Mike Pompeo, Afrin Operasyonu’na ne der?

YORUM | İSKENDER DERVİŞ

Afrin Operasyonu’nda bugün 56. gün. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Afrin’e girdik, giriyoruz’ tarzı açıklamalarına, TSK’dan yapılan ‘ele geçirilen köyler’ bildirimlerine ve Afrin’den göç etmek durumunda kalan sivil konvoylarının yoğunlaşmasına bakılırsa, Afrin kent kuşatması da bugün yarın başlayacak. Şimdilik TSK, çevredeki dağlık bölgelere hâkim olmayı ve Afrin’in dışarıyla bağlantısını koparmayı hedefliyor. Sahadan aktarılan bilgiler doğruysa, bu konuda ilerleme kaydedilmiş durumda. Ancak hâlen Suriye rejiminden ya da ABD’den gelebilecek bir müdahale beklentisi var. Birbiriyle çatışmalı bu iki unsurun, yani Suriye Ordusu ve ABD’nin Afrin konusunda aynı şekilde davranacağını beklemekse, biraz tuhaf kaçacaktır.

ABD Dışişleri eski Bakanı Rex Tillerson’la tercüman kullanmadan ve muhtemelen kayda geçmeden yapılan 3,5 saatlik görüşme, Türkiye tarafında ‘sevinçle’ karşılanmıştı. Ancak Tillerson’ın görevi bırakması ve yerine ‘şahin’ kanattan eski CIA Başkanı Mike Pompeo’nun getirilmesi, ABD-Türkiye ilişkilerinin gelecek dönemde nasıl şekilleneceği konusunda soru işaretlerine yol açtı. Her şeyden önce Pompeo’nun göreve gelmesiyle Suriye politikasının ne olacağı en önemli mesele. Bir süredir ABD, ‘bekle, gör’ stratejisi izleyerek Rusya’yı ‘oyun kurucu’ olma konusunda teşvik etmişti. Ancak Rusya’nın Suriye’nin geleceği konusunda bütün tarafları tatmin edebilecek bir çözüm sunamayışı, ABD’yi yeniden bölgede aktive etmeye yetti. Şimdi ABD ile Rusya arasında yeniden stratejik bir hamle arayışı başladı.

Türkiye, bu arayı iyi değerlendirerek Afrin’e hamle etmeyi kararlaştırdığında, bu sebeple ne ABD ne de Rusya caydırıcı bir tepki verebildi. ABD’in öncelikli hedefi olan IŞİD’le mücadele açısından Türkiye’nin hamlesi ‘kınanmaya’ uygundu. Rusya ise Suriye rejiminin arkasına sığınarak, toprak bütünlüğü vurgusu yapacaktı. Şu ana kadar bir takım blöfler olsa da, Suriye’deki hiçbir aktör Türkiye’nin operasyonuna karşı doğrudan hamle yapmadı. Bu durum da, Afrin operasyonunun bir çeşit ‘sessizlikle’ geçiştirileceği yönünde beklenti oluşturuyor. Daha önce Fırat Kalkanı Harekatı’nda olduğu gibi.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyini ‘Arap yerleşkesi’ olarak gördüğü aşikâr. Özgür Suriye Ordusu şemsiyesi altındaki Arapları buranın ‘hâkimi’ kılmak istiyor. Kürt tarafı olan PYD ise, bu coğrafyanın Kürtlerin kontrolünde olması gerektiği kanısında. Nitekim Suriye rejiminin hızla çözülmesi ve yoğun toprak kayıpları yaşaması karşısında PYD’nin bu bölgede aktif hâle gelmesi, Esad rejimi açısından her yönden daha avantajlıydı. Hem ‘yerel’ ve anlaşabileceği güçler hâkimiyet kuruyordu, hem de Türkiye’ye karşı kışkırtma işlevi görüyordu. Ancak Türkiye, Esad’ın beklentilerinin aksine PYD ile diyalog yolunu seçmişti. Salih Müslim’in Ankara ziyaretleri bunun göstergesiydi.

PYD ile ilişki kuran sadece Türkiye değildi elbette. ÖSO’dan ve Türk ordusundan ‘verim’ alamayan ABD, IŞİD’e karşı mücadele görevini kuzey Suriye’nin de facto hâkimi olma yolunda ilerleyen PYD’yle birlikte yürütme kararı aldı. Bu durum, Türkiye’nin PYD politikasının da kısa sürede değişmesine sebep oldu çünkü ÖSO ve diğer cihatçı gruplarla kurulan ve artık pek de saklanmayan ilişkiler, PYD’nin hâkimiyeti durumunda işlevsiz hâle gelecekti. Halep’in boşaltılması karşılığında, Rusya ve Suriye rejimiyle anlaşıldığı iddialarının ortasında Fırat Kalkanı Operasyonu geldi. Halep’teki silahlı militan varlığı, hızla İdlib’e kaydırıldı. Buralarda ele geçirilen bölgelerde Arap ağırlıklı ama Türkiye’ye minnet duyan, Diyanet’in aktif rol aldığı, okullarda Türkçe öğretilen bir ‘mekanizma’ kuruldu.

Afrin’de de benzeri bir tablo bizi bekliyor. Erdoğan’ın uzun vadede Suriyeli mültecileri ‘taşıyamayacak’ olan Türkiye için kuzey Suriye’yi bir çeşit ‘tampon bölge’ yapmak istemesi, Suriyeli mülteci akınından çekinen Avrupa için de ‘masa altından’ onay gören bir proje. Rusya’nın ve Suriye rejiminin PYD’nin şahsında ABD’ye karşı yapılan her türlü hamleye onay verecekleri de böylece ortaya çıkmış oldu. Muhtemelen uzun vadede bu bölgenin Esad yönetimine kalacağı, Türkiye’nin ise zaman içinde bölgeden çekileceği düşünülüyor. Oysa PYD’nin varlığı durumunda, buraya otonomi verilmesi öngörülüyor. ABD’nin PYD’yi daha ne kadar koruyup kollayaağını bilemiyoruz fakat Ankara, ‘ABD’nin Kürtleri sattığı’ şeklindeki propagandasını sürdürüyor.

Washington’da ise Suriye’deki IŞİD’e karşı mücadele koalisyonunun her durumda korunması kaygısı var. Ancak Trump yönetiminin ne yapacağı, belirsizliğini koruyor. Rusya’ya karşı bir hamle yapmak için Erdoğan’la anlaşma opsiyonunu bile düşündüklerini tahmin ediyorum. Pompeo’nun ne getireceği burada önem kazanıyor. Çünkü Afrin operasyonu ile ABD tarafından ardı ardına ‘Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz’ açıklaması yapılmıştı. Tillerson ziyareti de bu yumuşamanın zirve yaptığı anlardan biriydi. CIA’in Suriye iç savaşı süresince Pentagon’dan farklı düşündüğü, zaman zaman dillendirildi. Eğer Pompeo, Trump yönetimindeki generallerden farklı şekilde, Suriye’de ‘cihatçılarla’ çalışmayı yeniden masaya getirirse bu, Türkiye için bulunmaz bir fırsat olabilir. Ancak Rusya’nın buna ne tepki vereceği de önem kazanır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin