Levent Gültekin yazdı: 70 bin öğrenciyi tutuklayan kendi evlatlarını yiyen ülke!

Gazeteci ve Yazar Levent Gültekin, savaş karşıtı gösteri yaptıkları için tutuklanan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yaşadıklarını ve mahkeme izlenimlerini yazdı. Gültekin, alkış, öğrencilerın slogan atmak, afişin yanında durmak gibi suçlamalarla sorgulandığını hayretle izlemek zorunda kaldığını aktardı.

Öğrenci ve üniversiteleri hedef alan iktidarın yanlışlarına işaret eden Gültekin,  “En can yakıcı olanı ise polisin dayak atarken “Söyle bakalım üniversiteye kaçıncı sıradan girmiştin” sorusuyla, Boğaziçili çocukların başarılarıyla alay etmesi, o başarıyı aşağılaması.Yargılanan çocukların tamamı bu ülkenin en iyi üniversitelerinden birine, sınavlarda yüksek puanlar alarak giren öğrenciler. Yani ülkenin geleceği, umudu olan gençler. Hepsinin ifadesinde söylediği ortak bir cümle vardı: ‘Eğitimim yarı kaldı okuluma dönmek istiyorum.’ İşte o gençleri, o başarıyı tehdit gören, o umudu yıkan bir anlayış ülke yönetiminde. Sadece bu çocuklar değil, ülke genelinde 70 bin öğrenci tutuklu! YÖK verilerine göre üniversitelerde toplam 7 milyon 560 bin 371 öğrenci var. Yani her yüz öğrenciden biri tutuklu. Daha geçen haftalarda 116 eski Harp Okulu öğrencisine müebbet hapis cezası verildi. 15 Temmuz’da “Tatbikat var” denilerek göreve çağrılan, komutanlarının emrine itaat edip sokağa çıkan fakat somut bir suç işlemeyen 16-17 yaşındaki çocuklara müebbet hapis cezası vermek… Diğer taraftan geçtiğimiz hafta Kadıköy’de karne eylemi yapan 17 yaşındaki lise öğrencilerini polis otobüsüne doldurup dayak atmak…” diye yazdı.

EN NOBRAN EN VİCDANSIZINI YAŞIYORUZ!

Gültekin gençleri rahat bırakın dediği yazısında şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu ülkenin geleceğini yok etmeye çalışmaktır. Ülkenin umudu olan çocukları yaralayarak, inciterek, yıldırarak o umudu yok etmektir. Ülkeyle bağlarını koparmaya çalışmaktır.Toplumun benliği bu tür acılarla dolu. Her dönem bir nesil demokrasi, hukuk, özgürlük eksikliğinin kurbanı oluyor. En ağırını, en kabasını, en nobranını belki de en vicdansızını bu dönemde yaşıyoruz.”

Diken’de yayınlanan Levent Gültekin’in yazısının tam metni şöyle:

KENDİ EVLATLARINI YİYEN ÜLKE!

Afrin operasyonunu başarı görüp bunu kutlamak için lokum dağıtan öğrenciler ile böyle bir olay için lokum dağıtmanın yanlış olduğunu söyleyen öğrenciler arasında çıkan tartışmaya devlet müdahale etmiş, onlarca öğrenciyi tutuklamıştı.

Devletin Afrin’e müdahalesini doğru bulmayan öğrenciler tutuklandı.

Bu öğrencilerin geçen hafta yapılan duruşmasına katıldım.

Hakikaten insanın canını yakan, umudunu kıran, yaşama sevincini körelten bir tablo vardı.

Mahkeme hakiminin çocuklara yönelttiği suçlamalara dikkat ettim.

“Slogan attın mı”, “Alkışlı protestoya katıldın mı”, “Filan sloganın yazılı olduğu pankartın yakınında durduğunu gösteren fotoğraflar var, buna ne diyorsun” gibi insanı hayrete düşüren türden, manasız suçlamalar vardı.

“İnsanı hayrete düşüren türden” diyorum çünkü alkışlı protestonun, slogan atmanın, pankart taşımanın suç sayılması, bunun için gencecik çocukların aylardır hapiste tutulması, gelinen durumun vahametini göstermesi açısından önemli.

Evlatları tutuklu olan anne babaların o üzgün, o kırgın, o çaresiz, o tedirgin halleri…

Çocukların ifadelerini dinledim.

Gözaltına alınış şekillerini, karakolda gördükleri onur kırıcı muameleyi anlattılar.

Polis, slogan atmakla suçlanan gencecik bir kız çocuğunun evini sabaha karşı basıp evdeki kardeşlerini yere yatırıp darp edip kızı gözaltına alıyor.

Bir diğer öğrenci ise gözyaşlarını tutamayarak karakola götürüldükten sonra elbiselerinin çıkarılıp çıplak halde bekletilirken gelen giden polislerin ettiği küfürleri, hakaretleri ve attığı dayakları anlatıyor.

En can yakıcı olanı ise polisin dayak atarken “Söyle bakalım üniversiteye kaçıncı sıradan girmiştin” sorusuyla, Boğaziçili çocukların başarılarıyla alay etmesi, o başarıyı aşağılaması.

Yargılanan çocukların tamamı bu ülkenin en iyi üniversitelerinden birine, sınavlarda yüksek puanlar alarak giren öğrenciler.

Yani ülkenin geleceği, umudu olan gençler.

Hepsinin ifadesinde söylediği ortak bir cümle vardı: “Eğitimim yarı kaldı okuluma dönmek istiyorum.”

İşte o gençleri, o başarıyı tehdit gören, o umudu yıkan bir anlayış ülke yönetiminde.

Sadece bu çocuklar değil, ülke genelinde 70 bin öğrenci tutuklu!

YÖK verilerine göre üniversitelerde toplam 7 milyon 560 bin 371 öğrenci var.

Yani her yüz öğrenciden biri tutuklu.

Daha geçen haftalarda 116 eski Harp Okulu öğrencisine müebbet hapis cezası verildi.

15 Temmuz’da “Tatbikat var” denilerek göreve çağrılan, komutanlarının emrine itaat edip sokağa çıkan fakat somut bir suç işlemeyen 16-17 yaşındaki çocuklara müebbet hapis cezası vermek…

Diğer taraftan geçtiğimiz hafta Kadıköy’de karne eylemi yapan 17 yaşındaki lise öğrencilerini polis otobüsüne doldurup dayak atmak…

Bütün bunların bu çocuklarda yarattığı hayal kırıklığı, öfke, travma…

Sorumluluk duygusuyla çalışmış, çabalamış hayata tutunma çabasıyla üniversite kazanmış gençleri “Slogan attın”, “Şunu yaptın”, “Şöyle davrandın”, “Falanı övdün” diyerek dövmek, aşağılamak, hapse atmak, “Biz senin bu ülkeye yararlı bir insan olmanı değil, zarar veren bir insana dönüşmeni istiyoruz” demektir.

Çocukları çatışmaya çekmektir.

Bu ülkenin geleceğini yok etmeye çalışmaktır. Ülkenin umudu olan çocukları yaralayarak, inciterek, yıldırarak o umudu yok etmektir.

Ülkeyle bağlarını koparmaya çalışmaktır.

Toplumun benliği bu tür acılarla dolu. Her dönem bir nesil demokrasi, hukuk, özgürlük eksikliğinin kurbanı oluyor.

En ağırını, en kabasını, en nobranını belki de en vicdansızını bu dönemde yaşıyoruz.

Daha kaç nesli böyle heba edeceğiz?

Daha kaç neslin bu ülkeye dair umudunu yerel bir edip o insanların umutsuzluğunu, öfkesini, kırgınlığını ülkenin kaderi yapacağız?

Başarının takdir edilemediği, tam tersine aşağılandığı, özgürce düşünmeyen, itiraz etmeyen, düşündüğünü söyleyemeyen insanlarla bir ülke nasıl düzlüğe çıkabilir ki?

Kendi evlatlarını yiyen bir ülke, kendi geleceğini, kendi umudumu yine kendi elleriyle yok eden bir ülke nereye varabilir, hangi başarıyı gösterebilir, varlığını nasıl sürdürebilir ki?

Kendi evlatlarının başarısına haset duyan, bunu aşağılık bir şey olarak gören, gösteren bir ülke, geleceğini nasıl kurtarır ki?

Mahkeme salonunda umut veren tek şey mahkeme heyetinin tavrıydı.

Üzgün, kırgın gençlere babacan bir müşfik bir ses tonuyla yaklaşan hakim ve savcılardı.

İfade verirken duygulanan bir gence savcı mealen şöyle dedi: “Üzülmeyin, sakin olun gençler, hepimiz oralardan geçtik. Genç dediğin zaten böyle şeyler yapar.”

Mahkeme başkanının çocukların ifadesini kolaylaştırmaya dönük çabası ve nihayetinde gelen tahliye kararı.

Tahliyelere seviniyoruz ama bu tür yanlışların, gözünü kırpmadan kendi ülke geleceğini harcayan anlayışın gençlerde, toplumda açtığı yaraların faturasını da uzun yıllar hep birlikte ödüyoruz.

Tıpkı geçmişte yapılan yanlışların faturasını şimdilerde ödediğimiz gibi.

Gençleri rahat bırakın.

Müsaade edin de hayat normal bir şekilde aksın.

Umutları, hevesleri, heyecanları, sevinçleri, itirazları, eleştirileri yok ederek ülkeye zarar vermekten vazgeçin artık.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin