Kuyu gibidir insan!

YORUM | NAKKAŞ

Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var
Âşık-i sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var…”

Fuzulî

“Esas âşık benim” diyor Fuzuli, Mecnun’un marka değerinin yükseldiğini söyleyerek…

Rivayet edilir ki, Leyla kara kuru, cılız, sıradan bir kız idi. Onu görenler uğruna çölleri aşıp, deli divane olan Mecnun’un aklına şaşkın. Yine denir ki; bu çelişkili durum dönemin padişahının da kulağına gider ve genç kızı sarayına davet eder. Beklenti şudur; birazdan kapı açılacak ve güzelliğiyle herkesi mest edecek bir cins-i latif girecek içeriye.

Öyle olmaz tabii.

Belki ifade edilmez ama herkesin zihninde aynı sual:

“Bu muymuş Mecnun’u divane eden Leyla!”

Söz sırası genç kıza gelir. Etrafındakilere teker teker bakar ve en son padişaha şöyle der;

“Hünkârım, siz hünkârsınız, kusura bakmayın Mecnun değilsiniz!”

Aşkın her şeyden önce bir bakış zaviyesi meselesi olduğunu anlatır bize bu mesel. En fazla 20-30 yıllık geçici bir güzelliğe takılıp ebedi olanın ıskalanması biçarelik değil de nedir?

İş bu sebepten Leyla’yı görüp de Mecnun’a dudak bükenlerin narsistik kültüründe egemen olan güzellik kavramından mustarip oldukları aşikârdır.

Modern çağın en büyük marazlarından biridir belki de bu: Güzelliği fiziksel güzelliğe hapsetmek.

Leyla bir yüz ve bedenden ibaret değildir hâlbuki. Mesele yüz ve bedense eğer, cesetlerin de bir bedeni ve yüzü vardır. Leyla güzelliği değildi Mecnun’u tarihin gelmiş geçmiş en büyük aşklarından biri yapan.

Başka bir şey vardı..

Açıkçası piyasası olan, çok satan bir şey değildi bu “şey…”

Âşık skor insanı değildir çünkü.

Stendhal ve Ali Cumali…

Meriç, Stedhal’ın Aşka Dair’in “tarih boyunca yazılmış üç önemli aşk kitabından biri” olarak tanımlar.

Yazar, bir söyleşisinde kitabı kaleme alırken “100 kişi okusun yeter” diyordu.

O kadar bile olmadı.

Aşka Dair’in ilk baskısı 10 yılda sadece 17 okur bulabildi.

“Her büyük kitap bir fetih için yazılır” der Meriç. Stendhal da Aşka Dair’in bir fetih için yazmıştı. Seviyordu ama karşılık görmüyordu. Kitap kendisini her gördüğünde adeta aşağılayan Mathilde için yazılmıştı.

Ve aşk buydu aslında…

Meriç’in tespiti şu, “Stendhal aşkı ıstırabın prizmasından görmüş.”

Derinlere inebilmesini buna bağlar merhum.

Aşkın merhalelerini de yazar Meriç. Şöyledir;

1.Hayranlık. 2. Onunla olmak ne büyük haz. 3. Ümit. 4. Aşk doğmuştur. 5. İlk kristalizasyon. 6. Şüphenin belirişi. 7. İkinci kristalizasyon.

Bir de takvim ekler bu evrelere:

Birinci merhale ile ikincisi arasında bir yıl geçebilir. İkiyle üç arasında bir ay. Ümit belirmezse yavaş yavaş ikinci merhale sönüp gider. Üçle dört arasındaki zaman bir göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Dörtle beş arasında fasıla yok. Altıyla yedi arasında da öyle.

Istırabın prizmasından…

Ali Cumali Bağdatlı bir eczacıydı.

Yine Bağdatlı şair Fuad’ın söylediğine göre, “asaletini kimsenin aşamayacağı” bir âşıktı aynı zamanda.

Gençliğinde âşık olduğu kadınla evlenmişti Ali Cumali.

Ama kader işte, kısa süre sonra savaş çıktı. Bu arada olay İkinci Dünya Savaşı esnasında yaşanıyor.

Savaşırken bir mektup aldı Cumali.

Çok sevdiği kadın çiçek hastalığına yakalanmıştı.

Bilenler bilir, çiçek öyle bir hastalık ki, ismiyle tamamen zıt. Yakaladığı insanı fiziksel olarak perişan ediyor, tabiri caizse hilkat garibesine çeviriyor.

Özellikle hassas olan yüzleri belirsizleştiriyor, kimliksizleştiriyor. Kadınları çirkin, erkekleri korkunç yapabiliyor çiçek hastalığı.

Karısının da yüzünün perişan olduğunu öğreniyor sonra Eczacı Ali Cumali…

Ağlamaya başlıyor. Bir süre sonra ise “Gözlerim ağrıyor” diyor. Revire götürüyorlar, kimse gözlerine ne olduğunu anlamıyor ama kısa süre sonra kör oluyor. Göremiyor artık…

Evine döndüğünde çiçek hastalığı geçirmiş eşinin yüzünü de görmüyor doğal olarak.

12 yıl daha mutlu ve mesut şekilde yaşıyorlar.

Sonra eşi vefat ediyor ve öldüğü gün gözleri açılıyor Ali Cumali’nin…

Anlaşılıyor ki, karısı üzülüp acı çekmesin diye 12 yıl boyunca kör taklidi yapmış Ali Cumali…

Fuad diyor ki, “İnsan kuyu gibidir, derinliği başımızı döndürebilir…”

Hikaye Roberto Benigni’nin Kar ve Kaplan filminde anlatılır.

Avustralyalı Turia’nın yakıcı öyküsü

Turia Pitt son derece güzel bir genç kızdı.

Sporcuydu, sevgi doluydu, başarılıydı.

Michale isimli bir nişanlısı vardı. Kolejden beri tanışıyorlardı genç adamla.

2011 yılının Haziran ayında Kimberley Maratonu’na katıldı Turia…

İddialıydı da..

Ancak çok büyük bir şansızlık oldu ve çalılıklardan başlayan bir yangının tam ortasında kaldı genç kız.

Sonuç felaketti…

Bedeninin yüzde 70’e yakını yanmıştı genç kızın.

Yüzü tanınmaz hale gelmiş, bazı parmaklarını kesmek zorunda kalmıştı doktorlar.

Ailesi de dahil herkes acıyarak bakıyordu Turia’nın yüzüne.

Bir kişi hariç..

Nişanlısı Michale Hoskin dışında.

Şüphesiz üzülmüştü genç adam ama sanki Turia’ya hiçbir şey olmamış gibi davrandı hep.

Fiziksel sıkıntılar aşkını bitirmek bir yana ziyadeleştirmişti adeta.

Hayat küsen genç kız, sevginin gücüyle tekrar ayağa kalktı.

Koşmaya başladı.

İnanılmaz belki ama Çin Seddi’ne koştu, zirvelere tırmandı.

Michale ile evlendi ve dünya tatlısı bir bebekleri oldu…

Kuyu gibiydi insan…

Derindi aslında. Michale’nin yüreği, Turia’nın azmi gibi.

Derinlikle yükseklik birleşince ise tüm fiziki engellerin bir anlamı kalmıyordu aslında.

Cemil Meriç, Stendhal’in kristalizasyonunu açıklarken enteresan bir noktaya değinir.

Şöyle der;

“Billurlaştırmak… Hayalin, sevgiliye olmayan vasıflar eklemesi ve onu güzelleştirmesidir… Hangi güzellik aklımıza gelse, onu hemen sevdiğimize kondururuz.”

Bunu yapabilince tüm fiziki engeller basit badirelere dönüşüyor ve büyük aşklar çıkıyor ortaya.

Sizin hayalinizde gelişip mükemmelleştirdiğiniz, her güzelliği ona kondurduğunuz bir savdanız var mı peki?

Hangi kuyu başınızı döndürüyor?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Billur gibi bir yazı
    Gönlünüze sağlık
    Yazılarınız kalplere nakşoluyor sayın Nakkaş
    Bekliyoruz efendim merakla ve de dört gözle yeni yazılarınızı

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin