Mehmet Altan: Silivri’de basın tarihinin solgun Eylül’ü

Yazdığı yazılardan dolayı 15 Temmuz sonrası tutuklanan ve hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen gazeteci Mehmet Altan, 27 Haziran’da AYM  ve AİHM’in kararlarından sonra cezaevinde çıkmıştı. Son baharın başladığı bir dönemde Altan, P24’te 27 Eylül 2017’de cezaevinde yazdığı Eylül yazısını yayımladı.

Yazıya bir şerh düşen Altan, “10 Eylül 2016’da gözaltına alınıp, on iki gün sonra 22 Eylül’de tutuklandığımdan, iki yıl önceki Eylül’de fazla bir şey yazamamışım. 2017 Eylül’ünde ise yukardaki notu kaleme almışım. 2018 Eylül’ü biterken, bir önceki Silivri Eylül’ünü sonbaharın solgun ışığına çıkartmak istedim. Madem Basın Tarihi yazıyoruz, araya da günümüzün soluk bir rengi girsin. Eylül yazısı niyetine.” ifadesini kullandı.

İşte o yazı;

Silivri’de basın tarihinin solgun Eylül’ü

23 Eylül 2017 – Silivri

Amsterdam’da Van Gogh Müzesi’ni gezerken, ünlü ressamın Japon estampları yaptığını görüp, çok şaşırmıştım.

Böylesine çileli, kendi üzerine kapanmış bir yaşam macerasının içine Japon estampları nasıl girmişti?

Sorunun cevabını, 23 Eylül sabahı, TRT Belgesel Kanalı’nda Claude Monet / Giverny belgeselini izlerken öğrendim.

1860 yılında Avrupa-Japonya ticareti ön almıştı; yaşamın nasıl çetrefil, nasıl öngörülemez olduğunu, ticaret bağlantısı ile empresyonist resim arasındaki şaşırtıcı etkileşimi öğrenince gördüm.

Japonlar ihraç mallarının ambalajlarını cicili bicili kendi estamplarının süslediği kâğıt ve kaplamalarla gerçekleştiriyormuş.

Bu desenli ambalajlar pek kimsenin dikkatini çekmese de empresyonistleri çok etkilemiş.

Empresyonizmin Japon resmi ile ilgisi buradan başlamış. Japon baskı resimleri buradan yola çıkarak Paris’te moda olmuş.

***

Giverny benim hep çok ilgimi çekmiş, heyecanımı ve her adının geçtiği yerde dönüp bakma refleksimi hep diri tutmuştur.

Bunun en büyük nedeni, 1976 yılında, 23 yaşında ilk kez babamla birlikte Paris’e gittiğimizde, bir sabah babamın beni, Giverny’e, Claude Monet Müzesi’ne götürmüş olmasıdır herhalde.

Buraya bayıldım, bir daha da hiç unutmadım, yaşamımın hep taze kalmış merak noktalarından birini oluşturdu, oluşturmaya devam etti, bu satırları yazarken 64 yaşındayım, 41 yıl sonra da aynı duygular içindeyim.

O Paris gezisini Cumhuriyet Gazetesi’ne hikâye etmiştim, şimdi yeniden o yıllara geri dönüp bir bakmak, “Servetin Boyutları” isimli o yazı dizisini yeniden okuyabilmek isteği uyandı içimde.

***

Claude Monet’nin Giverny ile 43 yıl süren özdeşliğini, ressamla ışık, aranış, merak ve keşfetme iştahını tüm kavşaklarıyla birlikte değerlendirince daha iyi hissediyorsunuz.

Yaşam ile ilişkisini resimleri aracılığıyla çok berrak olarak anlıyorsunuz.

Işık ile ressamın sevişmesini resimlerde görüyorsunuz.

Monet’nin çizmekten hiç sıkılmadığı konuları var; gelincik tarlaları, sarı zambaklar, elma ağaçları; ışık değişimleri, ışık kırılmaları, Paris’e çok uzak olmayan kırsal yaşam…

1893’te sürekli oturmak için burada bir arazi satın alması, ölünceye kadar burayı terk etmemesi de bu yüzden.

***

Sarı ve beyaz nilüferler ve Giverny; bazen yaratıcı bir el değdiği her şeyi nasıl ölümsüzleştirebiliyor.

Giverny’den Silivri’ye parıltılı ve ışıklı bir hat çekiliyor.

***

Anlık kompozisyon aranışı, renk tonlarıyla oyun, bu bağlamda çizip durduğu ot yığınları… Değişen görüntüleri, algılanan farklı formları gözetliyor ve çiziyor.

1892’de Japon estampları Monet’nin de ilgi alanına giriyor.

Giverny’de sürekli çizdiği minik havuzun üzerindeki Japon Köprüsü de bu çerçevenin esaslı nesnelerinden biri.

Monet Japon Köprüsü’nü ilk kez 1896’da çiziyor. 118 yıl önce.

***

Charing Cross Köprüsü, fotoğraf sanatı ve Giverny’deki bahçe peyzajı da birbirlerini etkiliyor.

Ressam yaşamı algılıyor, algısını yeniden yorumluyor ve bunu tekrar doğuruyor.
1920 yılında Monet katarak illetine tutuluyor, resimlerindeki kırmızı renginin artması bu nedenden.

Katarak dünyayı kırmızı görmeye mecbur ediyor insanı.

***

Sanat ve etkilendiği araçlar, aracılar.

250 farklı nilüfer çiziyor, nilüferler Giverny’nin simgesi hâline geliyor.

1914’de Giverny’de çekilmiş kısa bir filmi de var, o zaman 74 yaşında.

1926’da ölüyor ama 2008 yılında o nilüferlerden birinin 41 milyon dolara satılacağını herhalde hayal bile etmiyor.

***

Belgeseli yöneten ve metni yazan Durmuş Akbulut’un özenini ve becerisini çok sevdim.

2013’de yapılmış bu belgeseli İde Yapım gerçekleştirmiş.

Bu çok başarılı belgeseli izlerken geçmişe, 1976 yıllarına, gençliğime, babamla ilk seyahatime, baba-oğul gezisinin daha sonra kazanabileceği sarsıcı anlamlarına sürüklendim.

***

Hapishanede zamanın “anılarla” biçim ve hız değiştirdiğini, ileriye çok yeknesak akan zamanın, geçmişte yaşanmışlıklarla çakıştığında hızlanıp, anlam ve değer kazanarak insanı heyecanlandırdığını Giverny örneğinde de yaşadım.

Belgeseli 23 Eylül 2017’de izledim ama notları kalıcı bir biçimde peçeteden ak kâğıda 28 Ekim 2017 günü, bir Cumartesi sabahı geçirdim.

Böylece Giverny üzerinden geçmişe yaptığım yolculuk, bir daha tekrarlandı.

Monet’nin nilüferlerinin dünyadaki yansımasının minik bir coşkusunu, kendi dünyamda yaşadım.

Monet ve Giverny hapishane koğuşunu renklendirdi.

28 Ekim 2017 / Silivri
Cumartesi-saat 11

***

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin