Kokuşan devlet

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Esas olan 15 Temmuz sonrası devletin kokuşmaya başlamasıdır. Bu nedenle 15 Temmuz darbe girişimini kimin yaptığı ya da yaptırdığı hakkında kafalarda birçok soru işareti olmasına karşın, beni ilgilendiren esas konu, bu elim kalkışmanın sonrasında siyasetten ekonomiye, sosyal yaşamdan dış politikaya neler olduğu. Darbenin komuta kademesi hala belli değil. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) çok büyük bir çoğunluğunun darbeye karışmadığı bilindiği halde, general-amiral komuta kademesi toplamının yüzde elliye yakınının darbeci oldukları iddiasıyla tutuklanmaları, dahası bu askerlerin “FETÖ” olarak adlandırılan hayali bir terör örgütü üyesi olarak gösterilmeleri, odaklanılması gereken bir konu. Çünkü daha darbenin hemen başında Cemaat’in darbe yaptığı iddiasını ortaya atan Erdoğan ve çevresi, nedense darbenin soruşturulması konusunda görevlendirilen Araştırma Komisyonunu işlevsizleştirmek için elinden ne geliyorsa yaptı.

Darbe gerekçesiyle Türkiye’de rejim değişikliği gerçekleştirildi. İnanılmaz rakamlarda ve oranlarda bir tasfiye yapıldı. Devlet kadrolarından yüz binlerce memur ihraç edildi. İçinde yargıçlar, savcılar, polisler, askerler, öğretim üyeleri, öğretmenler, diplomatlar, büyük-orta ve küçük bürokratlar var. Yüz binlerce insan kanunlarda yer almayan suç gerekçeleri öne sürülerek, kanıtlara dayandırılmadan hapse atıldı. İçlerinde Cemaat’e mensup veya yakın olanlar, Kürtler, Barış Akademisyenleri, demokratlar, liberaller var. Hapishanelerde binlerce kadın ve sayıları 700’ün üzerinde bebek var. Yani 15 Temmuz’u kim yaptı sorusundan önce, 15 Temmuz sonrasında ne yapıldı, buna odaklanmak lazım. 15 Temmuz’u şu anki sis perdesinden dolayı analiz edemiyoruz. Ama 15 Temmuz sonrasında kokuşan devleti görüyoruz. Dolayısıyla spekülasyona gerek olmaksızın, kokuşmanın nedeni olan darbe girişimi sonrasında yapılan hak ihlallerine yoğunlaşmak, devlet mimarisinde gerçekleşen tepeden tırnağa dönüşümü analiz etmek, anayasal düzenle çelişen hukuki ve fiili yapıyı eleştirmek gibi daha yapıcı ve tutarlı işlerle uğraşmalıyız.

Bugün yüzbinlerce insan darbeci olmaktan hapiste

Neden kokuşma? 15 Temmuz sonrasında en başta eleştirilmesi gereken şey, kolektif cezalandırma ve masumiyet karinesi ilkesinin ihlalidir. Masumiyet karinesine göre, bir kişi, aksi ispat edilene kadar masumdur. Sen suç işlemişsin diye iddia edilerek kişinin özgürlük hakkı gasp edilemez. Kanıtlarla desteklenmeden, ispat olmaz. Gözünün üzerinde kaşın var türünden komik iddialarla, ağır suçlamalar yapılıyor ve insanlar herhangi bir kanıt olmaksızın cezaevine atılıyor. Bugün yüz binlerce insan darbeci olmak veya darbeye destek vermek gibi iddialar temelinde hapistedir ya da işini kaybetmiş durumdadır. Bir an için, hipotetik olarak darbe ile Cemaat arasında kurulan ilişkinin gerçek olduğunu düşünelim. Bu durumda bile, yapılan kitle takibatı ve kolektif cezalandırma haklı çıkarılamaz. Sadece hukuk tekniği bakımından değil, anayasal düzenin temel dayanakları ve yasaların ruhu bakımından da yüz binlerce insanın Cemaat’e bağlı, onunla bağlantılı veya ona karşı sempati duyuyor gibi gerekçelerle topyekûn “darbeci” ilan edilerek kriminalize edilmesi düşünülemez. Sadece hukuk devleti olmanın gereği değildir bu. Aynı zamanda devlet olmanın da gereğidir. Bakın hukuk devleti olmanın demiyorum. Demokratik olmayan, insan hak ve özgürlüklerine dayanmayan devletler bile, kanun devletiyseler eğer – ki devlet olmak için bu bir asgari zorunluluk – kanunlarda yer almayan suç olmayacağını kabullenmek durumundadırlar. Dahası, suçun oluşması için gerekli fiillerin işlenip işlenmediği konusunda kanıtların olması esastır. Yani sadece bir gruba sempatiyle yaklaşılması ya da ideolojik olarak bir gruptan olunması, o gruba ait başkalarının işledikleri suçtan sizin sorumlu tutulmanızı haklı çıkarmaz. Bu elbette kuramsal düzeyde bir argüman. Yani temel önerme, farz edelim ki Cemaat’ten birileri 15 Temmuz’a karışmış olsun, cümlesidir. Bunun böyle olup olmadığıyla ilgilenmiyorum. Diyorum ki, olsa bile, bu durum, Cemaat’ten olan ya da ona yakın duran insanların suçlanmasını ve takibata alınmasını haklı çıkarmaz. Takibat kavramını, hukuki olmayan yollarla, devlet gücünü ve otoritesini kullanarak yapılan keyfi zulüm anlamında kullanıyorum. Bugün itibarıyla, yüz binler Cemaat’ten oldukları iddiasıyla hem yukarıdaki anlamda “takibata tabi tutuluyor”, hem de sosyal ve politik linçe uğruyor. Bu koku nereden geliyor diye merak edenler, bunu görün! Kimse Cemaat’e yakınlık veya aidiyet gibi iddiaların doğru olup olmadığıyla ilgilenmiyor, anti parantez. Ama bu pek de önemli değil. Çünkü Cemaat’ten olmak, tek başına bir suç zemini oluşturamaz. Bir örnek vererek bunu açıklayayım.

Bugün olan bu değil mi?

Örneğin, bugüne kadarki darbeler ve diğer askeri müdahaleler, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, Kemalist/Atatürkçü olduğunu iddia eden askerlerce ya da hiziplerce gerçekleştirildi. Bir an için, bunlardan birinin başarısızlıkla sonuçlandığını (15 Temmuz gibi) var sayalım. Ve ardından, bu darbe veya müdahale girişimiyle fikirsel veya örgütsel olarak bağlantılı bulunan kişi ve kurumların topluca takibata alındıklarını düşünelim. Yani, bir tüm Kemalistlerin, Atatürkçülerin, CHP’lilerin, darbeye karışan karışmayan tüm askerlerin, devlet kurumlarında çalışan tüm Atatürkçü düşünce mensuplarının, üniversitelerdeki Kemalist veya sol öğretim üyelerinin, kısaca darbecilerle benzer dünya görüşünden olan tüm kesimlerin kitlesel olarak takibat altına alındıklarını hayal edelim. Bugün olan bu değil mi? Tek fark, Kemalist ya da Atatürkçü oldukları gerekçesiyle değil, Cemaat’ten oldukları iddiasıyla takibata alınıyorlar. Yüz binlerce insandan bahsediyoruz. İlkokul öğretmenleri var aralarında. Öğrenciler, ev hanımları, hatta 4 yaşında çocuklar var, haklarında soruşturma yapılan! Gazeteciler var aralarında, birçoğu iki yılı aşkın süredir cezaevinde olan. Selahattin Demirtaş’ın ve Kürt milletvekillerinin tek suçunun, rejimin diskurunu benimsememiş olmaları olduğunu herkes biliyor. Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak gibi gazeteci-yazarların da öyle! Yani işlendiği iddia edilen suç, kitlesel-kolektif bir yaptırıma (intikama) tabi tutuluyor. Bu hukuksal bir tutum değildir ve anayasal hakların ve prosedürlerin ağır şekilde ihlalidir. Dahası, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmış olan hak ve özgürlüklerin de temelden ihlal edilmesidir. Tekrar ediyorum, velev ki darbeye kalkışan bazı kişilerin Gülen Cemaati ile bağı olsa bile (ki bu konuda henüz kanıtlanmış herhangi bir somut veri yok) bugünkü kitlesel takibat haklı çıkartılamaz. Dahası, sadece bazı kişilerin Gülen Cemaati ile ilintisinin olması bile, Gülen Cemaati’ni töhmet altında bırakmayı haklı çıkarmaz. Kaldı ki, bugün yaşananlar, sadece töhmet altında bırakmayı fersah-fersah geçmiş, bir linç ve soykırıma dönüşmüştür. Bundan bir yıl kadar önce dostum ve meslektaşım Savaş Genç’le beraber Erkam Tufan Aytav’ın bir programında konuk olmuş, 15 Temmuz sonrası sürecin neden soykırım olduğunu detaylarıyla irdelemiştik. Bugün memnuniyetle görüyorum ki, Herkül Milas gibi birçok onurlu ve kendisine saygısı olan aydın, artık bu gerçekleri açıkça yazmaya ve konuşmaya başladı. Dolayısıyla, yüz binlerce insanın maruz kaldığı anayasa dışı, kanunsuz-usulsüz, mafya vari infaz ve linç kampanyası, devlet davranışına tekabül etmemektedir ve bu bağlamda Türkiye, yasallık ve meşruiyet sınırlarını çoktan aşarak, yasadışılığın sistematikleştiği bir otoriteryan rejim haline gelmiştir. Kokuşmaya hala şaşırıyor musunuz?

Bunlar alçak rejimlerin yapmadığı şeyler değil!

Gelelim, suçun şahsiliği ilkesinin ihlali meselesine. En pis kokular buradan çıkıyor! Bugün Can Dündar’ın eşinin pasaportunu iptal eden / pasaportuna el koyan bir rejim var. Tabi mesele salt Dündar’ın eşi değil. Tanınmış ve konunun önemine dikkati çekecek kadar ortada bir örnek olması bakımından bunu verdim. Elbette gayet iyi biliyorum ki, aynı sorunu yaşayan yüz binler var bugün! Tek “suçları” eşlerinin ya da anne-babalarının devlet tarafından “devlet düşmanı” ve hain ilan edilmiş olmaları. Haydi diyelim ki, birine size karşı geldi diye hain damgası vurdunuz ve onu kriminalize ettiniz! Ve onun pasaportuna el koydunuz, yurtdışı yasağı getirdiniz, kamudaki işinden attınız, SGK kayıtları üzerinden onu fişlediniz ve çalışmasını engellediniz, hatta onu hapse tıktınız. Bunlar alçak rejimlerin yapmadığı şeyler değil! Zaten Türkiye tarihi, bu tür zulümlerin bolca vuku bulduğu, dünya otoriteryan yönetimler literatürüne yeterince girmiş bir tarih! Fakat bunun daniskası ne biliyor musunuz? Yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım, eş ve çocukların, anne babaların, yakın akrabaların da “suç kapsamına” alınması. Ahkâm kesmiyorum, teorik de konuşmuyorum. 15 Temmuz sonrası, benim 11 yaşındaki kızımın ve 7 yaşındaki oğlumun pasaportlarını kanunsuzca geçersiz ilan eden, politik hiçbir fiili olmayan eşimin pasaportunu aynı şekilde kanunsuzca geçersiz ilan eden, beni yurtdışında bir üniversitede görevliyken gıyabımda KHK ile Türk-Alman Üniversitesi’ndeki profesörlük kadromdan atan bu “devlet”, bu uygulamaları Can Dündar’ın eşi de dâhil yüz binlerce Türkiye vatandaşına utanmadan uyguladı! Kadromu madromu  bırakın! Umurumda bile değil zaten inanın! Lisans-yüksek lisans ve doktoramı Almanya’dan aldım çok şükür. İyi kötü, kimseye muhtaç olmadan mesleğimi Kanada’nın büyük üniversitelerinden birinde yapmaktayım. Ama çocuklarım diyorum! Bu devlette görev yapan memurlar, eliniz nasıl vardı 7 ve 11 yaşındaki iki çocukla uğraşmaya! Benim çocuklarım gibi on binlercesi var. Ve tabi, Meriç’te ve Ege’de hayatını kaybeden minikler! Ve açıkça suçun şahsiliği ilkesini binlerce, yüz binlerce kez çiğnedi! Kokuyor buram-buram, leş gibi, namusunu ayaklar altına aldığınız Türk devleti! Merak ediyorum doğrusu: zaten benim gibi yüz binleri hiçbir kanuna ve kanıta dayanmadan zulme uğrattı, tamam da, eşlerimiz ve çocuklarımız ne yaptı? Biliyorum, onların bir şey yapmadıklarını biliyorsunuz siz de. Tamam da, bunu bilerek her sabah aynada o sefil yüzünüze nasıl bakıyorsunuz! Merak ettiğim bu! Anayasasına uyacağınıza yemin ettiğiniz devletin anayasa suçu işleyerek miniklerine ve masumlarına zulüm yapmasını nasıl kabulleniyor vicdanlarınız? PKK’lıların eş ve çocukları, anne-babalarına bile rüsva görülmeyen bir uygulamadır. Ki uygulanmasın da zaten hiçbir suçlunun minik evladına, ana-babasına, eşine! Halen parlamentoda Abdullah Öcalan’ın yeğeni milletvekilidir! Nazım Hikmet zulme uğratıldığında, eski eşi ve oğlu takibata alınmadı bu memlekette! Boğdurulan Osmanlı vezirlerinin eş ve çocukları zulme uğratılması! Tek istisnası Ermeni soykırımı! Modern tarihte (20. yüzyıldan itibaren) sadece Ermeni soykırımında uygulanmış olan bir sistematikten söz ediyorum. Bu nedenle, bu pis koku soykırım niteliğinde olan, ağır bir zulümden geliyor. Tabi ben burada somut olduğu için pasaport iptali ve yurtdışı yasağını ele aldım. Ama biliyorum ki, binlerce insan bugün ağabeylerinin ya da babalarını işlediği iddia edilen suçlardan dolayı hapishanede rehin olarak tutuluyor. İnsanlara açıkça, baban/ağabeyin gelsin teslim olsun, seni bırakalım deniyor. Bu tür bir uygulama, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bu rejim tarafından uygulanıyor. Bu hukuksuz uygulamaların emrini verenler ve onların emrine itaat edenler, halk ve devlet düşmanı hainlerdir. Pis kokunun asıl kaynağı, onların çürümüş şahsiyetleri ve vicdanlarıdır.

Bu koku var ya bu koku! Arınamayacaksınız ondan!

15 Temmuz’un sonrasında olan birkaç uygulama örneğinde, neden 15 Temmuz’un kimin tarafından yapıldığının spekülasyonlarıyla değil de, somut ve sistematik, ağır hak ihlalleriyle uğraşmamız gerektiğini yalın şekilde ele almaya çalıştım. Mesele kötü koku! 15 Temmuz bir kaldıraçtır: anayasal devlet mimarisini ortadan kaldıran ve anayasasız-yasasız, keyfi bir rejim kurmayı meşrulaştıran bir kaldıraç. Neyse ki dünya bu korkunç zulmün farkında ve Türkiye’deki rejimin karar alıcıları ve bürokratları için geriye sayım sabırla sürmekte. Bir gün bu sistem çöküp, anayasal devlete ve demokrasiye geri dönüldüğünde, bu barbarlığın emrini verenler ve onların kanunsuz emirlerini uygulayarak zulüm makinesinin çalışmasını sağlayanlar, yargı önünde hesap verecekler. O zaman ortadan kaldırdıkları hukuka sığınmak dışında umutları olmayacak. Bu koku var ya bu koku! Arınamayacaksınız ondan!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Neden ataturkcu veya diger dusunce topluluklarina bu yapilmiyorda Islami bir cemaat e bunlar yapiliyor hatta diger dusunce kuruluslari bilakis kollaniliyor, cemaatlesme sonra cemiyete donuserek kamu duzenine donusme hareketi Hz Peygambere ait bir yontem olup esasi islahatcilik olan islamiyetin toplumu dogruluk ve durustluk esasinda isleyen bir zemine donusturme ( herkesin bir araya gelip istisare ile islerini yuruttugu bir ortam hem cok sesli hemde acik oplumdur) neden su anda rejimi elinde tutanlarca istenmemekte tuzak kurarak yok edilmeye maruz birakilmaya calisilmaktadir bence bunun uzerinde durulmali. Su anda toplumun daginik olmasi ortak bir yasama zemininde ve degerlerinde bir araya gelmemesi neden bazilarinca ozellikle isteniyor ve nihayette toplumu curutme pesindekiler (balik bastan kikar) neden devlete bu adamlar coreklenip oraya toplumla barisik kaynasik insanlarin gelmesini istemiyor ve en dusman olduklar sey cemaatlesmedir, parlementoyu bile istemiyorlar birakin toplumsal uzlasiyi , parlementoyu devreden cikarislarini da izledik. Bence bu konu da arastirilmalidir. Ta ki nasil bir seytanlik hayatimiza hakim olmaya calisiyor bilelim. Tesekkurler Mehmet bey, herseyi sorgulayalim.

  2. Evet, arınamayacaklar.

    Hocam PKK’linin bile ailesine dokunulmadı, derken bir gariplik yok mu?

    Sonraki cümlede düzeltmeye çalışmışsınız ancak yine de içimde bir korku dolaşıyor: Ne kadar insanî yönü gelişirse gelişsin, bir Türkiyeli Kürt algısında hep zehirlerlenmiş gibi geliyor.

    Ne dersiniz? Yanıldığımı öğrenmek istiyorum.

    • Neden PKK li deyince Kurt anliyorsunuz aciklarmisiniz PKK da canakkaleli insanlarda var. PKK kendisini silahli mucadele partisi olarak tanimlarken ve misyonunu TC ile catismak olarak tanimlarken Mehmet bey neden PKK li demesin bunu kurt milletine karsi ayrimcilik olarak anlamak bence fazla alinganlik. Erdogan uygulamalarinin tutarsizligini belirtmek icin soylenmis bir ifadeyi bence ayrimciliga cekmemeli biraz daha insafli ve insancil bakin Ayhan bey. Kaldiki yazar elbette bu insanlarada yapilmasin demis . Kurtlerin millet olarak hakkini en fazla dile getiren faili mechulleri ve yapanlari en fazla gundeme tasiyan ilk kurtce kanali dunya tv acan hizmet hareketiydi . Insanca kardesce bir sosyal duzenden baska bir hedefi olmadi bu insanlarin.

  3. Doğru hep doğrudur, bu PKK’lı veya başkası fark etmez.

    Hizmet arkadaşlarımın hemen tamamı devletin kahreden zalim gücünü dile getirirken hep ”Bu PKK’ya bile yapılmadı.” türünden bir kıyas içinde oldu.

    Yani, bana yapılmasın, çünkü PKK’lıya yapılmadı.

    Ölçü bu mu olsun dersiniz?

    Yoksa hak, hukuk, adalet ve insan mı olsun?

    Hukuk ve adalet mazlum olduğumuzda aklımıza gelecekse çok uzaklardayız hedeften.

    Hem PKK, -doğrudur, yanlıştır- devletin zulmüne bir karşı bir direniştir.

    Arkasında şunlar var, bunlar var komplo teorilerinden önce bu karşı çıkışın gerekçelerine odaklanalım. Ya hu arkadaş şapkayı önüne koy, bir dil yok oluyor. Bir dil…

    Ve bu müslüman diye bir toplumun desteği ile devlet eliyle oluyor. Hepimiz muslumaniz!!! Öyle mi?

    Hizmetin de arkasinda CİA var, Mossad var diyen ayni devlet ve inanıp destekleyen aynı toplum. Doğru mu şimdi?

    Canakkale’den de insan var, çok soft oldu.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin