştı ve etkin hale geldi. Onlar, siyasallaşmadan devletten pay almayı tercih etti. Merkez sağ siyasetçiler bu alışverişten kârlı çıktığını düşünerek tarikat ve cemaatlere pay vermeyi sürdürdü.

ERBAKAN’LA BAŞLAYAN SÜREÇ

Necmettin Erbakan’la birlikte ilk defa Siyasal İslam tanımına yakın bir hareket ile bir tarikat ortak küme oluşturdu. Nakşibendiliğin Zahit Kotku kolu partiyi kurmuş gibiydi. Fakat parti ile tarikatın birlikte yürümesi hiç kolay değildi ve kısa süre sonra daha gevşek ve inorganik bir ilişkiye dönüştü. Her iki taraf da bundan hoşnut değildi ama başka seçenekleri yoktu birbirlerine katlanarak devam ettiler. Milli Görüş, siyasi alanda ilerledikçe hem İskenderpaşa Cemaati’nden bağımsızlaşmaya çalıştı hem de diğer cemaat ve tarikatlara da sınırlı ölçüde açıldı. Diğer büyük Nakşi kolu İsmailağa ise orta sınıf ticaret erbabı içinde varlığını sürdürüyor, sadece büyük oy deposu işlevi görüyordu.

MENZİL TARİKATI ODAKTA

Tam bu günlerde başka bir tarikat sosyal ve siyasal alanda görünürlük kazanmaya başladı. Adıyaman’da kurulduğu küçük beldenin adıyla anılan Menzilciler, 12 Eylül Çanakkale sürgünüyle bütün Türkiye’ye adını duyurdu. Tarikatın şeyhi Muhammed Raşit Erol, Çanakkale’de daha kolay ulaşılır hale geldikten sonra iki grup insanın ilgi odağı haline geldi. Alkol bağımlılarının bu tarikata gidererek bu kötü alışkanlığı terk ettiği kulaktan kulağa yayılıyordu. Fakat gerçek patlamayı yapmalarını Ülkücü akını sağladı. 12 Eylül’de cezaevine düşen veya dışarıda sahipsiz kalma duygusu yaşayıp tutunacak dal arayan Ülkücüler, Menzil’e intisap etti. Devletteki paylaşıma yeni bir ortak gelmişti. Milli Görüş hareketine göre devletle daha fazla içli dışlı bir gruptu. Bazıları MHP’de devam etti, bazıları ise Turgut Özal’ın ANAP’ına yaklaştı. Çoğunluk genç olduğundan siyasi vitrinde görünmek yerine bürokrasiye bilhassa emniyete ağırlık verdiler.

Özal’la birlikte bürokraside etkinliği artan diğer grup Fethullah Gülen’in ‘Hizmet Hareketi’ idi. Başlangıç günlerinde Siyasal İslamcıların burun kıvırdığı çocuklar iyi bir eğitim alarak büyümüştü. Bediüzzaman’ın tespitleri doğrultusunda eğitim faaliyetlerine odaklanan Cemaat kısa sürede sadece Türkiye’de değil, dünyada tanınan bir markaya dönüştü. Özal’dan sonra Süleyman Demirel ve Tansu Çiller de ‘Hocaefendi’nin eğitim ağırlıklı ekolünü destekledi. 28 Şubat’ın biçme hamlesi ise Bülent Ecevit’in direnişine takıldı.

2002’DEKİ AKP’NİN VİTRİNİ VE TABANI

2001 ekonomik krizinin tetiklediği siyasi kaos yeni bir parti doğurdu. AKP, Cem Uzan’ın sağ partileri barajın altına çekmesinin de katkısıyla iktidar oldu. Belediye ağırlıklı bir kadroydu. Milli Görüş kadrolarının azımsanmayacak kısmı Erbakan’ın yanında kalmıştı ve AKP’yi ‘mescid-i dırar’ (fitne mescidi) olarak görüyorlardı. Partinin lideri Recep Tayyip Erdoğan, hem Batılılarla hem de Çevik Bir gibi yerel dinamiklerle yaptığı görüşmelerde ‘Milli Görüş gömleğini çıkaracağı’ sözünü vermişti. Bu yüzden o kadroları ilk anda vitrine koyamazdı. Yıllarca Avrupa Birliği karşıtlığı yapmış kadrolarla uyum sürecini yürütmesi de kolay ve inandırıcı olmayacaktı.

Erdoğan’ın tek seçeneğindeki vardı: Hizmet Hareketinin iyi eğitimli kadrolarıyla çalışmak. Ancak onları hep orta kademe bürokratı olarak tuttu. Meclis’te birkaç sembolik isim dışında kimseye yer vermedi. Bırakın bakanı, müsteşar ve genel müdür düzeyinde bile alternatifsizlikten atanmış birkaç isim haricinde yapmadı. Yüzde yüz biat etmeyeceklerini ve hukuksuz emre direneceklerini düşünüyordu. Nitekim 17-25 Aralık Yolsuzluk soruşturmalarını cemaatten bildi. Ortadaki delillere rağmen, başka güçlü bir motivasyon olmadan kimsenin böyle bir şeye cesaret edemeyeceğinden hareketle bu sonuca varıyordu. Yolsuzluk soruşturması değil darbe yapıldığını gösterecek delil olsa polislerin yargılanması 3 yıldır sürüncemede kalmazdı.

KENDİ BÜROKRASİSİ HÂLEN YOK…

Erdoğan, bürokraside kendi kadrosunu henüz yetiştiremedi. İmam hatip liselerinin çoğalması ve zeki öğrencileri toplamak için promosyon yapması filan hep bu çabanın sonucu. O güne kadar diğer cemaat ve tarikatlardan faydalanacak. Yararlanacağı grupların yekpare olmaması ve yüzde yüz biat konusunda kararlı. Sorunsuz çalıştığı camialar hep onun müdahalesiyle birkaç parçaya bölündü. İnanmayan İsmailağa’ya baksın kaç parça olduklarını kendileri bile sayamıyor. Hizmet Hareketi’nde bunu başaramadığı için yok etmeye çalışıyor. Menzil Tarikatını da benzer bir sonuç bekliyor. Zira onlar hem tek parça halindeler, hem de Gavs mı Erdoğan mı tercihinde tereddütsüz şeyhlerini seçerler. Erdoğan da bunu biliyor. Sağlık ve enerji başta olmak üzere önemli bakanlıkları yıllardır yönettiler. Ve yavaş yavaş mevzi kaybedecekler. Son günlerdeki taht görüntüleri ve diğer paylaşımlar düğmeye basıldığını gösteriyor.

Zaten Siyasal İslamcılarla tarikatlar arasında kan uyuşmazlığı var. İstanbul merkezli tarikatlara bile Müslümanları uyutuyor gözüyle bakıyorlar, Menzil görüntüleri laikçilerden fazla onların öfkesini kabartır. Köktenciliğin/Selefiliğin fikir babası İbni Teymiyenin mutasavvıflara ‘şeytanın velileri’ diyecek kadar ileri gittiğini unutmayın.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Hizmet Hareketi her zamanki gibi ayni hataya dusuyor. Hicbir cemaate bir sey oldugu yok. Ikincisi bu cemaatleri son yillarda daha iyi tanidigimiz icin rahatlikla soyleyebilirim ki, Islamiyet’e faydasi olan cemaatler degiller. AKP’nin bu zulmune sessiz kalarak vicdansizca davranmalari da bunlarin basina gelecek seyleri hak ettiklerini gosteriyor. Bu cemaatleri onemsemeyi, yanimiza cekmeye calismayi Allah rizasi icin birakalim.

  2. Güzel ama yetersiz bir analiz.. Bu yazılara daha çok ihtiyaç var.. AKP eliyle ameliyat edilen dini toplulukları ayrı ayrı ele alan yazı dizileri olmalı.. Nasıl bir müdahale ile hangi baskılarla ve entrikalarla hangi cemaat/tarikat kaça bölündü? Bu yapıların kaçı yapay, kaçı doğal, kaçı yandaş, kaçı MiT? Bunları tam anlamak için daha kapsamlı yazı dizileri olmalı.. Tabi bu süreçte zor ya

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin